Hendekten de öte

17-12-2015
Selahattin Çelik
A+ A-

PKK 1984 yazında silahlı mücadele başlattı. Türk siyaseti, olayı "Türkiye'ye karşı provokasyon", "bölge devletlerinin oyunu" gibi suçlamalarla damgalar ve Kürtleri geçmiş direnişlerinin akibetiyle tehdit ederken, bir kısım Kürt çevreleri de olayı "demokrasiye karşı provokasyon" şeklinde nitelediler.

 

Olayın bir boyutu da Güney Kürdistan'dı. O dönem KDP ile PKK dayanışma içindelerdi. Ama KDP, Türkiye ile sorun istemiyordu. 1984 sonbaharında Doğu Kürdistan'da, Racan'da konu için biraraya geldik. KDP'den İdris Barzani dahil çoğu MK üyeleri hazırdı. Bizden ise sadece ben ve Cemil Bayık.

 

KDP'liler bizden sınır hattındaki kamplarımızı içerilere çekmemizi ve sınıra yakın yerlerde eylem yapmamızı istedi.

 

O zaman gençtik. Başımız bulutlara değiyordu. Sadece kendimizi Kürdistan'ın sahibi görüyorduk. Uyarıları dikkate almadık, bildiğimizi okuduk. İlişkilerimiz bozulma yörüngesine girdi. O andan itibaren Güney için hep "yük" olduk. Belki de Kürdistan'ın statükosundan gelen zorunlu bir yüktü. Sadece yük mü? Güney, PKK'nin varlığı için bugüne kadar hayati önemde bir faktördür.

 

Tarih; tekzip mi, onama mı?

 

Aradan PKK'nin damgasını vurduğu kocaman 30 yıl geçti. İyi ve kötü yanlarıyla Kuzey Kürdistan'da yeni bir realite oluştu. Bu, diğer Kürdistan parçalarını da etkiliyor. Ölü, kayıp, tutuklu ve göçmeni, yıkılan köyleri ve bombalanan şehirleri, ekonomik ve kültürel kayıplarıyla bedeli çok ağır bir realite.

 

Kürdistan'ın demografisi değişti. Köylüler şehirlere yığıldı. Şehirlerin bileşimi değişti. Köylüler acıları kadar isyancı öfkelerini de şehirlere taşıdılar. Bir savaş kuşağı yetişti. Bugünkü hendeklerin bir sırrı bu olsa gerek.

 

Demokratik hareket

 

Kürt demokratik hareketi, 1991'den bu yana şehit veriyor. Mahkemeler ve cezaevleri sürekli adresler. Ama ürün büyüktü: Parlamenterler, belediyeler, yüzlerce kültürel, ekonomik, toplumsal ve mesleki kurum...

Arzu edilen, toplumsal yaraların sarılması, dayanışmanın güçlendirilmesiydi. Arzu edilen ulusal-demokratik bilincin toplumda kökleşmesi ve demokratik yöntemlerin mücadelede egemen duruma gelmesiydi.

 

Silahlı mücadelenin demokratik olana öncelik vermesi gerekirken, bu yapılmadı. Arogantlığımızla devlet provokasyonlarına alan açtık, öyle ki yılların ürünü kazanımlar birkaç gün içinde kaybedildi.

 

Arzu edilen yığınların yaşamına ilişkin kararlarda, demokratik hareketin de söz hakkının olmasıydı. Yoksa, yapılan sorumsuzluk ve diktatörlüktür.

 

Yine Güney Kürdistan. Güney başka bir realiteyi yaşıyor. Onlar, DAIŞ'e karşı ve Bağdat ile Tahran'ın oyunlarına karşı savaşıyor. Onlar için Türkiye kapısı yaşamsal önemde. Kuzey’in huzuru ve mücadelesinde demokratik yöntemlerin egemen olması, onların çıkarına.

 

Güney Kürdistan'a gidenler bilir. 200 km'yi aşkın Habur-Hewlêr yolu TIR ve kamyon dolu. Plakalar büyük çoğunlukla Şırnak, Mardin ve Diyarbakır. Yani Güney'le yapılan ticaretin kaymağı, Cizre ve diğer şehirlere de akıyor.

 

Çoğumuz şu beklenti içindeydi; Cizre, Botan mirlerinin dönemindeki ihtişamlı günlere dönülebilir, Zaxo'ya kadar uzanan alan, Kürt ulusal kültürünün, kimliğinin çağdaş bir merkezi haline gelebilir. Ama çok yazık; kasrların yerini yıkıntı, kültür şölenlerinin yerini ölülerimizin yası aldı.

