Kayıplar cumhuriyeti

31-08-2018
Selahattin Çelik
Etiketler Faili mechul Polis
A+ A-

Hakkında ihbar mı var, mahkeme kararıyla polis adresine gelir, seni emniyete davet eder; tehlikeli biri isen, güvenlik güçleri önlem alarak üzerine gelir. Her iki durumda da yakınların, avukatın durumdan haberdar edilir. Fakat bu işlemler hukukun az çok işlediği, uygarlığı az çok koklamış ülkelerde geçerli.

 

Türkiye’de? Kestirmeden gidiyorlar. Evinden, işyerinden, çoğunlukla caddede kalabalığın arasından, köy baskınlarında, “hakkında ihbar var”,“ifaden alınacak”,“kılavuzluk yapacaksın”gibi gerekçelerle insanlar alınıyor, kayıplara karışıyorlardı.

 

Yakınları her tarafta onları arar, ama nafile! Karakolda izlerine rastlansa bile, sormak cesaret ister. Alacakları cevap belli: “Öyle biri gözaltına alınmadı”, “ifadesi alındı, serbest bırakıldı.” O da nezaketten, yoksa güvenlik güçlerinin bir açıklama yapma mecburiyeti yok!

 

Hepsi ortak

 

Asker, polis, özel tim, köy korucuları, Hizbullah… militer, para-militer tüm birimler, kayıplardan dolayı sorumludurlar. Her biri kendi başına yaptığı gibi, kurbanları birbirine devrediyorlardı da. Ordu operasyonlarında köylüler gruplar halinde alınıyor, kurşuna diziliyor, bilinmeyen yerlere gömülüyorlardı. Yine de kayıp olaylarında başı çeken JİTEM’di. Diğerleri, kurbanı çoğu kez ona teslim ediyorlardı. JİTEM timleri kurbanı sorguluyor, infaz ediyordu.

 

Cesetin açıkta olması, dehşet mesajı anlamına geliyordu. Yoksa ancak aylar yıllar sonra bir çukurda kokmuş halde cesedin ya da kemiklerin bulunuyordu. Böylesi durumlarda yine şanslı sayılırdın, çünkü yakınının bir kemiğini bulmak için yıllarca umut içinde kıvranan aileler var. Cesetler genelde askeri birliklerin çöplüklerine, kuytu vadilere ya da BOTAŞ kuyuları örneğinde olduğu gibi petrol atık kuyularına atıldığından kurbanın akıbeti belirsiz kalıyordu.

 

Sis ve Gölge Talimatı

 

Kayıplar ve faili meçhul cinayetler, aynı özel savaş konseptinin halkalarıdır. Nazilerin Sis ve Gölge Talimatıyla hedefledikleri gibi, toplumu korkutup sindirmek, şehit ve kahraman yaratmamak, toplum önderlerini imha etmek için uygulanıyordu.

 

Kayıp olaylarının yıllara göre gelişimine bakıldığında bu durum net görülür. Kayıp olayları özellikle 1990’la başladı, faili meçhullerin artışına paralel olarak 1993’te aşırı şekilde arttı, 1994-1995’te doruk yaptı, takriben 500 cıvarında kayıp olayını not etmek gerekiyor. Gerçekte: Cesedi bulunanlar faili meçhul, bulunmayanlar ise kayıptı. Birincide binlerce, ikincide yüzlerce masum insan vardır.

 

AKP iktidarının olayla bağlantısı ne?

 

AKP, 2002’de iktidar oldu. Başlarda olayın üzerine gider gibi oldu. Olaylar basında geniş yer buldu. Cizre JİTEM ve Musa Anter davalarında olduğu gibi, JİTEM’ci asker, polis, köy korucuları, özel birim elemanları tutuklandı, yargılandı. Ergenekon davasından da olsa Albay Levent Ersöz tutuklandı. Bu katil, Silopi’de HADEP’li Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz’i kurşuna dizmişti (21.01.2001). Yaşananlar olumlu gelişmelerdi, umut yaratmıştı. Ama bıçakla kesilir gibi durdu. Katiller salıverildi. Devlet artık kayıplara, faili meçhullere gerek duymadı, çünkü şehirleri yıkıyor, açıktan kitlesel infazlar yapıyordu.

 

İktidar Mehmet Ağar örneğinde olduğu gibi faili meçhul ve kayıp olaylarının sorumlularını bünyesine aldı. MHP’li katillere sığınak oldu. Yasa, kurbanı suçlu, suçluyu masum konumuna oturtuyor. Hak arama ve demokratik tepki yolu tamamen kapanmıştır.

 

İktidar, kayıpları ve faili meçhul cinayetleri yapan aygıtı, hesabı verilmemiş suçları miras aldı. Aygıtın içişlerinden sorumlu olanın, çocuğunun, babasının, kardeşinin kemiklerini arayanı, onunla dayanışanı seviyesiz kelimeyle suçlaması, tam bir insanlık ayıbı. Ayrıca kocaman Türkiye’de “Cumartesi Anneleri” ayakta kalan yegane insani tepki platformu durumunda olduğunu unutmamalıyız.

 

Kürt realitesinin acı yüzü

 

Kayıplar, Kürt realitesinin son yıllardaki belki de en acı çehresidir. Her bir kayıp olayının hikayesi o kadar ibret verici ki, birini eksik bırakmak, onlara karşı işlenmiş bir suç gibi. Hikayelerinden yüzlercesi, hatta binlercesi elimde. Neticede bu bir makale. Onları burada aktarmam imkansız. Ama bir tanesini sizlerle paylaşmaktan kendimi alamıyorum.

 

Necati Aydın ve Mehmet Ay, Diyarbakır’da gözaltına alındılar (18 Mart 1994). DGM’de serbest bırakıldılar. Mahkeme kapısında JİTEM timi tarafından kaçırıldılar. Silvan yönünde Pamuk Suyu kenarında kurşuna dizildiler.

 

Tetikçi Abdulkadir Aygan’ın yaptığı itirafa göre; kendisi, Uzman Çavuş Uğur Yüksel, Uzman Çavuş Abdulkadir Uğur, tetikçi Kemal Emlük, Astsubay Nuri Ateş, Diyarbakır İstihbarat Tim Komutanı Tünay Yanardağ ve (komutan) Abdulkerim Kırca infazı yapmışlardı (Kırca, Ocak 2009’da intihar etti).

 

9 Nisan 1994’ta köylüler, korkunç manzara ile karşılaştılar. Bele kadar gömülü üç erkek cesedi. Elleri arkadan bağlanmış. kafalarına kurşun sıkılmıştı. Üzerlerinde kimlik yoktu. Birinin parmağında alyans yüzük vardı. Üzerinde Süheyla yazılıydı. Bu Necati Aydın’dı. Diğer ikisi, Mehmet Ay ve Ramazan Keskin idiler. Hep son sözlerini merak ettim. Acaba bize ne mesaj bırakmışlardı?

 

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli