Kürt-Amerikan ilişkileri
Siyasetin temel ilkelerinden biri dostları arttırmak, düşmanları azaltmaktır.
Kim olursanız olun, dünyada güçlü dost ve müttefikler edinmeden ayakta kalamazsınız.
Kimse kimsenin ebedi dost ve müttefiki değil. İlişki ve ittifaklar karşılıklı çıkarlara paralel bir seyir izler.
Dünyadaki dostluk ve ittifakların ana ligini devletler oluşturur. Ancak devletsiz uluslar, çok uluslu organizasyonlar ve siyasi hareketler de bundan soyutlanamaz.
Bu herkes için böyle olduğu gibi, Kürtler için de böyledir.
Dünyadaki en büyük devletsiz ulusların başında Kürtler gelir. Doğal olarak Kürtler varlığını korumak ve geleceğini güvenceye almak için dost ve müttefikler arayacaktır.
Dostluk ve ittifaklar, varolan Kürt özerk yönetimleri, Kürt siyasi hareketleri ve Kürt aydınları üzerinden gerçekleşecektir.
Kürdistan jeopolitiğinin kaçınılmaz sonucu olarak Kürtler yüzyıllarca Roma-Pers denkleminde ittifaklar kurdu. Bu durum son bin yılda yerini Türk-İran denklemine bıraktı.
Kudretli Kürt hükümdar Selahaddin Eyyübi, Haçlı Kontluklarından Müslüman Atabeglere herkesle ittifaklar geliştirdi. Bir saldırı ve tecavüz yaşandığında ise egemenlik hakkını korumakta tereddüt etmedi. Yeri geldi, Abbasi İslam halifesine rest çekti.
Kürtlerin tarihteki hiçbir ittifakı değişmez olmadı. Kürt hükümetleri kah İran, kah Osmanlı ile ilişki ve ittifaklar kurdu.
Kürtlerin 1514’te İdris-i Bidlisi öncülüğünde Osmanlı ile kurduğu ittifak, İran saldırılarından dolayı zorunlu bir ittifaktı. Bu ittifak Osmanlı’ya Doğu’nun kapılarını açarken, Kürtlerin Kürdistan’daki hakimiyetini pekiştirdi.
Ancak Osmanlı’nın Kürdistan’ın zenginliklerine göz dikmesi gecikmedi. İslam Birliği sosuyla gerçekleşen ittifak kısa sürede bozuldu. Osmanlı peyderpey Kürdistan ülkesini çeşitli bahanelerle işgal edip yağmaladı.
Mirliklerden sonra 1880’deki Kürt başkaldırısına önderlik eden Şeyh Ubeydullah Nehri, Amerika’nın Urmiye’deki elçisi Dr. Kohran’a gönderdiği mektupta İngiliz hükumetine de iletmesi istemiyle Kürtlerin ayrı bir ulus olduğunu, Türk ve İran hükumetlerinin Kürtleri dünyaya kötü tanıttığını, Kürtlerin bu iki devletle birlikte yaşamak istemediğini, Avrupa devletlerinin bu durumu fark etmesini istediklerini, Kürtlerin bölünmüş bir millet olduğunu ve bağımsız bir şekilde kendilerini yönetmek istediklerini, Kürtlerin baskı ve zulme boyun eğmeyeceğini bildirdi.
Bu şekilde, bir Kürt devleti olmamasına rağmen Kürtler dünyayla diplomatik ilişki kurmaktan geri durmadı.
Yirminci yüzyıl başında Kürt liderleri Osmanlı, İran, İngiltere, Amerika, Rusya gibi devletlerin tamamıyla yoğun diplomatik temaslar yürütüyor, Kürtlerin egemenlik hakkını tanıyacak müttefikler arıyordu.
