Tarih Felsefesi
Kanımca bizim en büyük eksiğimiz sistematik ve oturmuş bir tarih felsefesine sahip olmayışımızdır. Tepeden tırnağa tarihimiz olaylarla ve tarihi hikâyelerle doludur. Her taşımızın altında bir tarih, her eski yapının arkasında bir geçmiş saklıdır; baştan aşağıya felsefe noksanlığımız vardır.
Tarih felsefesinin temellerini İbni Haldun’un attığı söylenir. Bu açıdan Mukaddime bir başyapıttır. Ama günümüzde biz Müslümanlar gerçekten ne kadar doğru anlıyoruz İbni Haldun’u. İbni Haldun’u anlamadığımız için darmadağınık ve paramparça bir coğrafyanın yetim evlatlarıyız. Hazreti Peygamber ferasetiyle zamanın ruhu’nu (zeitgeist) okumuştur; biz zamanı yakalayamadığımız gibi ruhunu da tanımıyoruz.
Ülkemizde tarih felsefesi çalışmaları Ahmet Vefik Paşa’nın Darülfünun’un açılışında ilk tarih dersini vermesiyle başlamıştır. Daha sonra Doğan Özlem, Nermi Uygur, Hilmi Ziya Ülken, Mehmed Niyazi gibi isimler bu alanla ilgilenmişler, eserler kaleme almışlardır. Soru/sorun şu: Bu isimler neden özgün bir tarih felsefesini ülkemizde geliştirememişlerdir? Belki de soru/sorunun cevabı tarihselliktedir. Yani yazarların başkalarını hesaba katmadan sadece kendine, başka toplumları yok sayarak sadece kendi toplumuna ve başka devletlerin de bir resmî tarihe sahip olabileceğini düşünmeden sadece bağlı oldukları devletlerin resmî anlayışına göre tarih felsefesi (!) ortaya koymalarıdır.
Tarih felsefesi konusunu biraz daha açmak istiyorum. Bir kavram olarak ilk defa Voltaire tarih felsefesini kullanmıştır. G. Vico’nun “scienza nuova”sı ile tarih felsefesi yaygınlık kazanmıştır. Vico’ya göre tarih insanın kendi evidir, tarih el yapımıdır, tarih insanın öz ürünüdür.
Tarihin inanç temelli düzen soyu ile anlam temelli özgürlük soylarının etkileşimiyle ortaya çıktığını söyleyen Fichte’ye göre tarih er ya da geç mutlak bir akılcılığa evirilecektir.
Hegel’in tarih felsefesi tin, hukuk, ahlak, özgürlük gibi değerlerin nesnel dünyada rasyonel bir düzleme göre düzenlenmesidir.
Ayrıca tarihi anlama dayalı bir tinsel bir bilim olarak gören Dilthey ile birlikte Montesquie, Herder, Humboldt, W. Windelband, H. Rickert, G. Simmel, Kant, Marks, Comte ve Schopenhauer gibi düşünürlerin de tarih felsefesinin bir bilim olarak otaya çıkmasında önemli katkıları olmuştur.
Biz bu isimleri doğru aldık ve anladık mı? Ya bu isimlere körlenmesine taptık ya da büyük bir nefret ile lanet getirdik. Biz bu isimleri doğru anlamamak için her şeyi yaptık hâlâ da yapıyoruz. Polemik yapmak istemiyorum ama ülkemizde I. Kuçuradi Hoca Hanım gibi F. Nietzsche’yi doğru anlayan ikinci bir isim yoktur. Acaba Rum olduğu için mi Nietzsche’yi doğru anladı. Açıkçası yıllarca Almanya’da yaşayan, Almancayı iyi bilen sağcı, milliyetçi ve Müslüman Senail Özkan Hoca’nın Nietzsche’si ilgimi çekmiyor.
Hani hikmet (felsefe) müminin yitik malıydı? Dikkat buyuralım: Burada hadiste Müslüman demiyor, mümin diyor. Belki de biz Müslümanlıktan müminliğe geçemediğimiz için ümmet olamadık.
Tarih felsefesi bize şunu söyler: İster samimi Müslüman olsun, ister radikal Hristiyan olsun, ister koyu Yahudi olsun, ister aşırı Kapitalist olsun, ister fedakâr Çevreci olsun, ister özverili Hümanist olsun, ister paylaşımcı Komünist olsun, her insan hata yapar; çünkü insanların nefisleri vardır. Nefis, yani imtihan dünyası, sınanma yeri.
Önce her insanın nefis sahibi olduğunu kabul etmeliyiz, sonra nefisine sahip olmanın o kadar kolay olmadığını bilmeliyiz. Yani nefsine yenilmek içten bile değildir. Ya da nefsine galip gelenleri kim nasıl tespit edecek? Peygamberler hariç, bütün insanlar nefislerinin boyunduruğu altında kalmıştır. Bu boyunduruktan çıkmak, sanıldığı kadar kolay değildir, kolay olmamıştır, olmayacaktır. İslam tarihine bir de böyle bir gözle bakmak gerekir.
Bu yazı Faik Öcal’ın yakında Zilan Akademi Yayınları’ndan çıkacak Yeni Bir Aydınlanma Felsefesi kitabından alındı.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)