 

Ulusal ve demokratik bilincimiz, kazanımlarımızı korumaya yetmiyor mu ne? Hiç olmasa birbirbirimize saldırmayalım, beceriksizliğimizin acısını birbirimizden çıkarmayalım. Çünkü Kuzeyli ya da Güneyli, kim kaybederse, diğeri de kaybeder.

 

Şehir savaşının bazı nedenleri

 

Bahsettiğim demografik değişim nedeniyle gerilla savaşı ağırlığını kaybetti. Aslında bu dünya genelindeki sonuç. Her açıdan ulusal mücadelede şehirlerin ağırlığı öne çıktı. İletişim ve silah teknolojisindeki ilerleme de, savaş yöntemlerinin değişmesini zorunlu kıldı denebilir.

 

Öcalan'ın tutuklanması, PKK'nin ulusal tezlerini allak bullak etti. PKK doğru ile hayal, Kürdistanlılık ile Türkiyelilik arasında gitti geldi. Zihin karmaşıklığı, doğal olarak yanlışlara yol açtı.

 

"Çözüm süreci", bir sonuca ulaşılacağı umudunu yaratmıştı. Ama olmadı. Türk iktidarları sorunu çözmeye güç getiremiyor ya da istemiyor. Aldatılmak ve hayal kırıklığı, PKK'yi öfkelendirdi, sert tepkilere itti. İmralı'dan az çok uzaklaştı. PKK, çürük zemine kurulu beklentilerin peşine düşmenin kurbanı olmuştu.

 

Devletin, PKK'yi provoke ettiği ileri sürülebilir. Ama PKK de hodri meydan dedi. Halbuki PKK'nin görevi, demokratik kazanımları devlet saldırılarından korumak olmalıydı. Ama olmadı. Kaybeden mi? Tabii ki Kürt toplumu.

 

Şehirlerdeki gerginlik, HDP'yi atıl bıraktı. Neden ki? Şehir onun varolma ve mücadele alanı değil miydi? Çok sebep sayılabilir, ama HDP de yanlış zihni bakışın kurbanı sanki. Ulusal temadan uzaklaştı. İnsan inanmadığı şey için savaşmaz.

 

Devlet neyin peşinde?

 

Devlet kavramını bilerek kullanıyorum. Çünkü Erdoğan, klasik devlet politikasını yürütüyor.

 

Türk devlet lugatında Kürt sözcüğü yoktur. Kürtler "yaramazlık" yaptıklarında azarlıyor, kulaklarını çekiyor. Daha ileri gittiklerinde, tutukluyor. Direttiklerinde, öldürüyor. Baş eğmediklerinde, evleri barklarıyla bombalıyor, yıkıyor, sürüyor, katliamlardan geçiriyor.

 

Bugün Kürt şehirlerinde yapılan budur. 1990'larda köylerde yaptığını yapıyor. Aynı ideoloji, aynı politika, aynı aygıt işbaşında. Bugün şehirleri yakanlar, 1990'larda köy yakanların çocuklarıdır.

 

Olay "hendeklerin" çok ötesindedir. Irkçılık, Türk devletini kör etmiş, çılgınlaştırmıştır. Biz "köleliğe razıyız" demeyene kadar, vurmak isteyecektir. Mesele PKK'nin yanlışlarının mahkum edilmesi ise, binlerce defa evet. Ama o "kınama humması"nın altında köleliğe razı olma duygusu sırıtmıyor mu?

 

Devletin tam da bu dönemde nasıl bu kadar cüretkar olduğu da bir soru. Kürt ya da Türk muhalifler, seçim şokunu halen aşmış değiller. Devletin tepesinde ordu-AKP bütünleşmesi tam gaza gidiyor.

 

DAIŞ bağlantısının aleniliğine rağmen, bölgedeki ABD-Rusya çelişkisi nedeniyle, Türkiye NATO'nun şımarık çocuğu gibi. Göçmen olayı nedeniyle, AB, Türkiye'ye yönelik eleştirilerinden feragat etmiş gözüküyor. Hayat bu, insan hakları değil ama çıkarlar konuşuyor.

 

Ne dersiniz; aslında Türk devletine teşekkür etmemiz gerekmiyor mu? Belki bizi, hakkındaki yanılgılardan kurtarır.

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli