Alman halkı bayrağını taşımaktan utanıyor
Almanya Gezi Notları (3)
Her sabah kalktığımda içimde Kafka’nın böceğinin kımıldadığını hissediyorum. Böcek içimde bir yerlerde kuluçkaya yatmış. Saatin sarkacı gidip geldikçe böcek büyüyor, ruhumu ele geçiriyor; beni büsbütün dönüştürüyor. Tam bir paradoksal metamorfoz hali. İnsanlığımı kazanmam için böceğimi büyütmem gerek.
Evlerinde yatanlar, sokağa çıkanlar, iş yerlerine gidenler gerçekten insan mı? Kuşkuluyum. Zira Kant’ın numenlerinden haberdar olan insanlar o kadar az ki. Gerçekten Kant’ın bu topraklarda yaşadığına inanamıyorum.
Metafizik acılar çeken, yolculuk ötesi sorular soran insanlar yok. Her kesin aklı fikri burada, her kesin kalbi burada atıyor, her kesin beyni parçalanmış.
Üniversitelerde durum farklı mıdır? Aşağı halk kesimi ile üniversiteler arasında görünmez, aşılmaz duvarlar mı yükseliyor?
*
İstanbullu Mustafa ile sohbet ettim. Doğma büyüme buralı Mustafa. Onun dediği açık ve net: Burada her şey olabilirsin, aşırı dinci olabilirsin, illegal bir örgüte dahi sempati besleyebilirsin ama asla Hitler’i savunamazsın.
Bu konuyla ilgili bir olay anlattı. Alman bir arkadaşı facebook üzerinden başka bir milleti eleştirmiş. O milletten biri de bunu Alman polisine şikayet etmiş. 15 bin Euro ceza vermişler adama.
Alman halkı hala Alman bayrağını taşımaktan utanıyor, göğsünü gere gere ben Alman’ın diyemiyorlar. Sebebi Hitler faşizminin Yahudilere yaptığı soykırım. İnsanları gaz odalarında öldürmek, fırınlarda yakmak…
Gerçekten de Alman bayrakları pek yok. Öyle görünüyor ki daha uzun yıllar boyunca Hitler’in kara lekesini taşıyacak Alman bayrağı, Almanlar bu katliamın ağırlığı altında ezilmeye devam edecekler. Alman kartalının ayaklarına vurulan Nazi prangası daha uzun yıllar boyunca varlığını devam ettirecek. Doğrusu bir daha Alman kartalı Alman halkının göğünde özgür ve onurlu uçar mı, şüpheliyim. Çünkü durum çok vahim. İlk defa bir halkın toplumsal travma geçirdiğine şahit oluyorum. Dünyanın en büyük filozoflarını çıkaran bir halktan nasıl Hitler gibi canavar çıktı, gerçekten de araştırılmaya değer. Zaten halk korkuyor bu karanlık yönünden. Onlar öyle sanıyor ki Alman halkının derinliklerinde başka Hitlerler pusuya yatmış, ortaya çıkmak için uygun fırsatı arıyorlar. Hitlerin ortaya çıkması da böyle olmadı mı? Kısa sürede ulusal birliğini sağlayan ve sömürgelerden pay isteyen Almanya, Birinci Dünya Savaşından ağır bir yenilgi almasaydı Hitler canavarı ortaya çıkmazdı. Canavar propagandalarla kendini yenilmiş ve parçalanmış Almanya’nın tek kurtarıcısı olarak gösterdi. Halka umut pazarladı. Halk da buna inandı, inanmak istedi başka çaresi olmadığı için. Bu açıdan Hitler’in ortaya çıkmasının sosyolojik gerçekleri göz önünde bulundurulursa Hitler’in kurtarıcı olarak ortaya çıkması daha iyi anlaşılır. Her şey bittiğinde çok geçti. Hitler’e destek veren Alman halkı başını önüne eğdi. Hala da başları önüne eğik Alman halkının. Utanıyorlar; ben Hitler’i ortaya çıkaran Alman halkının bir ferdiyim, diyemiyorlar. Alman halkı düşünmeden sadece üretiyor. Eski Almanya felsefe yaparak düşünce üretirdi, Hitler sonrası Almanya ise düşünmeden, sorgulamadan sadece üretiyor. Eski Almanya’nın özgür ve onurlu kartalı vardı, yeni Almanya’da panzerin arkasına saklanmış ezik Alman var.
*
12 yıldır burada yaşayan Pazarcıklı Aziz’in tanıklığı: “Halkın yüzde 60-70’i evinde köpek besliyor; çünkü aile ilişkileri zayıflamış vaziyette. Çocuk yapmayan aile çok. Çocuk yapan ailelerde ise 18’inde sonra çocuklar aileden kopuyor, kendi hayatlarını yaşıyorlar. Anneler-babalar yalnız kalıyor. Yalnızlıklarını gidermek için evlerinde köpek besliyorlar. Yalnızlık, yalnız yaşamak Alman hayat tarzı olmuş. Neden? Alma usulü diye bir deyim var. İster sevgili olsunlar ister samimi dost olsunlar, her kesin hesabı kendine aittir. Kadın ile erkek eşit olduğu için Alman usulü ortaya çıkmıştır. Alma usulü yalnızlıkların nedeni mi, sonucu mu? Olaya bireysellik açısından bakarsak, Alman halkı kadar bireyselliğine düşkün başka bir halk düşünemiyorum. Bireysellik uçsuz bucaksız yalnızlığı getiriyor. Yalnızlık kedileri, köpekleri getiriyor. Sonuç olarak Alman usulü insanlığını yitirmiş bireyler ortaya çıkarmış oluyor.”
