1970’lerde İstanbul’da olan bir olayın bugüne denk düşeceği varmış. Bir fırıncı, kadın dostunu öldürmüş, cesedi kesmiş, parçaları şuraya buraya atmıştı. Büyük bir parçayı Yenikapı’da umumi bir tuvalete bırakır. Paketi görüp açan temizlikçi, kadın buduyla karşılaşır. Köfteçiye koşar, but kıyma makinasındadır. Pirinci, baharatı ilave edilir. Allah bilir kaç kişi o köfteden yemiştir.
1970’ler deyip geçmeyin. Ahlakın zirve yaptığı, ahlaksızlığın en dipe vurduğu yıllar. Dipçikli sömürü ve militan işçi, öğrenci direnişlerinin; baskı, sansür ve en ala özgürlüğün birlikte yaşandığı yıllar. Ve kan gölü. Öğrenci, işçi, öğretmen, gazeteci, parlamenter, çoğunluklu sol demokrat görüşlüleri hedef alan siyasi cinayetler.
Köfte olup midelere inen parçalanmış zavallı kadının hikayesi hepsini bastırır. Baş rolde fırıncı, tuvaletçi, köfteci. Figüranlar, önüne ne sürersen yiyenlerdi, tıpkı bu günkü gibi.
Yanlışlık yok
Başlıkta seçtiğim kelimelerden dolayı, sakın Cemal Kaşıkçı cinayetini sulandırmak istediğim söylenmesin. Takriben 40 yıl önceki ile bugünkü fırıncı-tuvaletçi-köfteci üçlüsünden hangisi daha tehlikeli? İkisinde de kurban ticari nesne.
Kaşıkçı’nın istihbaratçılığı, siyasi duruşu beni ilgilendirmiyor. Türk patronuna yaranmak için Kürtler aleyhine sarfettiği sözleri de bir yana bırakıyorum. İnsan yaşamı ne kadar da ucuz, ahlaksızca nasıl da ticari bir nesneye dönüştürülüyor?
Büyük tehlike. Rehin ticareti yeterli görülmeyip, ceset ticareti gözde hale gelebilir. Muhalifliğe, fikir özgürlüğüne, seyahat özgürlüğüne, sosyal ilişki ve dayanışmaya büyük bir tehdit. Önlemi olmalı.
Üç güç
Bunlar, devletler camiası, uluslararası kurumlar ve kamuoyu tepkisidir. Dünya siyaseti otokrasiye, ırkçı milliyetçiliğe eğilim gösterdikçe, bu tür cinayetlere karşı devletlerin ortak tutum şansı azalmaktadır. BM dahi, işlevsel değil.
Halen demokratik söylemi kullanan AB’nin tepkileri, üye devletlerin ayrı çıkarları nedeniyle görüntü kurtarmaya yönelik kalıyor. Örneğin; rehin krizinde Ankara’ya taviz verdiler, özellikle Almanya. Berlin ve Ankara’nın anlaşmasında muhaliflerin kaderi, merak ve endişe konusu.
Cinayetin uluslararası alanda yarattığı duyarlılık ve tepki önemli. Basının, insan hakları ve demokrasi ile ilgili her kurumun tepki göstermesi önemli. Umarım ete kemiğe bürünür, ki gölgedeki cinayetler aydınlansın, başka cinayetler önlenebilsin. Ancak birçok uluslararası kurumun ciddi bir etki ve itibar yitimi içinde olduğunu biliyoruz. Bu da değişimin acı yüzü.
Uluslararası polis örgütü İnterpol’un Çinli şefi, Çin’de tutuklanabiliyor, hem de yolsuzluktan. Bu Interpol, otokrat devletlerin talebi doğrultusunda kırmızı bültenler hazırlayıp duruyor. Muhalif humanist, demokrat insanlar tutuklanıyor, otokratlara teslim ediliyorlar. Bunun ne büyük bir haksızlık olduğunu çevremden, tanıdığım Kürtlerden biliyorum. Çin yönetiminin iddiası doğruysa; başındaki çürümüşüyle otokratların emireri bir kuruma kim inanır?
Geriye kalıyor, kamuoyu duyarlılığı ve tepkisi. Devletler, bu gücü, bu tepkiyi etkisiz kılmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yine de o duyarlılık ve tepki, en etkilisi. Küçülmüş dünyamızda birbirimizin acılarına sessiz kalamayız.
Aktörler
Doğrudan aktörler Riyad ile Ankara ve onlara katılan Waşington, kurbanı ticari çıkara çevirme pazarlığı içindeler. Herbirinin ayrı talepleri, öne sürdüğü kartları var. Türk yorumcular, Ankara’nın para ihtiyacına dikkat çekiyorlar. “Türkiye’ye komplo kuruldu” nakaratını tekrarlayanlar var. Türkiye’yi “kurbana”, “hak arayan devlet”e terfi ettiriyorlar.
Planlı Ankara rahat. Gündemi değiştiriyor. Basına servisten belli, Türk istihbaratı konsolosluğu dinliyor. Hayret! 28 Eylül’den, cinayetin 4-5 gün öncesinden yapılan plandan, kıtalararası kalabalık trafikten haberi olmuyor? Kaşıkçı adamları. Ondan sorumlu kişi, malum Cemaat otlakçılığından yalakalığa terfi etmiş biri. Komploculuğun sınırı, komplocuların dini imanı yok. Sanki fırıncıya tuzak!
Ankara’nın olayla ilgili talepler gündemi dolu ve en inatçı maddesi: Kürtler, Batı Kürdistan Kürtleri. Suudilerin bu Kürtlerle ilişkisi? Tabi ki yok. İdeolojik, politik, etnik, sosyal, ahlaki herhangi bir bağdan, yakınlıktan bahsedilemez. Ya ABD faktörü? Siz Ankara’nın Riyad dediğine bakmayın, kasdettiği Waşington. Kürtler deneyli. Endişelenmek için yeterli nedenleri var. İş Ankara’nın ne kadar istediğine dönmüş, yoksa adalet kimsenin umurunda değil.
Konu muhalifi katletmek olduğuna göre, olayı Riyad, Ankara, Waşington üçlüsüyle sınırlamak yanlış olacaktır. Tahran, Moskova ve diğerleri.., bu tür cinayetleri işleyecekler o kadar çok ki! Yakın tarihten alınırsa; 13.07.1987’deki Abdurrahman Kasimlo cinayetiyle İran başlatmadı mı? O dönem Batı Avrupa devletleri, şimdiki ABD’nin rolünü oynuyorlardı. Anlayacağınız; fırıncı varsa, tuvaletçi ve köfteciyi oynayanlar çok.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın