Kürtler Lozan'ın 100. yılını tartışıyor: Uluslararası toplum yaşananlardan sorumlu

Lozan (Rûdaw) –  Lozan Antlaşmasının 100’üncü yılında Kürtler, bir yüzyıldır yaşadıkları katliam, inkar ve asimilasyon politikaları ile buna karşı uluslararası topluluğun sessizliğini tartışıyor.

Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde, İsviçre’nin Lozan şehrinde Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Türkiye Cumhuriyeti, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) temsilcileri tarafından, Leman Gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalandı. Lozan Antlaşması ile birlikte Kürdistan coğrafyası resmi olarak dörde bölünmüş oldu. 

Lozan Antlaşmasının 100’üncü yıldönümü vesilesiyle İsviçre’nin Lozan kentinde bir dizi konferans düzenleniyor. Bugün de aralarında Kürt akademisyen, yazar, siyasetçi, tarihçilerin yanı sıra Kürt dostu tanınmış simaların katıldığı bir konferans daha düzenlendi.

Konferansa katılan Paris Sosyal Bilimler Yüksekokulu Öğretim Üyesi, sosyolog ve tarihçi Prof. Dr. Hamit Bozarslan ve eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş Rûdaw’ın Avrupa muhabiri Ala Şali’ye değerlendirmelerde bulundu.

Lozan Antlaşması ile birlikte Kürtlerin yaşadığı büyük acılar, katliamlar ve haklarını kaybetmesinde uluslararası toplumun iki türlü sorumluluğu bulunduğunu belirten Prof. Dr. Hamit Bozarslan şunları söyledi:

"Lozan'da Kürtler unutuldu"

“Kürtler, eskiden olduğu gibi Osmanlı içerisinde tek bir ülke içerisinde bir Kürdistan olarak, birlik içerisinde kalmayı arzuluyordu. Daha önce İran-Osmanlı arasında bölünmüşlerdi. Ancak, bu antlaşmayla Suriye, Irak ve Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, bir kez daha bölünen Kürtlere kimse ne istediğini, haklarını sormadı. Kürtlerin hiçbir talebi masaya gelmedi. Adeta Kürtler unutuldu.

"Uluslararası toplum Kürtlere yapılanlara sessiz kaldı"

Diğer bir konu ise; bu son yüz yılda Kürtler, Kuzey’de Güney’de ve Rojava’da büyük katliamlardan geçtiler. Özellikle Türkiye'de 1925-27'de 38'de, yine aşağı Kürdistan'da(Güney) isyanlar yaşandı, enfal katliamı yaşandı. Suriye Kürdistanı’nda  büyük katliamlar oldu. Hatta  1963'te  Rojava’yı Kürtsüzleştirmeye çalıştılar. Bütün bu olanlar karşısında uluslararası toplum hiçbir şey yapmadı. Bu bahsettiğimiz süreç 1991 yılına kadar sürdü. 1991'de aşağıda (Güney) otonom bir Kürdistan kuruldu. Ancak korunamıyor. Bir yandan Türkiye diğer yandan İran müdahale ediyor. Bu konuda uluslararası toplumun da sorumluluğu var. Müdahaleleri engellemiyor.”

Kürtlerin kendi haklarını talep etme konusunda neler yapabileceğine ilişkin ise Prof. Dr. Hamit Bozarslan, “Kürtler çok şey yapabilir. Eski korkularını aşmış durumdadırlar. Kürtler artık 40 yıl önceki Kürtler değil. Biz kendi haklarımızın farkında değildik. Bugün aşağıda bir Kürdistan kurulu, Rojava diye bir yer var” şeklinde değerlendirdi.

>

"Kürtler artık güçlendi"

Kürdistan Bölgesi’nin 30 yıldır elde ettiği statüyü ulusal bir yapılanmaya entegre edemediğini dile getiren Bozarslan, ”Bağımsız bir ulusallaşma sürecine entegre  olamadılar. Ayrıca Rojava ile Güney Kürdistan arasında bir dizi anlaşmazlıklar yaşanıyor. Bu anlaşmazlıkların olması normaldir. Ancak bunu bir şekilde konuşarak aşma ve karşılıklı entegrasyonu sağlamak gerekir. Hem İran hem Türkiye, Güney Kürdistan'ın yaşamasını istemiyor. 2017’de Kerkük’te İran, Türkiye ve Bağdat'ın Kürtlere karşı nasıl işbirliği yaptığını gördük. Kürtler şunu bir iyi bilmeli ki, 40 öncesine göre daha güçlüler, ellerinde büyük imkanlar var ve bu imkanların muhakkak kullanılmaları gerekiyor” dedi.

Türkiye seçimlerinde MHP ve CHP gibi ulusalcı partilerin güçlenmesine ilişkin ise  Prof. Dr. Hamit Bozarslan “Her iki parti de Türklük ideolojisinden besleniyor. Türkçülük ideolojisi, 19. yüzyılda Sultan Abdülhamit döneminde başladı. Sonra İttihat Terakki kuruldu. İttihat Terakki sadece Ermenilere karşı değildi.  Rumlara, Lazlara, Kürtlere de karşıydılar. İttihat Terakki, Türklerin bu uluslara karşı egemen bir ulus haline getirilmesini savunuyorlardı” ifadelerini kullandı.  

Kürtlerin seçimde belli oranda oy kaybettiğini belirten Bozarslan, “Bugün Kuzey Kürdistan'da Kürtlerin belli bir gücü vardır. Seçimlerde belli bir oy kaybı yaşadılar ancak, Kürdistan çok dinamik bir bölge. Türkiye'nin kendi içerisinde demokratik bir hareket, bir değişim olur mu? Bu çok zor görünüyor” şeklinde konuştu.

Kürtlerin sadece siyasi alanda değil edebi, bilimsel, kültürel alanlar başta olmak üzere kadın, gençlik gibi her alanda uluslararası düzeyde ilerlemesi ve güçlenmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Hamit Bozarslan, “İkincisi ise Kuzey Kürdistan'daki Kürtler, Güney ve Rojava'daki Kürtler ile ilişkilerini güçlendirmeli” dedi.

Kürt siyasetçi Abdullah Demirbaş ise Lozan’da düzenlenen konferansın önemine ve mesajına  ilişkin şunları söyledi:

 “Bu konferans, yüreğimizde büyük bir yara açan çok acı hatıraları hatırlatmakta. Lozan’ın 100’üncü yılı, Kürdistan kalbinin dörde bölünmesinin 100’üncü yılıdır. Bu yarayı sarmanın yollarını aramalı ve nedenlerini tartışmalıyız. Bu konferanslar bu anlamıyla çok tarihi bir öneme sahip. Çünkü ilk kez Kürtlerin birliği konusunda yaşanan yetersizlikler ve bu konuda çözüm yolunun ne olduğunu kamuoyuna deklere ediyoruz. Kürtler artık 20.yy’daki Kürtler değildir. 21’inci yüzyılın Kürtleri çok bilinçli. Güney ve Rojava Kürtleri çok gelişti, çünkü artık bir evleri var. Dört parça  Kürdistan arasındaki bölünmüşlükler umarız ortadan kalkacak, özgür, gelişmiş ve hepimizin gurur kaynağı bir Kürdistan kurulacak. Bu konferansın önemi  ve çağrısı da budur. Mela Ciziri’den Ahmedê Xani’ye Şeyh Abdulselam Barzani’den Mele Mustafa Barzani’ye Cigerxwin, Şeyh Said, Seyit Rıza’ya tüm Kürdistan şehitleri Kürt ve Kürdistan birliğini savundular. Bu yaranın sarılması ancak Kürtler arası ittifak ile olur.

Kürtler ve Kürdistanlılar, Ortadoğu’da demokrasinin, barışın, huzurun, eşitliğin, çözümün anahtarıdır. Bizim çağrımız şu; Kürt devleti, Arap, Fars ve Türklerin varlığına karşı bir tehdit değildir. Bu ülkeler Kürtlerin birliğini ve meşru haklarını kabul etmeli.

Kürtler 21 yüzyılda neden bir statü sahibi olamadığını kendilerine sormalı.  Bu bizim yüreğimizde bir yara ama çaresiz değildir. Bu yaranın iyileştirilmesi bizim elimizde.”