16 Ekim’den sonraki şok

Kürdistan Bölgesi’ndeki bağımsızlık referandumu sonuçları veyahut daha ayrıntılı söylemek gerekirse 16 Ekim 2017’de Kerkük’te yaşanan yenilgi siyasi ve psikolojik bir şok tarattı ki bu şok Kürt meselesine büyük darbe indirdi. Sadece Kürdistan Bölgesi’sini değil Kürdistan’ın tüm parçalarını da etkiledi.

İçerde olduğu kadar uluslararası alanda da yansımaları oldu. Öyle ki şimdi bile Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasi sürece bakıldığında bu şokun etkilerinin atlatılmadığı, özellikle de KDP ve KYB arasındaki çekişmeyi başa sardığı görülüyor.

16 Ekim olayları Kürdistan Bölgesi ile Bağdat ilişkilerini de etkiledi. En ağır etkilerinden birini de Kürtler arasında Kürdistan Bölgesi’nin Bağdat’ın egemenliği altına girmesini çözüm gibi gören siyasi algının ortaya çıkmasıyla gördük.

16 Ekim’in Kürt meselesine vurduğu darbeyi belkide yüzyıldır Türk, Arap ve Farslar vurmadı. 16 Ekim olaylarının Kürt siyasi bireylerlerinin zihninde yarattığı tahribatı hiçbir bölge devleti yaratamadı.  Öyle ki şimdi sosyal medya mecralarında yazıp çizen bazı siyasi ve kültürel aktivistler, iktidardaki partilerimizdense Kürdistan Bölgesi’nin direk Bağdat’tan yönetmesinin daha iyi olacağını savunuyor.

Hakikaten bu anlayış özelde Kürdistan Bölgesi’nin siyasi statüsü ve genelde de diğer parçalardaki Kürt davası açısından tehlikeye işarettir. Tabi çoğumuz da biliyoruz ki bu bakış bir kitleden çok iç çekişmelerden olumsuz etkilenen bazı çevrelere aittir ki gerçekte Irak’ta son 17 yılda Şiilerin hükümranlığı altında yaşanan durum ve ortaya çıkan veriler bu görüşün ne denli yersiz olduğunu kanıtlıyor.    

Burada bahsetmek istediğim asıl mesele 16 Ekim olaylarından sonra yaşanan ve etkisini günümüze kadar da sürdüren siyasi ve psikolojik şoktur. Bu şok yüzünden Kürdistan Bölgesi şu ana kadar ortak siyasi bir söyleme sahip olamamış, Bağdat nezdinde konumunu yitirip silikleşmiştir.

2003’ten sonra Bağdat’a karşı Kürdistan Bölgesi’nin güçlü bir konuma sahip olmasının nedeni Irak’taki Şii-Sünni çekişmelerinden kaynaklandığı doğru. Ancak diğer bir nedeni de Kürtlerin Sünnilerden, Şiilerden ve diğer etnik gruplardan farklı bir amaç ve davaya sahip olmasıydı. Bu nedenle 2005 yılında gerçekleştirilen Irak Anayasa Referandumu’na Kürdistan kentlerinde katılım oranı Irak’ın diğer kentlerinden daha yüksek oldu.    

Kürdistan Bölgesi’nin federal yapısının arkasında ulusal bir mesele vardı. O süreçte Kürtler Bağdat’ta tek sesti ve ne istediklerini biliyorlardı.

Paul Bremer’in anılarını okuduğunuzda bu gerçeği görürsünüz. Anayasaya yerleştirilen ve Kürdistan Bölgesi’nin statüsünü bugüne kadar da koruyan maddeler bu siyasi amaç ve ulusal davaya dayanıyordu ki Irak ve ABD tarafından da kabul edilmişti.

Şu an ki koşullar 2003’te olsa belkide ne Irak ve ne de ABD, Kürdistan Bölgesi’nin bugünkü anayasal haklara ve siyasi statüye sahip olmasını kabul etmezdi.

Iraklılarınkinden farklı bir meselesi ve Araplardan farklı bir millet olduğu, bu nedenle meşru bir davaya sahip olduğu gerçeği ortadan kalktıkça Irak içerisinde federatif bir statüye sahip olarak kalma şansı da günden güne azalır. Yani eğer farklı ulus ve toprak meselesine sahip değilse “Kuzey Irak”ın yarı bağımsız bir bölge olması niye zaruri olsun ki?

Bugün bir grup Kürt vekikilin de savunduğu “Bağdat idaresi altına dönülmesi” anlayışı aslında Kürdistan Bölgesi’nin 2017’den beri amaçsız ve davasız kalmasının bir sonucudur. Çünkü eğer Kürdistan meselesi sadece iyi hizmet taleplerine sıkıştırılacaksa neden Irak’tan ayrı olunsun ki? Bu durumda Kürdistan Bölgesi Bağdat’a bağlanarak vatandaşlarına daha iyi hizmet de sunabilir.   

Hiç şüphe yok ki geçmişte Kürt siyasi partiler de Kürt meselesini kendi çıkarları doğrultusunda kullandı. Fakat bu meselenin özünü sorgulatır hale getiremez. Kürt meselesi bölgede çapında meşru bir meseledir ve tüm dünyada şu anda bile kendi dilinde şarkı dinlediği,, okuma-yazma öğrendiği için hapse atılan tek millettir.

Tüm bu umutsuzluk ve amaçsızlıklardan daha tehlikeli olan ise, Bağdat’ta büyüyen ve iktidarlaşan yeni eğilimdir ki bu eğilim tüm benliği ile 2003 sonrası Irak için yeni bir “ulusal kimlik” inşası içerisindedir.  

Bu eğilim 2003’te siyasi ve anayasal ittifak temelinde kurulan Irak siyasi sistemini yeniden gözden geçirme ve merkezi yönetimi güçlü hale getirme emeline sahiptir. Elbette unutmamak gerekir ki Amerikalıların birçoğu ve İngilizler de bir süreden beridir bu eğilimi destekliyor. Baas sonrası Irak’ta istikrar ve huzur için bunu çözüm olarak görüyor ancak Iraklıların kendilerinin buna karar vermesini arzuluyorlar.

Bölgesel güçler ve özellikle de Türkiye, Kürdistan Bölgesi ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmiş görünüyor. Özellikle Erbil’le ilişkilerinde merkezi yönetime dönülmesi şartını önplana alması buna işaret ediyor.

Bahsettiğimiz tüm bu tehlikelerin bir nedeni eğer yerel iktidarın başarısızlıkları ise diğer nedeni de iktidar güçleri arasındaki çekişmelerden ileri geliyor. İster hoşumuza gitsin ister gitmesin ama Kürdistan Bölgesi’nin isitkrarı iki temel nedene bağlıdır; birincisi KDP ile KYB arasındaki ilişkilerin istikrarı, diğeri ise  bölgesel güçlerin, özellikle de Türkiye ve İran’ın Kürdistan Bölgesi’ndeki çıkarlarının dengelenmesine.

Bu olasılık gönlümüze göre ve hatta siyasi güçlerin gönlüne göre de olmayabilir. Fakat artık zorlu bir jeopolitika arasında kalan ve siyaset ile korunma ikilemi arasında gidp-gelen Kürdistan gibi bir bölge açısından tüm sonuçların herkesin gönlüne göre olabilme ihtimali de nadirdir.