Post Amerikan Orta Doğu’suna hoş geldiniz
10 yılı aşkın bir süredir, üç ABD başkanı: Barack Obama, Donald Trump ve Joe Biden, Orta Doğu'ya olan bağlılığın zayıflamasına yönelik birçok önemli sinyal gönderdi. Ancak ne yazık ki hala bu işaretleri olduğu gibi okumayan birçok devlet ve devlet dışı aktörümüz var. Şu ana kadar da 1991’e takılıp kaldıkları gibi 2023’ün Amerika Birleşik Devletleri'nin hala 1991’deki Amerika Birleşik Devletleri ile aynı olduğuna ve 2023 Orta Doğu'sunun da 1991 Orta Doğu'su ile aynı olduğuna inanıyorlar!
Biraz daha dikkatli ve sakince gerçeklere dönelim; 1990'ların başında ABD, koalisyon güçlerine Kuveyt'i Saddam Hüseyin'in Irak'ından kurtarmak için öncülük etti. 1990'ların başında ABD'nin tarihi baş düşmanı Sovyetler Birliği çöktü ve artık Batı Bloku'na karşı Doğu Bloku diye bir şey kalmamıştı.
Böylece, Körfez Savaşı'nın ve Sovyetler Birliği ile çatışmanın galibi olan ABD yeni bir dünya sistemi ilan etti ve bu sistem içerisinde Orta Doğu Washington'un çıkarlarının güçlü bir odak noktası oldu. Bir ölçüde Doğu’nun en karmaşık sorunlarından biri olan İsrail-Filistin meselesine ABD çatısı altında çözümler bulunmaya, kalıcı bir çözüm için diyaloga adım atılmaya başlandı. Kürt cephesinde ise, iki yıl öncesine kadar hayal bile edilemeyen bir Kürdistan Bölgesi Hükümeti doğdu. 2000'li yılların başında aynı dünya görüşü içinde ABD gelip Afganistan ve Irak'ı işgal etti.
Amerika’nın Doğu'daki trajedisinin başladığı yer burasıdır. ABD'nin Afganistan ve Irak'taki projesinin başarısızlığı, Washington'u doğudan ve onun sorunlarından kaçma konusunda derinlemesine düşünmeye sevk etti. Bu da ABD'nin son 10 yılda Orta Doğu'daki herhangi bir sorunu çözmek için herhangi bir etkin girişimde bulunmasını engelledi.
Yemen, Suriye, Lübnan, Irak ve İran, Muhammed bin Selman (Suudi Veliaht Prensi) ile sorunları: ABD'nin tüm bu alanlardaki başarısızlığı, olayları objektif görmek ve hissetmek isteyen herkes için somut bir gerçektir.
Amerikalılar, Orta Doğu'nun sorumluluğundan kaçmanın kendilerini bölgedeki birçok ülkeyi kasıp kavuran, radikal terörizmden iklim değişikliğine, yoksulluğa, göçe ve devletlerin, toplumların ve sınırların çözülmesine kadar uzanan cehennemden koruyacağını düşünürken yanılıyorlar. Hiçbir devlet Orta Doğu'daki köklü krizleri yönetmenin dışında hakim bir küresel güç konumunu koruyamaz.
Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri'nin uzun vadede dünyanın ilk hegemonik gücü olarak kalacağından şüphe etmek için çok erken olsa da, bir kaç yıldır üzerinde çalıştığım, bir kaç farklı özelliklerini de sıraladığım ve değişik ortamlarda bahsettiğim Post Amerika sonrası Orta Doğu'ya ışık tutmak için kesinlikle çok erken değil.
En önemlisi Orta Doğu'daki ABD boşluğunu doldurmaktır! Bu boşluğu kim dolduracak?
10 Mart 2023'te İran İslam Cumhuriyeti ve Suudi Arabistan Pekin'de tarihi bir anlaşmaya imza attı. Bu anlaşma, Çin'in yüzlerce mikro ekonomik projeyi konuşlandırdığı Orta Doğu'da geniş ve güçlü bir varlığa yönelik güçlü arzusunun ürünü. Bölgesel sistemin iki büyük gücü, birbirine düşman Suudi Arabistan ve İran, yedi yıllık ayrılık ve çeşitli cephelerde karşı karşıya gelmelerinin ardından, Çin diplomasisinin inisiyatifiyle Çin'de bir araya geldiler ve yine Çin'de tüm ilişkilerini normalleştirme amacıyla bir anlaşma imzaladılar.
Riyad ile Tahran arasında Pekin'de varılan anlaşma, Orta Doğu'daki yorgun Amerikan bedeni için tabuta çakılan keskin bir Çin çivisidir.
ABD artık sadece Doğu'da bu tarihi rolü oynayamamakla kalmıyor, Orta Doğu'da güvenlik, istikrar ve ekonomik büyüme için Suudiler ve İranlıları diyalog masasında araya getiremez, İsrail ile Filistin, Yemen, Suriye, Lübnan Irak ve hatta Kürdistan Demokrat Partisi ile Kürdistan Yurtseverler Birliğini de bir araya getirip onların trajedilerini ele almak için inisiyatif alamaz durumda.
Tüm göstergelere göre, Tahran ve Riyad arasındaki ilişkilerin normalleşmesi yoluyla, Çin'in Yemen'deki iç savaşı sona erdirmek, Suriye'deki durumu normalleştirmek, Lübnanlıları yeni bir başkan ve hükümet üzerinde anlaşmaya ikna etmek için inisiyatif alması için nesnel bir durum oluşmuş durumda.
Çinliler için sadece ekonominin önemli olduğunu ve diğer boyutların önemsiz olduğunu düşünenler yanılıyor. Çinliler, siyasi taahhüt olmadan ekonomik taahhüdün sürdürülemeyeceğini ve asla sürdürülmeyeceğini çok iyi anlıyorlar. Ayrıca, siyasi taahhüdün bir tür askeri taahhüt gerektirdiğini de anlıyorlar. Riyad ile Tahran arasındaki anlaşmadan birkaç gün sonra Pekin'in resmi olarak İran ve Rusya ile Umman Körfezi'nde ortak askeri tatbikat yapacağını açıklaması tesadüf değil!
Bu konuları Körfez ülkelerinden bir diplomata anlattığımda, yumuşak bir gülümsemeyle şöyle dedi: “Amerika sonrası Orta Doğu'ya hoş geldiniz.”
Fransa Irak Araştırma Merkezi Direktörü Dr. Adil Bakawan
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)