Kürt-Türk evlilikleri

Kürtler ne zaman haklarından bahsetse, Türklerin cevabı hazırdır: “Etle tırnak gibiyiz. Kız aldık kız verdik.Metropollerde milyonlarca Kürt var. Din kardeşiyiz, biriz, beraberiz.”

Oysa diğer milletler de birbiriyle evleniyor, aynı dinden olabiliyor, onların da milyonlarcası ülkeleri dışında yaşıyor ama nedense bu faktörler bir tek Kürtlerle Türkleri ayrılmaz şekilde birbirine bağlıyor. Ortada ciddi bir yanlışlık var.

Siyasi haklar konuşulduğunda, siyasal olanla ilişkisiz gibi görülen evliliğin gündeme gelen argümanlardan olması, konuya mercek tutmamızı gerektiriyor.

Türkler göçebe bir topluluk olduğundan dışarıdan evlilikleri yaygındır. Kürtler ise yerleşik bir ulustur. Kürtlerdeki yarı-göçebelik, Kürdistan’ın bir tarafından diğer tarafına, yaylak ve kışlak değişimi şeklindedir. Bu nedenle Kürtlerde dışarıdan evlilikler yaygın değildir. Hatta Alevi ve Êzidi gibi Kürt toplulukları kendi inançlarından olmayanlarla pek evlenmez.

Dışarıdan evlenmeyen Kürt aşiretlerinin sayısı da azımsanmayacak derecededir. Bunun sonucunda Kürtler doğal ulus özelliklerini yüzyıllarca korumuştur. Farklı kültür ve kimlikler arası evlilikler daha çok modern dönemin Kürtlerde yaygınlaştırdığı bir olgudur. Peki, bunda bir sakınca var mıdır?

Eş ve partner seçimi, sanılanın aksine çoğunlukla romantik reflekslerle değil; meslek, yaş, din, sosyal sınıf, coğrafi yakınlık ve etnisite gibi kategoriler gözetilerek gerçekleşmektedir. Etnisitenin evliliklerde belirleyici olması, diğer kategorilerin belirleyici olması kadar doğaldır. Kürt bilinci bu konuda “Jina bîne ji malan, da xwarzê bidin xalan" gibi birçok atasözüne sahiptir.

Kürt kimliği, dili ve kültürü bir devlet güvencesinden yoksun olduğundan, dışarıdan evlilikler Kürtler için ciddi sakıncalar içermektedir. Devlet güvencesinde olan kimlikler dışarıdan evlilikler yapsa da, yaygın bir yaşam alanı olduğundan kaybolmaz. Ancak Türk, Arap ve Fars üst kimlikleri “Kürtleri kendilerine mal etme” ve Kürtlüğe dair her şeyi yutmaya odaklı olduğundan, bu kimliktekilerle yapılan evlilikler Kürtlük değerlerinin kaybolmasını sonuç vermektedir.

Kürt-Türk evlilikleri sosyokültürel bakımdan farklı olanların çapraz evliliği (intermarriage) olup bu tür evlilikler asimilasyonu hızlandırmakta, literatürde erime potası (melting pot) kavramıyla açıklanmaktadır. Uzmanlar çapraz evliliği azınlık grubun baskın gruba dâhil olduğunun göstergesi saymaktadır.

Kürt-Türk evliliklerinin temel sakıncası bu kimliklerin iki ayrı etnisite olmasından çok, çatışan kimlikler olmasıdır. Bu çatışma, Türklüğün üst kimlik olarak dayatılmasından kaynaklanmaktadır. Bu kimliğin her bir üyesinin tek tek bu anlayışta olması gerekmez. Bu zihniyetin çoğunluk tarafından benimsenmesi ve egemen ideoloji olması bu tür nitelemeler için yeterlidir.

Türklük baskın kimlik ve baskı kimliği olduğundan, çapraz evliliklerde Kürt olan taraf otomatik olarak örselenmekte, benliğinden uzaklaşmaktadır.

2019 yılında hazırlanan Kürt-Türk çapraz evliliklerine ilişkin bir yüksek lisans tezinde Kürtler ve Türkler arasında bir fark olup olmadığı sorusuna Kürt erkek eş, benzer durumdakilerin klişe cümleleriyle cevap vermiştir:

“İnsanız hepimiz. Hani ben diyorum ki sana ben Kürd’üm ama aynı zamanda da bu memleketin insanıyım Türk'üm. Bir de her şeyden önce Müslüman’ım. Bu önyargıyı falan da daha çok biz kendimiz yaratıyoruz.” Buna göre Kürt olan taraf, insan, Müslüman ve Türk kimliklerine sığınarak Kürtlükten kopuşunu ifade etmektedir.

Kürt-Türk çapraz evliliğinin esas sorunlu alanı ise çocuklardır. Bu tür bir evlilikte Kürt tarafın çocuğa Kürtçe öğretmesi, Kürt kültürünü ve tarihini benimsetmesi adeta imkânsızdır.