Kürdistan Teali Cemiyeti lideri Seyyid Abdülkadir, İstanbul’da bir taraftan Osmanlı hükumeti ve Türk partileriyle temaslarını sürdürürken, diğer taraftan neredeyse her hafta İngiltere konsolosluğuyla Kürtlerin geleceğini tartışıyordu.
İngiltere ve Fransa temsilcileriyle yazılı ve sözlü olarak sayısız görüşme gerçekleştirildi.
Birinci Dünya Savaşı’nda Abdurrezzak Bedirhan gibi Kürt aristokratları ve Mela Said Şemdinani gibi Kürt alimleri Kürtlerin çıkarlarını Rusya ile ittifakta gördü ve Kürtleri fırsatı değerlendirerek Rusya’yla hareket etmeye çağırdı.
1925 hareketi yenilgiye uğratılınca İran’a geçen Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza İngiltere konsolosluğuna giderek kraliyete bağımsız Kürdistan amaçlarını ve Londra’ya seyahat istediğini bildirdi.
Kürtler 19. ve 20. yüzyıl boyunca Müslüman olup olmadığına bakmaksızın siyasetin gereği olarak tüm aktörlerle yoğun temaslar yürüttü.
Yirminci yüzyıldan itibaren Kürtlerin küresel diplomasisinin en önemli muhatabı şüphesiz Amerika Birleşik Devletleri’ydi.
İlk temas 19. yüzyılda başlasa da, Amerika yüz yıldan uzun bir süre Kürtlerle müttefiklik ilişkisine girmedi.
1957’deki Eisenhower Doktrini’nden anlaşılacağı üzere Amerika 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet yayılmacılığının önüne geçmek için Ortadoğu’yla daha yakından ilgilenmeye başladı. Amerika’nın ilk sıradaki müttefikleri 1952’de NATO üyesi olan Türkiye, 1955’te Bağdat Paktı’nda yer alan Irak ve 1954’ten itibaren sıkı ilişki geliştirdiği İran’dı. Her üç devlet de Kürdistan’da işgalci olduğundan, Kürtlerin ve Kürdistan’ın dışarıya açılması işlerine gelmezdi. Bu nedenle Amerika’nın Kürtlerle doğrudan diplomatik temas kurması hayli gecikecekti.
1946’da Mahabad düşünce Mustafa Barzani Sovyetlere gitmiş ve uzun yıllar Kürt hareketini buradan yönetmişti. Bu nedenle Batı basınında o “Kızıl Mela”ydı ve komünist olduğu varsayılıyordu. 1951’deki bir ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı raporunda Sovyetlerin ajanları Mustafa Barzani aracılığıyla yürüttüğü Kürt siyasetinden bahsedilecekti. Mustafa Barzani’nin bu imajı yıkması hayli zaman aldı.
Baas Partisi’nin başa gelmesiyle Irak’ın 1958’den itibaren Sovyetlerle ilişki kurması, Kürtlerle küresel devletler arasında örülen duvarda ilk çatlaklardan birini oluşturdu. Mela Mustafa Barzani liderliğindeki Kürt hareketi, Amerika için alternatif müttefik olarak görünürleşti.
Barzani, 1962’de New York Times’e verdiği bir röportajda “Amerikalılar bize açık veya gizli askeri yardımda bulunsunlar, böylece biz de gerçek bir otonomiye ulaşır ve Ortadoğu’da güvenilir bir partneriniz oluruz” mesajı veriyordu.
1965’te Mesud Barzani Amerika’nın Tahran elçiliğini ziyaret etti. Ancak Mesud Barzani’ye göre 1972’ye kadar Amerika Kürtlerin selamını bile almayan bir tutum içerisindeydi.
Kürtler yılmıyor ve şartları zorluyordu. 1960’ların başlarından itibaren PDK, İsrail ile diplomatik ilişki kurma kararı aldı ve İsrail’in 1950’lerden itibaren geliştirdiği Çevre Ülkeler Teorisi kapsamında 1963’te Bedirhan hanedanından Prof. Dr. Kamuran Bedirhan’ın aracılığıyla İsrail’li yetkililerle görüşmeler yapıldı. İsrail, İran üzerinden Kürtlere bazı yardımlar yapmaya başladı. Mustafa Barzani 1967’de gerçekleştirdiği İsrail ziyaretinde savunma bakanı Moşe Dayan ile görüştü.
1989’dan itibaren Amerika’nın Sesi radyosunda Kürtçe yayınlar yapılırken, ABD Kongresi’nde Kürt lobisi gelişmeye başladı. Amerikan Senatosu’nun insan hakları komisyonunda “Tehlikedeki Ulus: Kürtler” konulu bir konferans düzenlendi.
Amerika uzun yıllar Kürtlerle ilgili bekle gör politikasını benimsedi. Mustafa Barzani 1979’da Amerika’da yaşamını yitirdiğinde halen istikrar bulmuş bir Kürt-Amerikan siyaseti yoktu.
1990’da Irak’ın Kuveyt işgali Kürtlerin önünü açtı. 2003’te Saddam’ın devrilmesiyle Kürtlerin önemi iyice anlaşıldı ve son yirmi yılda istikrar bulmuş bir Kürt-Amerikan siyaseti gelişti. 2013’teki Rojava Özerk Kürt Yönetimi’yle birlikte Kürt hareketinin küresel muhataplığı ileri bir evreye geçti.
Gelinen aşamada, Kürtler hem zorunlu hem de tercihi olarak Batı ittifakının bir parçasıdır. Sosyalist ezberlerle Rusya, İran, Çin blokunda yer alan PKK’nin de dünya siyasetine daha rasyonel yaklaşacağının işaretleri beliriyor.
Başkalarına helal olan hiçbir şey Kürtlere haram değildir. Hatta Kürtler egemenlik hakkından yoksun olmakla şiddetli bir zaruret halinde olduğundan, “Zaruretler haramı helal kılar”.
Kimsenin hiçbir bahaneyle modern dünyanın küresel devletleri olan Amerika, İngiltere, İsrail, Avrupa gibi devletlerle ilişki ve ittifakı haram kılma hakkı ve haddi yoktur.
Türkiye, Osmanlı’dan beri İngiltere sayesinde varlığını devam ettiriyor. NATO üyesi ve Amerika’nın müttefiki. Avrupa Birliği’ne üye olmak için on yıllardır Avrupa kapılarını aşındırıyor. Rusya ve Çin’le ileri ilişkiler kuruyor, Çin’in Uygur soykırımını görmezden geliyor. Müslüman ve Türk olan Uygurları Çin’e teslim ediyor.
İran, Hama’da İslamcı katliamı yapan Suriye’deki BAAS rejimiyle Humeyni’den beri dost ve müttefik. On yıllarca Afganistan ve Çeçenistan’ı işgal eden ve Müslüman katliamları yapan Rusya’nın halen bir numaralı müttefiki. Çin’deki Uygur soykırımı gündeminde yok. Müslüman Azerbaycan – Hristiyan Ermenistan savaşında Ermenistan’ı destekliyor.
Ancak varlık yokluk mücadelesi veren Kürtlere gelince akan sular duruyor. Her şey tersine dönüyor. Kürtlere din kardeşliği ve demokratik devletsiz ulus gibi hukuk ve siyasette karşılığı olmayan bir yokluk dayatılıyor.
Bu denklemde Kürt-Amerikan ittifakı Kürtler için tarihi bir fırsat sunuyor. Kürtler siyaset diliyle konuşup siyasetin gereklerini yapmalı.
Müslüman diye kimse kimsenin hamiliğini, veli ve vasiliğini kabul etmek zorunda değil. Bağımsızlık ve eşitlik, Kürtlerin olmazsa olmazı olmalı. Tereddüte gerek yok, zaruretler haramı bile helal kılar.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)