Nizamettin Ariç ve aydın tavrı

26-03-2025
Etiketler Necar Zanyar Nizamettin Ariç
A+ A-

Kırk yıl önce İmralı adasındaki büyük salonda tutuklu ve yakınlarına moral vermek için sahneye genç bir sanatçı çıktı. Kırk yıl sonra o sanatçı tekrar sahnede. Ama bu kez aydın kimliğiyle.

Kürt müzisyen, sinemacı ve ressam Nizamettin Ariç en az 45 yıldır Kürtçe sanat icra ediyor.

İlk albümünü 1979’da yayımladı. Kürt müziğini Batılı bir tarzla harmanlayarak kitlelere ulaştırdı.

Türkiye’de Kürt kimliğinden ötürü işine son verildi. 12 Eylül Darbesi’nden sonra ülkeyi terk ederek Almanya’ya yerleşti.

1992’de sinema tarihinin ilk Kürtçe filmini yaptı. Beko’nun Türküsü adlı film Venedik, São Paulo, Angers ve Fribourg Uluslararası Film Festivali gibi festivallerden ödül aldı.

Ariç, yaşamının ilk dönemlerinde itibaren güçlü kişiliğiyle öne çıktı. Sanat hayatına atıldığında, yakından tanıdığı ve sonraları hayli ünlenecek olan Selahattin Alpay, İzzet Altınmeşe ve İbrahim Tatlıses gibi müzisyenlerin oportünist davranışları ve ilkesizliği dikkatini çekti. O ise şahsiyeti, şan ve şöhrete tercih etti.

Müzisyen bir aileden gelen Ariç, çocukluğunda Kürdistan’daki tek radyo olan Erzurum radyosu ile tanıştı, Ankara radyosunda yer aldı, TRT televizyoncuları ile çalışmalar yaptı. İsteseydi önü açıktı.

O dönemlerde Kürtçe şarkıların Türk Halk Müziği olarak dönüştürüldüğünü fark etti. TRT’nin haftalık dergisine verdiği röportajda “Doğu türküleri Kürtçe kasetlerden derleniyor” diyerek Kürtçe şarkıların Türkçeleştirilmesini deşifre etti. Bu röportaj büyük rahatsızlık oluşturdu, TRT yönetimi uzun bir dönem Kürt sanatçıların televizyona çıkmasını yasakladı. İbrahim Tatlıses, Ariç’a “Hem kendini hem bizi mahvettin” diyerek tepki gösterdi.

Ariç’in sinema serüveni müzik yaşamına paralel gelişti. Yılmaz Güney hayranlık duyduğu bir isimdi. O dönem Güney, İmralı adasında hapisteydi. Ariç, Yılmaz Güney ve mahkum arkadaşlarına moral konseri vermek üzere İmralı’ya gitti ve adanın sinema salonunda tutuklu ve ailelerine bir konser verdi. Bu salon yıllar sonra PKK yöneticisi Abdullah Öcalan’ın yargılandığı salon olacaktı.

31 Mayıs 1999 günü başlayan duruşmada Öcalan, daha önce hiçbir Kürt liderin davranmadığı şekilde davrandı. Yakalandığında uçaktaki ilk sözü olan “Hizmete hazırım” ifadelerini pekiştiren sözleri ilk duruşmada da söyledi: “Bugüne kadar kaba bir söz düzeyinde bir hakaret, bir işkence görmediğimi belirtmek istiyorum. Demokratik cumhuriyet ekseninde barış ve kardeşlik için devletin hizmetinde çalışma isteğimi kararlılığımı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu konuda gösterdiği saygıyı yaklaşımın bir gereği olarak hem bu düzeyde kararlılığımı saygı ve şükranlarımı bildirmek istiyorum. Sayın saygıdeğer tüm şehit aileleri için kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Kendilerinin yaşadığı üzüntüyü acıyı yürekten paylaşıyorum. Yine bundaki sorumluluk payımdan üzüntü duyuyorum.”

Öcalan takip eden yıllarda İmralı’daki mesaisini bu düşünceyi Kürtler arasında yerleşik kılmaya ayırdı. Yazdığı (veya yazdırılan) kitaplarda Kürtlüğü Türklüğün bileşeni gören devletin egemen düşüncesini ağ gibi ördü. İmralı’dan gönderdiği talimatlarla, örgütü ulusal kurtuluş hareketi vasfını tamamen terk etti ve Türkiye’nin demokratikleşmesi gibi soyut bir söylemle sonuçsuz savaşı sürdürdü.

