Türkiye’nin kurucu ve süreğen ideolojisi, artık her kurum ve uygulamaya nüfuz etmiş olan Kemalizm’dir. Bu ideoloji; Sağcı Kemalizm, Solcu Kemalizm, İslamcı Kemalizm vb. şekillerde ifade edilebilecek, kendisine ait farklı biçimler oluşturmayı başarmıştır.
Bir lider kültü ve temsil ettiği ilkeler çerçevesinde özetlenebilecek olan bu ideoloji, Jakobenizmi bir yöntem olarak kullanır. Yani, toplum içinde amaçladığı değişimi tepeden inme ve dayatmacı yollarla gerçekleştirmeyi esas alır. Bunu; Kılık-kıyafet ve Şapka Kanunu’ndan Harf İnkılabı’na, halk müziğinin yasaklanmasından “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasına kadar birçok uygulamada görmek mümkündür.
Ara ara küçük demokrasi deneyimleriyle bölünmüş dahi olsa aslında Türkiye, bir askerî vesayet ve diktatöryal demokrasi geleneği oluşturmuştur. Siyaset ve ülkenin yönetim anlayışı da tümüyle bu Jakoben ideolojinin yansıması olarak kurgulanmıştır.
Yazık ki, artık ayrılıkçı ve bağımsızlıkçı olmayan Kürt muhalefeti de düzenle bütünleşme sürecinde bu sefil kültüre dayanıyor. Benzerleri gibi Kürt Kemalizmi ancak iki şekilde üretilebilir. İlki, bağımsız veya değil ama Kürdistan’da Kemalizm’i taklit eden bir yönetim anlayışının ortaya çıkmasıdır. Bu, görece iyidir. Fakat ikincisi Kürtlerin sonunu hazırlar çünkü Kemalizm’in 90 yılda yapamadığı entegrasyonu tamamlamayı vazife sayar: Kürtler içindeki bir gücün Kemalizm’e asimile olması, kendisinin yerine geçmesi, onun dublörlüğü ya da temsilciliğine soyunarak mevcut sistemin sürmesini sağlaması.
1990’ların başında ortaya çıkan ve Kürtlerin kurduğu Halkın Emek Partisi (HEP) bir sistem partisi olan Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile ittifaka gitmiş ve yetmiş yıldan sonra ilk kez Kürt kimliğini esas alan milletvekilleri Türk meclisine ayak basmışlardı. Onların meclise girişi bile kendi başına sisteme yönelik bir tacizdi. Meclise bir de Kürtçe ve Kürtleri temsil eden renkler taşınınca olanlar oldu. Bu, Kuzey Kürdistan sathında yeni bir dönem başlatmış ve HEP ile başlayan süreç, Türkiye’nin kurucu ideolojisi Kemalizm’i siyasette temsil eden CHP-SHP-DSP gibi partileri Kürt illerinde tabela partisi haline getirmişti.
Modernist yaklaşımlarında tümüyle benzer olsalar dahi HEP ile bu diğer partiler Kürt ve Türk olarak iki zıt kutbu temsil ediyorlardı ve HEP’in başarısı, şüphesiz, Kürtlerin kazanması anlamına geliyordu. Bir hatırlatma yapmak gerekirse -ki Kürtlerin hafızası zayıftır- HEP’li vekillerin tümü Kürttü ve Kürt illerinden yine Kürtlerin oylarıyla seçilmişlerdi: Mahmut Kılınç, Adıyaman’dan; Adnan Ekmen ve Nizamettin Toğuç, Batman’dan; Hatip Dicle, Fehmi Işıklar, Salih Sümer, Mahmut Uyanık, Sedat Yurtdaş ve Leyla Zana, Diyarbakır’dan; Mehmet Sincar, Ahmet Türk ve Mehmet Ali Yiğit, Mardin’den; Muzaffer Demir, Sırrı Sakık ve Emin Sever, Muş’tan; Zübeyir Aydar ve Naif Güneş, Siirt’ten; Mahmut Alınak, Orhan Doğan ve Selim Sadak, Şırnak’tan ve Remzi Kartal ise Van’dan.
Bugün şüphesiz Türk egemenlik sistemini ve Kemalist ideolojiyi Kürdistan’da AKP temsil ediyor ve onun dışında görünürde bir Türk partisinden söz etmek mümkün değil. HDP’nin Kürt illerinde yükselişi ve AKP’yi bir tabela partisi haline getirmiş olması şüphesiz Kürt siyasal hareketinin seyri açısından iyi bir şeydir.
Fakat bugün HDP kendisini bir Kürt partisi değil bir Türkiye partisi olarak ifade ediyor. Ki Türk devleti ve kamuoyunun HDP’den önceki Kürt partilerine karşı yaptırımındaki temel savunu bu partilerin Türkiye partisi olmadığı ile ilgilidir. Bazen bu haliyle bile suçlanan HDP ise, zımni olarak bile Kürdistan’a statü ve hak talebi olmayan bir parti olarak arzı endam ediyor. Ne olduğunu bir türlü kimsenin bilmediği ve partinin tüzük, program ve bildirgelerinde dahi açıkça ifade edilemeyen “Demokratik Özerklik” ise salt Kürtler ve Kürdistan için bir talep değil; zira Türkiye’nin 22 idari bölgeye ayrılmasını esas alıyor ve bunların içinde de Kürdistan diye bir bölge yok.
Kürtlerle tek ilişkisini Kürdistan için verilen bedelleri zimmetine geçirmekle kuran ve sandıkta Kürtlerin en çok oy verdiği parti olarak listelere giren HDP’yi bu anlamıyla tanımlamak da güçleşiyor. HDP bir Kürt partisi midir? HDP bir Türk/iye partisi midir? Ya da HDP, sistemin Kürdistan’daki yeni temsilcisi ve devamlılığının garantisi midir?
Birkaç gün önce medyaya da yansıyan bir örnek, bu soruya dair cevaba yaklaştırabilir bizi. HDP’nin Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ, Siirt ziyaretinde beraberindeki kalabalık ile birlikte Ankara’daki patlamada çocuğunu kaybeden bir aileyi de ziyaret etti. Görüldüğü üzere Figen Yüksekdağ, Türkçe bilmeyen bir anneye müteessir bir ses tonuyla Türkçe bir nutuk atıyor, anne de Yüksekdağ ve partisinin bu son olaylardaki eksiklik ve yanlışlarını sıralıyor ama Yüksekdağ anlamadığı için de sürekli başını sallayarak durumu evetliyor.
Ziyarette bulunanlardan biri Kürdoloji hocası ve Siirt milletvekili Kadri Yıldırım ama ortada tercüme yapan kimse de yok.
Tarafgirliği yeterince kemikleşmiş olanlar bu durumun saçmalığını Figen Yüksekdağ’ın yerine ancak Recep Tayyip Erdoğan’ı koyarak anlayabilirler. Büyük ihtimalle bu durum karşısında tepkilerini günlerce ortaya koyarlardı. Ama ne yazık ki artık Kürdistan’daki işgal valilerinin dahi Kürtçe öğrendiği ve konuştuğu bir dönemde bile Kürtler adına siyaset yapanlar, Kürtleri yönetenler, Kürtler adına masaya oturup pazarlık yapanlar, Kürtlerin kanı üzerinden vekillik ve başkanlık maaşı alanların “rojbaş, şevbaş, heval” dışında Kürtçe kelime bilmediği zamanlar yaşıyoruz.
Figen Yüksekdağ’ı Kürtler tanımıyor. Açıkçası, yıllardır Kürt siyasetinin içinde olan biri olarak ben de ismini iki yıl önce HDP’nin başına getirilmesi ile duydum. Bu partiye yakın haber sitelerinin arşivlerindeki aramalarda da durum aynısı. HDP’den öncesine ait onunla ilgili tek bir haber dahi bulunmuyor. Dahası kim olduğunu birkaç ay önce bir gazete söyleşisinde yine onun sözleriyle tanıdık. Ailesi milliyetçi ve MHP’li bir Türk kızıymış. Kürt mücadelesine uzakmış.
Liseyi dahi bitirememiş ama bugün oylarının neredeyse tümünü aldığı Kürtlerin hem eşbaşkanı hem de hayatında sadece vekil olmak için gittiği Van’ın milletvekili. Kısmet olursa birkaç gün sonra Van’dan ikinci kez vekil olacak. Kürtleri tanımıyor, Kürtçe bilmiyor ama onları temsil ediyor. Zaten Kürtlerin sempatisini almak için “heval” demesi yetiyormuş. Onun Van’dan vekil oluşu ve şimdi de yeniden adaylığı Van’lıların tercihi değil, Van’da yürüttüğü çalışmaların bir sonucu değil, halkın kendisine gösterdiği teveccühün bir sonucu hiç değil.
