Tartışmaların odağındaki şeriat

Hz. Aişe’nin evlilik yaşı üzerinden şeriat tartışmaları yine Türkiye’nin gündemine oturdu.

Etimolojik olarak yol ve metot gibi anlamlara gelen şeriat, Müslümanlar arasında hüküm ve kanun kelimelerinin karşılığı olarak kullanılıyor.

Bu anlamda şeriat, bir dinin koyduğu kurallar bütünüdür. Yahudi şeriatı, Hristiyan şeriatı gibi kullanımlardan anlaşıldığı üzere, İslam’a özgü bir kavram değildir.

Bazı Müslüman kelamcı ve usulcüler şeriatın itikadi ve ameli kuralların tamamını kapsamadığını, yalnız değişime konu olabilen ve farklılaşabilen ameli ve içtihadi hükümleri kapsadığını ileri sürer.

Buna göre iman gibi değişmez itikadi hükümler din, muhtelif olabilen hükümler ise şeriat olarak isimlendirilmiştir. Dört büyük mezhep imamından biri olan Ebu Hanife de dinin tek, şeriatın değişime konu olabilen hükümler olduğunu savunur.

Şeriat kavramının kullanılması siyasi gelişmelere paralel olarak her zaman aynı yoğunlukta olmamıştır. Söz gelimi Müslümanların dört büyük mezhep imamından biri olan Şafii’nin 8. yüzyıl sonlarında yazdığı er-Risale’de şeriat sadece bir kez yer almıştır.

Müslümanlar arasında kanun koyucunun (şari) kim olduğu tartışılmış, daha çok Allah için kullanılan kavram, zaman zaman peygamber, müçtehid ve müftü (fetva veren) için de kullanılmıştır.

Peygamberin vefatından 30 yıl sonra Müslümanların idaresini eline alan Emevilerden itibaren şer’i hukuk ve örfi hukuk şeklinde ikili bir hukuk yapısı benimsenmiş, zamanla şeriat kavramı İslam’a zıt kurallar için de kullanılır hale gelmiştir.

Kavramın tarihsel arka planı öz itibariyle böyle.

Osmanlı’da Müslümanlık madeninden İslamcılık silahının üretildiği 19. yüzyıldan bu yana İslamcıların temel klişelerinden birini şeriat kavramı oluşturuyor.

İlk İslamcı örgüt olan İttihad-ı Muhammedi’nin 31 Mart ayaklanmasındaki (13 Nisan 1909) temel sloganı “Şeriat isteriz” idi.

İslam alimi olmakla birlikte sıkı bir meşrutiyet (demokrasi) savunucusu olarak o dönemde İstanbul’da bulunan Said Nursi, bu olay sebebiyle idamla yargılanmış, ancak kendisinin şeriattan anladığı ile ayaklanma çıkaran İslamcı örgütün şeriattan anladığının aynı olmadığını ısrarla belirtmiştir.

Nursi’ye göre “Şeriatçılar” sağını solundan ayıramayacak derecede cahil insanlardı ve şeriatı Abdülhamit diktatörlüğünün kılıfı yapıyordu. Bunlar papağan gibi “şeriat isteriz” diyerek ortalığı velveleye verip kaos üretiyordu.

Ahlak ve ibadet merkezli bir din yorumunu benimseyen Nursi’ye göre şeriatın sadece %1’i siyasetle ilgiliydi, onunla da kendisi ilgilenmiyordu. Tam cümlesi şu şekildedir: “Şeriat da yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler.”

Ancak “mızrakların ucuna Kur’an sayfalarını takma siyaseti”nde ifadesini bulan şeriatçılık, Nursi’nin şeriattan anladığının tam tersiydi. %99’u siyaset, %1’i ahlak ve ibadetti. O %1’lik kısım da safları sıklaştırmak için sadece bir harçtı.

İttihad-ı Muhammedi örgütünden günümüze tüm şeriatçı organizasyonlar hüküm ve hükumete sahip olmak güdüsüyle hareket etti.

Karanlık ilişkiler geliştirip, aydınlanma düşüncesini bastırmak ve toplumu baskı altında tutmak bu tarz-ı siyasetin temel amacı oldu.

Yeşil Kuşak projesi ile palazlanan 80’lerin İslamcı kuşağı için şeriat eşittir İslam demekti. Bu dönemin en bilinen sloganı “Kur’an anayasamız” cümlesiydi.

Selefleri olan Hariciler gibi aklı devre dışı bırakıp “Hüküm ancak Allah’ındır” ezberini tekrarlıyor, cihadın unutulan farz ve İslam’ın altıncı şartı olduğuna inanıyorlardı.

Müslüman dünyada diktatörlüklerin ömrünü uzatan bu tarz-ı siyaset, Hz. Aişe’nin evlilik yaşından çok daha kitlesel ve kritik sonuçlara karşılık geliyor.

Türkiye ve İran bunun en önemli iki laboratuvarıdır. Şeriat ezberiyle hükmünü tahkim eden totaliter rejimler her iki ülkede aklın şalterini indirmiş, tüm değerleri ayaklar altına alarak, tektipleştirmeyi, her türlü soygun ve sömürüyü norma dönüştürmüştür.

Ancak sekülerinden muhafazakarına, toplum bu durumu tartışmaktan çok uzak.

Seküler kesimler tersinden şeriatçı oldukları gerçeğini gözden kaçırırken, Müslümanlar yüzyılların müktesebatıyla yüzleşmekten kaçıyor.

Oysa Müslümanların çoğunluğu için Kur'andan sonra en tartışılmaz kaynaklar olan Buhari ve Müslim başta olmak üzere siyer-siret ve fıkıh kitaplarının neresinden tutsanız elinizde kalır. Kadın konusunda, eğitim konusunda, özgürlük konusunda, öteki konusunda.

Müslüman müktesebatının köklü reform ve formatlanmaya ihtiyacı var. Aksi taktirde yüzyılların enkazı altından çıkması imkansız.

Samimi duygularla şeriatı kurtarıcı siyasi bir rejim zannedenlere gelince! Tüm ömrünü "şeriatçı" olarak geçiren ileri yaşlardaki biriyle yıllar önce yaptığım bir telefon konuşmasında aramızda şöyle bir diyalog geçmişti:

- Abi bunca şeye tanıklık ettik, hala sorgulamıyor musunuz?

- Hayır, şeriat gelecek, dertler bitecek.

- Size göre İran şeriat ülkesi mi?

- Hayır, değil.

- Suudi Arabistan?

- Değil.

- Sudan, Afganistan, Pakistan, Moritanya?

- Değil.

- AKP iktidarı bir şeriat iktidarı mı?

- Hayır, değil.

- DAIŞ şeriatı mı uyguluyordu?

- Hayır.

- Fetullah Gülen Cemaati şeriate göre mi işliyordu?

- Hayır.

- Bin yıl geriye giderek bahsettiğiniz bir şeriat yönetimi gösterebilir misiniz?

- Yok, ama olmayacağı anlamına gelmez.

- Değerli abim, bir şeyin bin senede uygulaması yoksa, o şey yoktur.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)