Ayrıca çocuk büyüdüğünde kendisini güçlü olan tarafa nisbet edecektir. Bu durumda çocuğun kendisini Kürt olarak tanımlaması çok düşük bir ihtimaldir. Türkler bırakın Kürtçe öğrenmeyi, İngilizce gibi herhangi bir dünya dilini bile kolay kolay öğrenmemektedir. Bu nedenle Türkleşmek kaçınılmazdır.

Nitekim gen araştırmalarından, Türkiye’deki Orta Asya geninin en fazla %7 civarında olduğu, bu durumda Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun diğer ulusların Türkleşmesiyle meydana geldiği bilinmektedir.

Psikososyal ve kültürel sorunlara paralel olarak, Kürt-Türk evliliklerini sorgulama konusu yapan asıl neden, bunun bir devlet projesi olmasıdır. Konunun ciddiyeti magazinel tartışmaların çok ötesindedir.

1925’te devletin kurucu kadroları tarafından hazırlanan Şark Islahat Raporu’nda Kürt nüfusunun nerede yüzde kaç oranında sınırlanacağı, Kürtlerin taşınmaz edinme ve kiralama ilişkileri, Kürtler arasına yerleştirilecek Türklerin güvenliklerinin özel olarak sağlanması, nerelere Kürt memur atanıp atanmayacağı, bazı kasaba ve şehirlerde Türkçeden başka dil kullananların cezalandırılacağı, ocak ve mekteplerin açılması, kız okulları, yatılı okullar, özellikle kadınların Türkçe konuşmasının sağlanması, yapılacak yollar, tren güzergâhları gibi sıradan görünen hizmet ve düzenlemelerin tamamının Kürt asimilasyonu odaklı olduğu görülmektedir.

1930 başlarında valiliklere gönderilen “Türkleştirme uygulamasına ilişkin” gizli genelgede Kürtçe konuşulmasının son bulması için Kürt köylülerinin Türk köylerine dağıtılması, Kürtlerin köy ve mahalle kurmalarının önlenmesi, Türkçe konuşmanın ve “som Türklüğe” mensup olmanın sadece şerefli değil aynı zamanda kârlı bir iş olduğunun gösterilmesi planlanmıştır.

Bu genelgenin konumuz açısından dikkati çekici yanı ise “Türkçenin yaygınlaşmasına çalışmak; Türk kızlarının Türkçe konuşmayanlarla evlendirilmesini teşvik etmek” şeklinde ifade edilmiştir. Bu tür ilişkilerle Kürtlerin Kürtçeden ve Kürt kimliğinden uzaklaştırılarak Türkleştirilmesi hedeflenmiştir. Bu plan halen yürürlüktedir.

Bu yönüyle Kürtler ve Türkler aynı durumdaymışçasına, bu iki kimliği eşitleyerek yapılan değerlendirmeler yanıltıcıdır. Türk kimliğinin korunmaya ihtiyacı yoktur. Türkçenin kaybolma ihtimali ve Türklere dayatılan bir üst kimlik bulunmamaktadır.

Türklüğü ve Türkçeyi koruma çabası daha çok otorite kurma, ırkçılık yapma yönelimidir. Oysa Kürt kimliği günden güne erimekte, UNESCO kayıtlarında Zazaca gibi kimi Kürt dil ve lehçelerinin yakın dönemde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtilmektedir. Hayatın hiçbir alanında yaşam hakkı tanınmayan, meclis kayıtlarına bile “X, bilinmeyen dil” şeklinde geçen Kürtçenin yok olması Kürdistan’a egemen devlet ve dayatılan üst kimlik politikasının sonucudur.

Kürtlerin bu tür konularda genel, evrensel, insani ve romantik söylemlerle gerçeklerinden kaçma lüksü yoktur. Yangın yeri Kürt’ün evidir. Kürt’ün kimlik, dil ve değerlerini korumak için ortalama insan reflekslerini aşan davranışlarını yadırgayan ve bastıran her yaklaşım Kürt’ü bu gerçekliğinden uzaklaştırıp, kimlik ve kültürünün yok oluşuna hizmet eder. Bunun hangi niyetle yapıldığının bir önemi yoktur. Bu anlamda Kürt-Türk aşk, partnerlik ve evlilik ilişkilerini normalleştiren her yaklaşım sorunludur.

Kürt-Türk evliliklerinin birey ve çocuklar üzerindeki komplikasyonları ve dil asimilasyonundaki rolü, yeterince araştırma konusu yapılmamıştır.

Islahat raporlarına, genelgelere ve devletin sistematik çalışmalarına rağmen bu konuda bir sessizliğin olması ilginçtir. Bu sessizlikte Kürt aydın, yazar ve siyasetçilerinin önemli bir kısmının çapraz evlilik yapması ne ölçüde rol oynamaktadır? Erkeklere oranla kadınların Kürtçeden daha çok uzaklaşmasının bu konuyla ilişkisi nedir? Yapılacak objektif çalışmalar bu tür sorulara cevap verebilir ve Kürt-Türk çapraz evlilikleri konusunda bir farkındalık oluşturabilir.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)