Kürdistan'daki Araplaşma ve demografik değişim süreci Irak devletinin stratejik projesi ve devletin temellerinin üzerine inşa edildiği temel direklerden biridir. Dolayısıyla Güney Kürdistan'ın yeni kurulan Arap Irak devletine ilhak süreci başlangıcından bu yana pratize ediliyor.
Irak'taki tüm siyasi sistemler, krallıktan bugüne kadar iktidara gelen tüm rejimler bu stratejiye bağlı kaldı.
Her iktidar döneminde Araplaştırma prosedürü farklı şekillerde uygulanmıştır. Tüm devlet kurumları, hatta ordu ve askeri kurumlar dahi bu sürecin hizmetine konulmuştur.
Baas rejimi, ideolojisi ve iktidar ömrünün uzunluğu nedeniyle diğer tüm rejimlerden daha fazla bu strateji üzerinde çalıştı. İster dükkan, ister pazar, ister konut veya tarım arazileri olsun mülkiyet değişikliğini kapsayan yöntemler en açık önlemlerdi. Bu stratejinin aşamaları olarak belirlenen tüm bölgelerde işgal aracı olarak kullanılan ithal Araplar adına binlerce Kürt’ün, bir kısım Türkmen ve Hristiyanın evlerine el konulmuş ve malları zorla gasp edilmiştir.
Bu yazıda odaklandığımız yer Kerkük şehridir. Kerkük'ün Araplaştırılması adına atılan adımlar arasında da toprak mülkiyetine ilişkin adımları ele alacağız. Kürt ve Türkmen topraklarının işgal, ve ithal Araplara ikamet için verilmesi birçok farklı biçimde sürdürüldü. Kürt ve Türkmen topraklarına da el konuldu, malları bakanlıklar ve askeri kurumlar adına kaydedildi. Devrim Konseyi Liderliğinin çeşitli belgelerine göre, bir kısım tarım arazisi Araplara tarımsal kullanım için sunuldu. 1975-1995 yılları arasında Kürt ve Türkmenlere ait 1,2 milyon dönüm toprağa 4 ayrı kararname ile el konuldu.
Söz konusu kararnameler şöyle:
1- 31/3/1975 tarih ve 369 sayılı kararla 131.555 dönüm arazi müsadere edilmiştir.
2- Devrim Konseyi Liderliğinin 28/7/1976 tarih ve 824 sayılı kararı ile 38.218 dönüm arazi işgal edilmiştir.
3- 23/8/1977 tarih ve 949 sayılı kararla 123.391 dönüm arazi müsadere edilmiştir.
4. 1995 yılında 931 sayılı KHK ile 900.000 dönüm araziye el konulmuştur. Bütün bu topraklar Araplaştırma ve etnik temizlik amacıyla kullanılmıştır.
Saddam Hüseyin'in devrilmesi ve Irak'ta güç dengelerinin değişmesinin ardından Kürtler, zorla ellerinden alınan haklarını hukuk ve anayasa yoluyla geri kazanmaya ve Kerkük sorununa köklü bir çözüm bulmaya çalıştı. Önce Hüküm Meclisi, sonra Geçici Devlet İdaresi Kanunu'nda ve ardından Daimi Anayasa'da bu sorunların çözümü için yol haritasını savundu. Ülkeyi yönetme gücü, Saddam'ın zulmünden mağdur olan siyasi parti ve güçlerin eline geçmişti. İnsanlar, Irak'taki değişikliklerin sadece simayı değil zihniyeti de değiştireceğini umuyordu.
Özellikle Kerkük ve Kürdistan Bölgesi dışındaki diğer Kürt bölgelerinde halk ve bütün Kürtler, Irak'ta güçlü bir konuma sahip olunacağı inancıyla büyük umutlar besliyordu. İktidar artık Sünni Arap milliyetçilerinin elinde değildi. Şiiler iktidardaydı ve geçtiğimiz yüzyılda birbirini izleyen Irak rejimlerinin iki ana kurbanı olan Kürtlerle birlikte geçmişin mağduriyetlerini tazmin edecek yeni bir Irak inşa etmek için bir ittifak kurulmuştu.
Anayasa'nın 140. Maddesinin uygulanması için Yüksek Kurul kuruldu ve kurulda Kürtlerin dışında Sünni ve Şii Arap temsilciler içerisinde birkaç tane de Kürt dostu yer aldı. ABD bir ölçüde Irak'ın yeni siyasi haritasını çizilmesi konusunda Kürt projesini destekliyordu. Gerçekte Kürtler, tüm Kürt bölgelerinde idari ve güvenlik yetkilerini elde etmişti. Kürtlerin kendi topraklarına ve evlerine dönebilmesi için zemin oluşturulmuş, ithal Araplar ise bu bölgelerde yaşayabilmeleri için imkan ve yer olmadığına, belli bir maddi tazminat karşılığında anavatanlarına dönmeleri gerektiği kanaatine varmışlardı.
Bu faktörler, Kürtlerin haklarını yasal yollarla geri kazanabilecekleri umudunu yaratmıştı. O zamanlar Kerkük teşkilatında Mam Celal (Celal Talabani) ile birçok görüşmemiz oldu. Toplantılardan birinde Kürtlerin ne yapması gerektiğini ve Kerkük'ün geri alınması için bu anayasal fırsatın nasıl değerlendirileceğini tartıştık. Mam Celal, ““Benim bildiğim, Adil Abdulmehdi dışında hiçbir Şii siyasetçi Kürt meselesinin meşruiyetine inanan bir zihniyete sahip değil, bu nedenle Kerkük'ün bize kolayca geri verilmesi beklentisi içinde olamayız” dedi.
Mam Celal'in bu ifadesinden alıntı yapmamın amacı şudur; son yirmi yılın deneyimi, Kürtlerin meşru taleplerini geri alma konusundaki ihmallerinin yanı sıra, Şii iktidarının da Sünni rejimin gasp ettiği Kürtlerin haklarını geri vermeye istekli olmadığını kanıtladı. Üstelik, Saddam rejiminin 1991’den sonra el çektiği Güney Kürdistan'ın keri kalan bölümünü yeniden ele geçirmenin yollarını arıyorlardı.
Bu Şii stratejisini kanıtlayan en bariz olgulardan biri, Federal Mahkeme'nin Kürdistan Bölgesi'nin yapısına karşı peş peşe aldığı ve işgalinin önünü açan kararlarıdır. Bir diğeri ise ordu ve Heşdi Şabi tarafından desteklenen Arapların Kerkük'teki Kürt çiftçi topraklarına akınıdır.
Federal Mahkeme, Kürtlere ait olan her şeye “anayasaya aykırılık” ve “anayasal prosedürlerden sapma” gerekçesiyle el uzatabiliyor. Ancak anayasanın Kürtlere tanıdığı haklarla ilgili tüm hükümleri de açıkça ihlal ediliyor ve buna karşı hiçbir tavır yok. Irak anayasası, ithal Arapların kendi yurtlarına dönmeleri gerektiğini şart koşuyor. 140. Madde ayrıca geri dönüş prosedürlerini de tanımlıyor ve geri dönenlere maddi tazminat veriliyor. Şimdi gruplar halinde Kerkük'e dönüyorlar, Federal Mahkeme bu anayasal ihlale göz yumuyor, Kürt ve Türkmen köylülerin ve çiftçilerin her gün arkasına ordu ve Heşdi Şabi’yi alan Arapların işgaline karşı feryatlarına kulak tıkıyor.
Burada daha da ilginç olanı, Baas rejimi Araplaştırma sürecinin çeşitli aşamalarında Şii Arapları nasıl bir işgal aracı olarak kullandıysa benzer şekilde Şii iktidarın da Havice ve çevresindeki Sünni Arapları, Kürt ve Türkmen çiftçilerin başına bela etmesidir. Bu Araplar Kerkük'ün güneydoğusundan kuzeybatısına kadar hergün Kürt ve Türkmen köylü ve çiftçilere saldırıyor, köylerini boşaltmakla tehdit ediyor. Ordu ise çiftçileri topraklarına geri dönmeyeceklerine dair zorla belge imzalatıyor.
Kerkük'te Kürt topraklarını işgal etmek için Sünni Arapları destekliyorlar ama Kerkük dışında Diyala'dan Ninova Ovası'na kadar Sünni Araplara ait yüzbinlerce dönümlük toprağı da ele geçirilerek Şiilere veriyorlar.
Şii iktidarın bu ikiyüzlü politikası, sadece Kürtleri kovarak topraklarını ele geçirmeyi değil, aynı zamanda bölgedeki Kürtler ile Sünni Araplar arasında derin bir çatışma yaratmayı da hedefliyor.
Bununla Şiileştime sürecinin önü açılıyor. Saddam'ın öncülüğünü yaptığı Araplaştırma süreci kapsamında ilhak edilen yüzbinlerce dönümlük Kürt ve Türkmen topraklarının Savunma Bakanlığı'na devredildikten sonra Şii Heşdi Şabi üyelerinin aileleri üzerinde paylaşılması ihtimali de var. Bir yandan ithal Arapları yeniden işgal sürecine sokmuş, diğer yandan da Irak ordusunu soruna taraf etmiş ve Saddam'ın devrilmesinden sonra sahiplerinin kullandığı topraklara yeniden el koymak istiyor.
Oysa Saddam'ın devrilmesinden sonra yönetime gelen ilk konsey, ardından 2011'de Irak Parlamentosu ve Irak Bakanlar Kurulu, Devrim Konseyi Liderliğinin tüm kararlarını iptal etme kararı almıştı. Irak anayasası, bu toprak ve mülklerin mülkiyet hakkını açıkça hak sahiplerine iade ediyor. Ancak ne sözde anayasal olarak yönetimi denetlemek için kurulan Federal Mahkeme, ne de parlamento ve hükümet bu haksızlıklara karşı ses çıkarmıyor.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın