Artık ‘faili meçhul’ demeyin!

Tahir Elçi'yi katleden Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Katili, 1920-1940 katliamlarından, 1990'ların ölü ve kayıplarından, yıkılan köylerden, bombalanan şehirlerden, evlerinden kovulan milyonlardan, Roboski katliamından ve en son Cizre, Silvan, Nusaybin ve diğer şehir yıkımlarından ve ölülerinden çok iyi tanıyoruz.

 

Soruşturma iddiaları, Kürtler ile alay etmektir. Hangi suçlu yargılanmış ve ceza almış ki? Bir teki bile yoktur. Çünkü suçlular devlet görevlileridir. Devlet onlara suç işletmektedir. Devlet kurumları, o suçları işlemek için dizayn edilmişlerdir.

 

Kolay yem olmuyor muyuz?

 

Sizi "korumakla" görevli devlet, sizi öldürüyorsa ne yapacaksınız ki diyeceksiniz? Sorunun püf noktası burası zaten. Çünkü devletin görevi Kürtleri korumak değil, ama onları köle tutmak, sindirmek ve gerekirse öldürmektir.

 

Öyle görünüyor ki devletin bu gerçeğini halen bilince tam çıkarmış değiliz. Devlet, içinde bulunduğumuz zorluklar kadar, iyi niyetimiz ama daha çok da saflığımızdan yararlanıyor. 1990'ların dersleri vardır. Devlet özellikle Kürt aydınlarına saldırıyor, halkı öncüsüz bırakmak istiyordu. Bu gerçeği unutmuş gözüküyoruz.

 

Son günlerin sayıca aşırı olayı da kontrolü az çok kaybetmemize yol açtı, tehlikeyi göremedik. Katiller bu boşluğumuzdan yararlandılar, saldırıyı gönül rahatlığıyla planladılar.

 

Tahir Elçi hedef listesinin başındaydı. O, halkın acılarının en fazlalaştığı bir dönemde ve bölgede gençliğini geçirmişti. O, acılarla yüklüydü. Cizre'de yakınlarının, arkadaşlarının, tanıdıklarının öldürülmesine ve tutuklanmasına şahit olmuştu. JİTEM cinayetleri gözünün önünden gitmiyordu, yerli tetikçileri çok iyi tanıyordu. Bunun içindir ki avukatlık mesleğini, katilleri takip etmeye ve "yargılatmaya" adamıştı.

 

Diyarbakır'da Kürtlerin hukuk temsilcisi olmuştu. Bu önemli konum, uluslararası alanda tanınıyordu. Önemi kadar tehlikeli de olan o görev, Elçi'nin omuzlarındaydı.

 

"Cizre JİTEM Davası"nın açılmasında Tahir Elçi'nin emeği, herkesinkinden fazlaydı. Tutuklanan ve yargılanan katiller, Elçi'ye büyük kin besliyorlardı. Bilindiği üzere dava yakınlarda bitti, katiller ödüllendirilir gibi aklandılar. (http://rudaw.net/turkish/opinion/28102015).

 

Dava bitmişti, ama caniler ve onları yönlendiren merkez, Elçi'yi unutmamıştı.

 

Devlet, Elçi'yi tehdit etti, tutukladı, tepki üzerine bıraktı, ama da çok da kısa yoldan gitmek, onu devreden çıkarmak için. Olayın içyüzü budur. Ötesi, yararsız detaylardan başka bir şey değildir.

 

Tedbir mi?

 

Türkiye Cumhuriyetinin, Kürtlerin devleti olmadığını kavramalıyız. Türk bayrağı, bizim bayrağımız değildir. Resmi dil, bizim dilimiz değildir. Egemen kültür, bizim değildir. Türkiye ordusu, bizim ordumuz değildir. Adalet ve eğitim sistemi ve diğer devlet kurumları, bizim değildir.

 

Kürt kanı üzerinde inşa edilen kurumların görevi, Kürtlerin köle statükosunu devam ettirmektir. Devlet hakkında görüşümüz net olmalı ki, tutumumuz doğru olsun. Yoksa değerli varlıklarımızın öldürülmesinin önüne geçemeyiz.

 

Kürtler legal ya da illegal, siyasal olandan ekonomik ve kültürel olanlarına her alanda kendi öz kurumlarını kurmaya yönelmek ve olanları güçlendirmek zorundadırlar. Bu, onların varolmadan gelen bir haklarıdır.

 

Kutsal yaşam hakkına yönelik saldırılara karşı durmak, tepki vermek, insan olmanın bir gereğidir. Sesimiz ne kadar gür çıkar, ne kadar birbirimizle dayanışır ve kaynaşırsak, o düzeyde ölümlerin önüne geçmiş oluruz. Devlet, Elçi'yi katletmekle bir daha kalbimize sıktı. Sessizlik utançtır. Tepki gücümüz vardır. Ölümleri durduracak olan da o tepkidir.

 

Hata ve eksikliklerimizi, dayanışma ve kenetlenmenin önüne koymamalıyız. Tabii ki devlet yetersizliklerimizden yararlanıyor, ama ölümler onların ürünü değillerdir. Devlet daha çok, birlik halinde ses çıkaramamamızdan ve unutkanlığımızdan yararlanıyor.

 

Türk devleti, varlık ve umudumuza saldırıyor. Kürtler kimliklerinden, ulusal haklarından bahsettiğinde saldırıyor. Silahlı ya da silahsız olmak, pasifist ve uysal demokrat olmak, sabahtan yatsıya kadar namaz kılmak, yılın 365 günü oruç tutmak, dini bütün Müslüman olmak, "Türk-Kürt kardeşliği" için kendini yerlerde sürüklemek, devletin kutsallıkları için yemin billah etmek, fark yaratmıyor. Kürt kimliğinde direttiğin sürece devlet seni öldürmek isteyecektir.

 

Halk kimliğin özgür olmadıkça, anadilini konuşamadıkça ve kültürünü yaşamadıkça, demokrat ya da Müslüman geçinmenin, halkların kardeşliğinden dem vurmanın ne anlamı var ki...

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)