5 yıldır adalet yok, kalbimiz de kurumadı(!)
Bugün, Roboski’de TSK’ne bağlı savaş uçaklarınca on dokuzu çocuk, otuz dört kişinin katledilmesinin beşinci yıldönümü... Katliamın akabinde “Unutursak kalbimiz kurusun” demiştik. Katliam sonrasında Roboski’ye rahmet(!) okutan katliamlar, Roboski’yi unutturdu kalbimiz de kurumadı(!)
Roboski katliamı, AK Parti’nin ilk ciddi “falsosu”ydu. Katliamın hemen öncesi, “yetmez ama evet!” kampanyasıyla, (bugün çoğunluğu tutuklu olan) hak, adalet, özgürlük talebi olan kesimlerin “Yeni Türkiye”, “Yeni Anayasa” için AK Parti’yi desteklediği süreçlerdi. Fakat iktidar makamı başka bir şey ve o makamın aracı olmadan, orada varlığını sürdürmek kuşkusuz zor zanaat. Bu nedenle muktediri suçlayarak işin içinden çıkmak kolay ancak iktidardan doğan zulümler muktedirlerin olduğu kadar, denetleme makamında bulunan ve doğal muhalif konumunda olan sivil yurttaşların da sorumluluğudur. Dolayısıyla bu katliamla sadece AK Parti hükümeti değil, toplum da sınanmış oluyordu.
O günlerde bir taksicinin sözünü ettiği boyutta bir basitliği vardı katliamı aydınlatma sürecinin: “Bana yetki versinler, hemen çözerim” diyordu taksici. “Önce pilota sorarım, ‘Sana bu emri kim verdi’ diye...” Evet, bu kadar basitti! Zira emir-komuta zinciri içerisinde, TSK’ya bağlı savaş uçakları aracılığıyla işlenmiş, bombalamanın “sınır ötesi”nde olması hasebiyle siyasi sorumluluğu bulunmaktaydı bu katliamın.
Bu ne demek biliyor musunuz? Yani “faili belli” demek! Yani katliam niteliği itibariyle failini de işaret ediyordu. Bunun için o dönem tezkere kullanma yetkisinin kimlerde olduğuna bakmak yeterli.
Öte yandan 28 Aralık gecesi yapılan katliam, sonrasında da hiç bitmedi Roboski’de. Oradaki mazlumların yaslarını tutamamaları bir yana, halen de tehditler, gözaltılar tutuklamalarla karşı karşıyalar. Adaleti sağlaması beklenen yetkililerin her vesile ile Roboskililere hakaret niteliği taşıyan açıklamaları ise nerden bakarsanız orantısızlık arzeden bu durumdu ve meseleyi daha trajik hale getiriyor. Katliamın herkesin gözünün önünde aleni işlenmiş olması, bütün bunlarla birleşince adeta bir meydan okumaya dönüştürüyordu olayı. Bu ülkede yaşayan, doğal denetleme konumunda olan bütün hak savunucuları ve vicdan sahibi bütün insanlara karşı bir meydan okuma! Bana göre bu meselenin en can alıcı yanı buydu. O günlerde bende hâsıl olan kanaat şuydu ki, bu katliamın hesabını soramaz ve adaletin yerini bulmasını sağlayamazsak eğer, bundan sonra olacak hiçbir zulmün de önünü alamayacaktık.
Bunun için günlerce, gecelerce dur durak demeden çalıştık. Önce hikâyelerini yayımlayarak, katledilen masumları salt bir “istatistik” olmaktan çıkarmayı amaçladık. Sonra stantlar kurduk Ankara’da, Diyarbekir’de, Van’da ve başka yerlerde. Türkiye’de etkin olan ve kendini “hak örgütü” olarak tanımlayan bütün STK’ları, siyasi partileri, sivil ve siyasi kişilikleri işin içerisine dahil etmeye çalıştık. Ankara’da otuz dört tabut taşıdık katliamı protesto etmek için, otuz dört kişilik mezarlık yaptık Yüksel Caddesi’nin en işlek yerinde. Tabutlu protestomuz emniyet güçlerince engellendi. Belli ki emir çok üst bir yerlerden gelmişti. Engelleme gerekçesini, “Yetkililer, başkentin ortasında böyle bir görüntüden rahatsızlık duyuyorlar!” şeklinde açıklamıştı o gün tartıştığımız emniyet amiri. “Biz de siyah tabutların temsil ettiği masumların katledilmesinden rahatsız olduk!” demiştim cevaben.
Velhasıl ne yaparsak yapalım, toplumda yeterli düzeyde bir kamuoyu oluşturamadık. Bunun birinci nedeni Kürtlüklerinin masumların katlini örtmesi idi. İkinci nedeni ise toplumda belirleyici çoğunluğa sahip olanların siyasal iktidarla kurdukları aidiyet bağı. Diyorlardı ki: “Evet bu bir zulüm. Ama yine de dile getiremeyiz. Çünkü ‘O’ aldatıldı. Ayrıca dile getirelim de iktidardan mı düşsünler!” Yani “zalim” kendilerinden olunca, işin rengi ister istemez değişiyordu.
Bu süreçle ilgili hatırladığım birkaç anekdot:
O günlerde desteğini istemeye gittiğimiz Özgürder Genel Başkanı’nın görüşme esnasında Roboskili analara ayar verdiğini hatırlıyorum (Başbakana çok “yüklendikleri” ifadeleri nedeniyle).
İHH Başkanı Roboskili grubu kendisi karşılamaktan kaçındığı için bir dostu tarafından zar zor ikna edilmişti perde arkasında. İHH ki dünyanın birçok ülkesine yardım götüren uluslararası bir yardım kuruluşu olduğu halde aynı zamanda yoksul Roboski halkının ihtiyacını sormayı “akletmemişti”. Buna rağmen bir umut gittik. O gün kendileriyle yaptığımız görüşmeye zorunlu geldiği her halinden belli olan İHH Genel Başkanı’nın, görüşmenin ertesi günü bu görüşmeyi iki satırlık bir yazıyla sitesine koymaya tenezzül dahi etmeyişine şaşırmamıştık.
O günlerde desteğini almak üzere gittiğimiz AKABE Vakfı Genel Başkanı Mustafa İslamoğlu’nun o kaypak konuşmasını, dileyen o gün verdiği hutbenin videosunu bulabilir. Ki o da zalime “zalim” diyememiş, mealen, “iyi Kürtler vardır, kötü Kürtler vardır. İyi Türkler vardır, kötü Türkler vardır. İyi Kürtler kötü Kürtleri, iyi Türkler kötü Türkleri aralarında barındırmasınlar” demekle yetinmişti.
Mazlumder’in geleneksel olarak her yıl düzenlediği, o yıl da Roboskililere ödül verdiği gecenin akabinde bir grup “Müslüman”ın Mazlumder Genel Başkanı’na “ayar” vermeye geldiğini hatırlıyorum. Gerekçe aynı: Kaybettiği oğlunun yüzünü göremeyen, kefenlenmesinin öncesinde ancak ayaklarını öpebildiği küçük Erkan’ın annesinin ödülü alırken, başbakana “çok yüklendiği” konuşması! Ne kadar da Müslümana yakışır, insaflı bir tavır değil mi! Bir annenin bu hale getirilmesine susup, o annenin isyanından rahatsız olup susturmaya çalışacaksın.
Yine aynı günlerde açtığımız gıda standına “Parası Kürtlere gidecek” gerekçesi ile göndereceği böreği dahi çok görenleri hatırlıyorum.
Roboskililerin katırlarının hemen hergün öldürüldüğü bir dönemde hayvan partisi kurulmuştu. Ne onların ne de hayvanları koruma amacıyla kurulmuş diğer örgütlerin sesini hiç duymadık. “Oysa Beyoğlu’nda 34 köpek ölse yas ilan edecekler, yılbaşında eğlenmekte bir sakınca görmediler...” demişti Felek Encu..
Yani demem o ki; az kişiyle çok iş yaptık. Buna rağmen kendini iktidardan ayrıştıramayan, zulmü işleyen kendi içinden olunca, sessiz kalarak zulme ortak olanlar yüzünden sesimiz cılız kaldı. Onlar ki yaptıklarıyla zulmün devamını sağlamakla kalmayıp, “zalim kardeşine yardımın, onu yaptığı zulümden vazgeçirmek olduğu” prensibine uymayarak korudukları “kardeşlerine” de ihanet etmiş oldular.
Sözün özü; Roboski katliamı iktidar ve denetleme konumunda olanların imtihanı idi ve bu imtihan, (dünyevi anlamda) iktidarın zaferiyle sonuçlandı. Roboski’nin hesabının hakkıyla sorulmaması, başka zulümlerin kapısını araladı. İçine düştüğümüz karanlık, dipsiz kuyuya bakınca Roboskili anaların 5 yıldır aralıksız olarak ellerini göğe kaldırıp, Allah’tan zalimleri cezalandırması için ettikleri duanın kabul edildiğini düşünüyorum. Gerek katliamın sonrasında başımıza gelenlerin gerekse de bundan sonra başımıza geleceklerin “Roboski’nin gazabı” olduğuna inanıyorum.
Rabbimden sadece şunu diliyorum: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helak etme ya Rabbim!”
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)