*
İzmirli Dürdane Hanım, tarih seni yazmayacak ama sen de kendi hikayeni yazmaktan da çok uzaksın. İzmir kültürü ile büyümüşsün, uzun yıllardır Almanya’da yaşıyorsun. Solcu bir ailenin Atatürkçü evladısın. Dincilere ateş püskürüyorsun. “Ülke batsın, umurumda değil” diyorsun. Belki de ülkeyi ateş kuyusuna çeviren senin ve senin gibi önyargılı insanların dindarlara olan bakışıdır. Bir türlü dar bakış açısından kurtulmadınız ve her kesi kendinize benzettiniz. Başörtülü öğrencileri üniversiteye almamak için kapıda bekleyen ‘laik ve ulusalcı ve çağdaş’ hocalarınız olmasaydı, dışarıda böyle bilenmiş, çoğalmış, kinlenmiş dinciler olmazdı. Önyargılarınız dincilerin ortaya çıkış referansı oldu. Önyargılarınız onların önünü açtı. Şimdi onlara laf söylüyorsunuz. Buna hakkınız yok Dürdane Hanım. Arada ezilen biz olduk. Biz? İdeolojik olmayan muhalifler. Muhalifler ikiye ayrılır Dürdane Hanım. Birincisi senin gibi ideolojik olan muhalifler, ikincisi benim gibi ideolojik düşünmeyen muhalifler. Sizin gibiler yüzünden biz de muhalif olarak kendimizi ifade edemiyoruz. Önümüzü kapatıyorsunuz, gerçekliğimizi perdeliyorsunuz. Sonuç olarak siz ideolojik muhalifler ile dinciler aynı amaca hizmet ediyorsunuz: Devleti korumak ve kurtarmak. Sizler ve dinciler devleti korumak ve kurtarmak her şeyi mubah görürsünüz. Biz ideolojik düşünmeyen muhaliflerin ise tek bir amacı vardır: İnsanlığımızı korumak ve kurtarmak. Ne kadar farklı yerlerde duruyoruz Dürdane Hanım! Sayenizde her dem muhalif olacağım Dürdane Hanım. Ne kadar teşekkür etsem azdır!!!
*
Bugün Karaçili (Pakistan) komşularımızla tanıştık. Esslingen’den eve dönüyorduk. Onları evlerinin bahçesinde oturuyor görünce birden kanım kaynadı, yakın buldum, selam verdim; selamlaştık, tanıştık. Adam 11 senedir burada, 7 sene önce de eşini getirtmiş. Bir de kucağında bebek genç bir kadın vardı yanlarında, o da komşularıymış. Biz Kürtler benziyoruz Pakistanlılara, Afganlara, İranlılara. Aynı coğrafyanın çocuklarıyız. Keşke bu kadar uzak düşmeseydik birbirimizden. Yakın olsaydık coğrafyamızda da böyle bir yerde karşılaşmasaydık. Birbirine yakınken birbirinin kıymetlerini bilmeyenler birbirlerinden uzak düşünce nelere kaybettikleri bilirler ama o zaman da iş işten geçmiş olur.
*
Erzurum Tekmanlı Mustafa’nın hikayesi de ilginç. 1994’te 15 yaşında Almanya’ya gelmiş öğrenci olarak. “Boşa geçmiş bir ömür” dedi, “ne okuyabildim ne de meslek yapabildim. Keşke hiç gelmeseydim buralara.” O bir Kürt, söylemedi ama tahminime göre siyasi sebeplerden dolayı gelmiştir. Mustafa’nın gözlerindeki pişmanlıktır, canımı yakan. Buradaki çoğu gurbetçi hayatından memnun değil, buralara geldiğine pişman. Mustafa’nın gözlerine sığmayan pişmanlığı hiç unutmayacağım.
*
Bütün dünya burada. Almanya dünyanın minyatür bir laboratuvarı; herkes var, her keslerden bir şeyler var. Karaçi’den Tekman’a geçiyorsun hemen. Tekmanlı Duran’ın hikayesi de ilginç. Durana doğma büyüme buralı. 1983 doğumlu. Aşırı Kürtçü bir ailenin çocuğu. Duran komplo teorileriyle kafayı bozmuş. Dortmund’daki İngiliz ve Danimarka ortaklı askeri bölge 966’dan bahsetti. Öyle bir bölge ki kamera çekimini bile bloke ediyormuş. Şubattaki büyük depremi zaten Amerikalılar yaptı. Artık kime inanacağını bilemiyorsun, gerçek ve kurgu öylesine karışmış birbirine. Biri bir kuyuya bir taş atıyor kırk bin kişi kırk bin sene taşı çıkarmıyor. Bilgi kirliliği hiç bu kadar tehlikeli ve ölümcül olmamıştı.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)