27 Şubat 2025 günü Öcalan, örgütüne kendini feshetme çağrısında bulundu. Bu çağrıda “1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.” ifadelerini kullandı. Öcalan’a göre devletin JİTEM gibi uygulamaları bile devreye soktuğu 1990’lı yıllarda Türkiye’de Kürt kimliğinin inkarı çözülmüş, ifade özgürlüğü gelişmiş, PKK anlam yoksunluğu ve aşırı tekrara düşmüştü.

Bahse konu çağrıda Öcalan Kürtleri Türk ittifakına mecbur bir millet olarak devletin tipik kardeşlik söylemi temelinde tanımlıyor ve Kürtler için “ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler”i reddediyordu. Bu tam anlamıyla A’dan Z’ye Kürtlerin tüm taleplerini mahkum etmek anlamına geliyordu.

Kürt kamuoyu ve siyasi partilerin tamamı, sonuçsuz bir savaş yürüten PKK’nin feshi çağrısını destekledi.

Ancak Kürtlüğü yokluğa mahkum eden yaklaşımı kabullenmek mümkün değildi. Birilerinin buna karşı söylemesi gereken birkaç sözü olmalıydı.

İşte tam da bu noktada, yaşamının her evresinde aydın sorumluluğuyla ilkeli ve bağımsız bir duruş sergileyen Nizamettin Ariç fırçayı eline aldı ve durumu resmetti.

En az fırça kadar yumuşak, estetik ve zekice bir yol seçmişti. Resmin üstünde “Good bye Öcalan” yazıyordu.

Tablo, Picasso’nun 1937’de yaptığı ve Nazi vahşetini resmettiği Guernica’yı anımsatıyordu. Bir Nazi subayı, Picasso’nun evinde Guernica tablosunu görünce, “Bunu siz mi yaptınız?” diye sormuş, Picasso “Hayır, siz yaptınız.” cevabını vermişti. Aslında Nizamettin Ariç’ın yayımladığı tabloyu yapan Öcalan’dı.

Ancak Öcalan’ın kitap, video ve diğer kayıtlarından alıntılar yapıldığında irkilen ve saldırganlaşan kitle, bu tabloya da aynı tepkiyi gösterdi.

Yarım asırlık sanatçıya sen kimsin diye çıkışan, itibar suikastı için hikayeler uyduran, ölümle tehdit eden, Ariç’in küfür ve hakaret ettiğini ileri sürerek ana bacı cinsiyetçi küfür savuranların haddi hesabı yoktu. Oysa Ariç sadece “Good bye Öcalan” demişti. Bu üç kelime en ufak bir nezaketsizlik içermiyordu.

Kürtlerin onlarca yıllık devasa emeğini “demokratik Türkiye”ye cömertçe bağışlayanlar, vaad ettikleri “demokratik”leşmeden ne anladıklarının benzersiz bir örneğini sergiliyordu!

Belli ki bilim, felsefe, paradigma, demokrasi kavramlarını diline pelesenk edenler, aydınlanma ve aydın misyonundan bihaberdi.

Aydın, boncuk arayan, sıvama boyama işleriyle geçimini sağlayan, kitle holiganizmini besleyen kişi değildir. Aydın, rahatsız edicidir. Gerçeğin acılığını tattırır. Uyku sarhoşluğunu bozar. Hipnozla yaşayan kitleleri sarsar.

An’da dimdik durup geçmişi ve geleceği buluşturan Nizamettin Ariç’in aydın tavrı göz kamaştırıyordu.

Aydın için Sokrates’e, Spinoza’ya, Nietzsche’ye, Sartre’a, Foucault’a gitmeye gerek yoktu. Kürdistan her alanda velud bir coğrafyaydı.

Ariç’in kişiliğinde yüzyılların Kürt ozanı Feqi Teyran’ın etkisi büyüktü. Yıllarca bu isimle yaşamıştı.

Kaderin cilvesine bakın ki yüzyıllar sonra Teyran gibi “Ez naçim hezreta çu mîran / Ez nabim bendeyê esîran” (Liderlerin huzurunda durmam / Esirlere esir olmam) diyerek Kürt aydın duruşuna ve Kürdistan asaletine mührünü vurdu. Teyran’dan dört yüz yıl sonra “esire esir olma”yı reddetti.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.) 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli