Lozan’ın yüzüncü yılında Kürtler

Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını gasp eden, Kürdistan coğrafyası ve sosyolojisini birkaç parçaya bölen Lozan Antlaşması yüz yıl önce, 24 Temmuz 1923’te imzalandı.

Kürtlerin Türk, Arap ve Fars olarak tanımlanmasını sonuç veren bu antlaşmayla, yüz yıldır Kürtlere jenosit uygulanıyor. Ancak Kürtler boyun eğmiyor. Benzerine az rastlanır bir varoluş mücadelesi vererek yok sayılmayı mahkûm ediyor. Dünyanın en büyük devletsiz ulusu olarak dünya gündemindeki yerini koruyor.

Öncesi de olmakla beraber, bir asırdır Kürtlerin karşı karşıya bulunduğu durum objektif bir etnosit (cultural genocide) ve suçların suçu olarak bilinen jenosittir. Etnosit güç araçlarını elinde tutan kültürün, boyunduruğunda tuttuğu insanların kültürlerinin unutulmasına yönelik yaptığı soykırımdır. Egemen kültür, egemenliğine aldığı ulusun dilini yok etmeye çalışır, tarihi eserlerini tahrip eder, psikolojik olarak aşağılık kompleksi aşılar, bilimsel saptırmalarda bulunarak bir ulusun milli duygularını söndürür, iç dinamiklerini bozar, böylelikle kendi etnik grubuna katılmasını sağlar. Kürtlere uygulanan, tam olarak budur.

Geçmişte Kürtçe kelime başına para cezası kesmiş, Kürtçe ıslığa suç muamelesi yapmış, okullarında “Türkçe konuş çok konuş” afişleri olan, milyonlarca Kürt çocuğunun halen Kürtçe eğitimden yoksun olduğu, Kürtçenin meclis tutanaklarına bilinmeyen dil olarak geçtiği, ülke liderinin anadilde eğitimi kırmızıçizgi saydığı, kayyım atanan belediyelerdeki Kürtçe yazıları silen, Afrin gibi egemenlik alanı dışındaki Kürt şehirlerinde de demografiyle oynayıp Kürtçe tabelaları kaldıran, yerine Türkçe ve Arapça koyan, Japonya’daki Kürtçe kursunu bile diplomatik krize dönüştüren, Kürtçe konuşma ve müzik gibi sebeplerle zaman zaman Kürtlerin saldırıya uğradığı ve öldürüldüğü bir devlet, dostlar alışverişte görsün niteliğindeki sembolik birkaç adıma rağmen Kürtçe dilini ortadan kaldırma politikası olan devlettir. Bu, Lozan Antlaşması’nın resmiyete kavuşturduğu dil kıyımıdır.

Yanı sıra, 12 bin yıllık açık hava müzesi tarihi Hasankeyf iş makineleri ve dinamitlerle yıkılarak sulara gömülmüş, Neolitik dönemden kalma Samsat Höyüğü, Urfa’da 7 bin yıllık Lidar Höyüğü, Savaşan köyü, Adıyaman’da Tille Höyüğü, Zeugma antik kenti, Urima antik kenti, Halfeti’deki Rumkale, Eğil antik kenti, Botan vadisi gibi onlarca tarihi merkez Atatürk, Birecik, Karkamış, Dicle ve Ilısu baraj gölü sularına gömülerek bilinçli bir şekilde yok edilmiştir. Ayrıca bir asırdır sonu gelmeyen hava bombardımanlarıyla 2018 yılında Afrin’deki 3 bin yıllık Ayn Dara tapınağı gibi birçok tarihi kalıntı tahrip edilmiştir. Bu, Lozan Antlaşması’nın resmiyet kazandırdığı tarih kıyımıdır.

Kürtlerin karşı karşıya bulunduğu etnosit sadece dil ve tarih kıyımıyla kalmamakta, Türkçeye tercüme edilen tüm bilimsel ve edebi literatürde Kürt ve Kürdistan sözcükleri sansürlenmekte, Kürtlere ve Kürdistan’a ait hiçbir değer bu isimle kayda geçmemekte, Kürt müziği yağmalanmakta, Kürtlere ait her şey Türk, Arap ve Farslar arasında bölüştürülerek kendi hanelerine yazılmaktadır. Bu Lozan Antlaşması’nın resmiyet kazandırdığı bilim kıyımıdır.

Kürdistan coğrafyası sistematik olarak çölleştirilmekte, fauna ve florası ağaç kesimleri, orman yangınları, kurutulan göller, güvenlik barajları ve hava bombardımanlarıyla büyük bir tahribata uğratılmaktadır. Bu Lozan Antlaşması’nın resmiyet kazandırdığı doğa kıyımıdır.

Kuruluş senedi Lozan Antlaşması olan Türkiye’nin Kürtlere karşı amansız bir etnosit yürüttüğü su götürmez bir gerçektir. Bununla beraber Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (SSECS) tanımlanan soykırım suçu da birebir Kürtlerin yaşadığı duruma uymaktadır. Nitekim etnosit ve asimilasyon, soykırımın en önemli parçasıdır.

Sözleşmenin ikinci maddesinde “Soykırım oluşturan eylemler” şu şekilde tanımlanmıştır: “Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

  1. Gruba mensup olanların öldürülmesi;
  2. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
  3. Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
  4. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
  5. Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek”

Herhangi bir Kürt bu maddeyi okuduğunda Kürtlerin karşı karşıya olduğu durumun soykırıma karşılık geldiğini hemen fark edecektir. Koçgiri katliamı (1921), 1925 katliamları, Zilan katliamı (1930), Dersim katliamı (1937), Enfal katliamları (1986), Halepçe katliamı (1988), Roboski katliamı (2011), Hendek katliamları (2015), Afrin işgali (2018), Serêkanîyê işgali (2019) gibi işgal ve katliamlar dizisi Kürtlerin yaşadığı trajedilerin en bilinenleridir.

Soykırım bir süreçtir, kısa bir zaman diliminde gerçekleşmez. Bu kavramı uluslararası hukuka kazandıran hukukçu Raphael Lemkin’e göre birinci aşamada baskı altındaki toplumun ulusal özellikleri yok edilir, ikinci aşamada egemen grubun hayat tarzı, kültürü ve kurumları baskı altındaki gruba kabul ettirilir. Kürtler en az yüz yıldır bu çarkın dişlileri arasında öğütülmektedir.

Ne asimilasyonu kanıksayan milyonlarca Kürt, ne Kürtlerin ittifaksızlığı, ne Kürtler adına ortaya çıkan parti ve örgütlerin kabul edilemez stratejileri, ne küresel devletlerin çıkar çatışmaları, ne de Kürdistan’da statükoyu sürdüren dört devletin ısrarı bu kangrenin devamına bahane olamaz.

Lozan’ın yüzüncü yılında karşımıza çıkan, Kürtlerin kefeni yırttığı ancak öğütme çarkından kurtulamadığı gerçeğidir.

İnsanlık serüveninin medeniyet beşiği bir coğrafyada yaşayan, dünyanın en köklü ve en büyük uluslarından birinin statüsüz bırakılması özgürlük, demokrasi, insan hakları, ulusal haklar gibi insanlık değerlerini zehirlemektedir.

Bu soykırıma sessiz kalan, insan kalamaz. Buna son vermeyen ülke, demokratikleşemez. Kürdistan’ın statü sahibi olmadığı bir Ortadoğu durulmaz. Coğrafyamızın kara bahtı Kürt güneşiyle aydınlanabilir. Yeter ki bize giydirilen Lozan deli gömleğini cesaretle sorgulayıp tüm dünyaya duyurabilelim.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)