Varsa yoksa yukarıdan tanzim edilmiş bir liste ve bu listeye odun dahi konulsa, Kürt mücadelesine duyduğu aşktan oy verecek bir kitle. Keşke sadece Figen Yüksekdağ olsa. 7 Haziran seçimlerinde HDP’den vekil olanların yarısından fazlası Kürt değil. Ne önemi mi var diyorsunuz? Bir önemi yoktuysa bunca bedel niçin verildi? Zira zaten Türkler, Kürtleri temsil ediyordu ve bu mücadele Kürtler kendi kendilerini yönetebilsinler diyeydi. Yoksa durduk yerde 50 bin ölü, 10 milyon göç ve 6 bin yakılmış köy mü verilir?
Bu bir ruh halinin devamıdır. Kemalizm kendisini Kürt mücadelesinin eliyle Kürdistan’da yeniden var ediyor ve işgalini kalıcılaştırıyor. Üstelik Jakoben tavrı da sürüyor. Halk adına, halkın anasını ağlatarak ve halkın anasının dilinden de anlamayarak. Bu, Türk sömürgeciliğinin olağan biçimidir.
Katıldığı bir programda “Bizi bin yıldır kardeş yapan Müslümanlığımızdır. Çok şükür birbirimizi selamlarken, kucaklarken birbirimize Xwedê ji te razi be (Allah razı olsun) derken aynı düşünceyle hareket ediyoruz” diyerek bildiği tek Kürtçe cümlenin bu olduğunu belirten Bülent Arınç’ın durumu da tam olarak budur. Bin yıldır kardeşmişiz ama adam bir tek “Xwedê ji te razî be”yi biliyor. Çünkü bizi onunla esir etmesini iyi biliyor.
Kürtlerin, HDP’nin eliyle düşürüldüğü durumun daha iyi anlaşılması için TBMM’nin birinci ve ikinci döneminde Kürt illerinin vekillerine göz gezdirelim. Bir kısmı asker olan ve Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda Kürdistan’da bulunmuş olanlar, Kürt illerine vekil olarak atanmış ve seçilmişlerdir. Bazıları ise ne vekillik öncesi ne vekillik sırasında Kürdistan’a uğramamışlardır bile.
Elazığ: Hasan Tahsin Berk, Selaniklidir; Cevat Çobanlı, İstanbulludur.
Ardahan: Hilmi Bey, Bulgaristan Filibelidir; Osman Server Atabek ise Ahıskalıdır; Halit Karsıalan, Çerkes Ahmed’in oğludur ve İstanbulludur; Hasan Tahsin Uzer, Selaniklidir; Talat Sönmez ise Ankaralıdır.
Ayntab: Ali Cenani Bey, İstanbulludur; bir Kürt kasabı olan ve daha sonra İstiklal Mahkemeleri’nden tanınacak olan Ali Kılıç ise İstanbulludur.
Bayazıt: Mehmet Atıf Bey, Rodosludur; daha sonra son Türkiye’nin dördüncü başbakanı olan Refik Saydam ise İstanbulludur.
Diyarbekir: Şükrü Aydındağ, İstanbulludur; günümüz HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün dedesi Kadri Ahmet Kürkçü aslen Bursalıdır ve Kürtlere korkunç katliamlar uyguladığı için meclis tarafından taltif edilmiştir; İbrahim Tali Öngören ise İstanbulludur ve Basra eski valisinin oğludur, Diyarbakır merkez olmak üzere Elazığ, Urfa, Bitlis, Van, Hakkâri, Siirt ve Mardin illerini kapsayan Birinci Umum Müfettişliği’nin ilk valisidir ve cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt katliamlarından sorumludur.
Ergani: İhsan Sağlam, Trabzonludur.
Erzurum: Bahri Sarıtepe, İzmirli; Münir Hüsrev Göle ise Bayburtludur.
Genç (Bingöl): Mehmet Celal Saraçoğlu, Anadanlıdır.
Hakkari: Mazhar Müfit Kansu, Denizlilidir; Asaf Süleyman Doras ise Bursalıdır.
Kars: Cavit Erel, Edirnelidir; Fahrettin Erdoğan, Sivalıdır; Ahmet Bey Ağayev ise ünlü bir Türkçüdür ve Dağlık Karabağ’ın Şuşa şehrindendir.
Malatya: Hüseyin Sıtkı Gür, Karamanlı; İsmet İnönü, İzmirli; Hilmi Oytaç, Selanikli; Ali Rıza Erten ise Mersinlidir.
Siirt: Mustafa Sabri Baysan, Denizlilidir.
