Yeni bir aydınlanma felsefesi

Faik Öcal

İki Mahalle: Biz ve Onlar

Yeni Bir Aydınlanma Felsefesi’nde ne yapmak istiyoruz?

Her kesin gerçeği farklı olabilir. Her kesimden (teist, ateist fark etmez) aklını doğru kullananlar hakkı savunabilir, hakikate ulaşabilir. Biz Kur’an’ın ifadesiyle akıl eden kalbimizle gerçeğin önündeki bütün duvarları ve putları yıkıp hakikate ulaşmaya çalışıyoruz. Bacon’nın idolleri yıktığı gibi biz de zihnimizi ve evrenimizi kuşatan idolleri yıkmalıyız. Kendi mahallemizden çıkmalıyız.

Öteki mahalleden evvel kendi mahallemizi temizlemeliyiz. Sonra öteki mahallerdeki zalimlere (idol-put) karşı çıkmalıyız. Belki de hakkıyla kendi mahallemizdeki yanlışlara, haksızlıklara karşı çıkmadığımız için, öteki mahallere geçemiyoruz, bu yüzden lokal kalemlerle evrensel manifestolar yazmaya kalkışıyoruz.

Hiç beğenmediğimiz Batıdan birkaç isme bakalım. Nasıl aydın oldular? Emile Zola, Dreyfus Olayı’nda (1894) Fransız halkının anlamsız bir önyargı ile hain ilan ettiği Yüzbaşı Alfred Dreyfus’a yapılan haksızlığı görmüştür ve “İtham Ediyorum” deyip tereddüt etmeden Yüzbaşı Dreyfus’un yanında yer almıştır. Uzun bir mücadelenin sonunda 3 Haziran 1899 tarihinde Fransız mahkemeleri Dreyfus’un ömür boyu hapis cezası kararını bozar. Bu aslında aydın olmanın gereğini yerine getiren Emile Zola’nın zaferidir.

Bir başka Fransız düşünür Jean Paul Sartre, André Breton, Simone de Beauvoir, Francis Jeanson gibi tanınmış isimlerle birlikte kendi devletinin Cezayir’de yaptığı zulme, Fransa’nın Cezayir’i sömürge yapmasına karşı çıkmıştır, meydanlara inmiştir ve yaptığı mücadelede de galip gelmiştir. Bu zaferiyle dünya aydınlar tarihinde mümtaz bir yer edinmiştir. Bunu nasıl yapmıştır? Sartre’ın da içinde bulunduğu 121’ler Manifestosu şöyle der:

“Ordunun kapalı ve açık bir şekilde demokratik kurumlara karşı başkaldırdığı, gücünü ırkçı bir egemenlik aracı olarak kullandığı bazı durumlarda reddetmek ve ‘ihanet’ kutsal bir görevdir.” (Vérité-Liberté Dergisi; 6 Eylül 1960).

Ayrıca İtalya’da faşizmin cisimleşmiş hali olan Mussolini’ye karşı çıkan, yıllarca hapis yatan, işkence gören Antonio Gramsci’nin adını da zikretmek gerekir. Hapishane Defterleri’nin neden ve nasıl, hangi koşullarda yazıldığını bilmek gerekir.

İlginç olan durum şu:

Hem sağcılarımız hem de solcularımız Hapishane Defterleri’ni büyük bir ibretle okuyorlar. Sonuç: Sıfır. Yani değişen hiçbir şey olmuyor. Hapishane Defterleri’nde bütün argümanlarıyla Gramsci, Mussolini’nin faşizmine, burjuvazinin zulmüne karşı çıkmaktadır. Bir defter nasıl oluyor da iki zıt kutba ilham kaynağı olabiliyor? Defterlerde bir sorun olmadığına göre sorun bizim sağcı ve solcu aydınlarımızda. Yani sağdaki ve soldaki aydınlarımız ahlak, adalet, insanlık, eşitlik ve özgürlük mevzularında sınıfta kaldıkları için aynı Defterlerden farklı anlamlar çıkarabiliyorlar. Sağcılar sadece kendi mazlumuna sahip çıkarken, solcular ise sadece kendi işçisine sahip çıkmaktadır. Oysa Hapishane Defterleri’nde Gramsci her ikisinin de hakkını vermektedir, her iki kesime de sahip çıkmaktadır.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)