Siverek: Bir önceki dönemde Ergani’den vekil olan İhsan Sağlam, Trabzonludur. Bir önceki dönemde Diyarbakır’dan vekil olan Kadri Ahmet Kürkçü aslen Bursalıdır.
Van: Haydar Hilmi Vaner, Karadağ’ın şimdiki başkenti olan Podrica şehrindendir; Kamil Miras ise Afyonkarahisarlıdır.
Urfa bu konuda da başı çekmiştir. Birinci dönemde mebusu Ali Saip Ursavaş, Kerküklüdür; aynı zamanda İstanbul’un ilk valisi olan Esat Bey ise Karahisarlıdır. İkinci dönemde bu isimlere eklenen Hüsrev Gerede, Edirnelidir; Dr. Refet Topçuoğlu, Bulgaristan’ın Hezargrat şehrindendir; Yahya Kemal Beyatlı ise Üsküplüdür. Üçüncü dönem Urfa mebuslarına eklenen Hasan Ferit Güven, Adanalıdır. Bir sonraki dönem TBMM’nin “Milli Türk Şairi” unvanı verdiği İstanbullu Mehmet Emin Yurdakul listeye eklenir. Beşinci dönemde bu durum daha da abartılır. Mebuslardan Fuat Gökbudak, Konyalıdır; Ali Behçet Günay , İstanbulludur; Tuğgeneral Ahmet Vefik Yazgan, Ürgüplüdür; Muhittin Dinçsoy, İstanbulludur. Altıncı dönemde de bu listeye yenileri eklenir: Hüseyin Sami İşbay (Coşar) İstanbulludur; Razi Soyer ise İzmirlidir. Yedinci dönemde durum aynıdır ve Urfa’nın yedi veklinden sadece bir tanesi Urfalıdır. Listeye bu sefer İstanbul’dan Mehmet Kazım Berker, Samsun’dan Esat Tekeli ve ayıp olmasın diye iki gece Urfa’da kalan ünlü şair Ahmet Kutsi Tecer eklenmiştir. Bu liste böyle uzayıp gider ama uzatmanın herhalde anlamı yoktur. Tabii Bursalı olan Behice Boran’ın 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nden Urfa vekili seçtirilmesi meselesi de unutulmamalıdır.
Tam yüz elli yıl sonra batılı ülkeler Türkiye’yi yeniden “hasta adam” olarak tanımlamaya başladılar. Bu sefer de Kürtler, bu hasta adamı kurtarmak için Türk misak-ı millisine sarılıyor ve devlet için taze kan olmayı vadediyorlar. Üstelik bunu hanedanlığı devralmak, Türkiye’de yönetimi Kürtler ve Kürdistan lehine ele geçirmek isteyen Kürtler olarak değil, Kürtleri yok etmek üzere kurgulanmış sistemin bir dublörü olarak yapmak istiyorlar. Uyguladıkları yöntem de Kemalizmin ilk yıllarını hatırlatıyor: Van’dan Adanalı Figen Yüksekdağ ile Çanakkaleli Yurdusev Özsökmenler; Diyarbakır’dan Bursalı Nursel Aydoğan ile Gümüşhaneli Ziya Pir ve diğerleri.
AKP’de de durum bundan farklı değil. Urfa Büyükşehir Belediye başkanları Maraşlıydı. Şu an birinci sıradaki vekil adayları Faruk Çelik ise Artvinli.
Kürtler, eskiden İbrahimi bir geleneğin sahibiydiler. Ellerindeki baltayla kendi iradelerine el koyan Nemrutları ve putları kırıyorlardı. En azından yakın bir zamana kadar da kendi ülkelerine bir karabasan gibi çöken işgalci Türk / Türkiye / Kemalizm putunu kırmayı amaç edinmişlerdi ve bu uğurda da inanılmaz bir mücadele ve emek verdiler. Ama şimdi, ellerine Türk bayrağı alarak baltayı putun boynuna astılar. Kendileri de putun içine saklanarak bizi onun bir parçası haline getirmek istiyorlar. Evet. Buna itiraz edilmelidir.
Okura Not: Seçimlerle ilgili tavrım üzerine çokça soru geldi. Seçimleri yine boykot ediyorum ve oy kullanmayacağım. “HDP’ye oy verelim mi?” diye soranlara verebildiğim tek bir cevap var: Oyunuzu verecekseniz Kürdistan için verin, vermeyecekseniz de Kürdistan için vermeyin; kıstasınız Kürdistan’ın yüce menfaati ve milli mücadelesi olsun.
Twitter: https://twitter.com/ibrahimhbaran
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın