Diyarbakır’da yüzbinlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen Newroz kutlamaları başlamadan, bir kişinin vurularak öldürüldüğü haberi düşmüştü ajanslara. Olay, gencin sırt çantasında bıçak taşıdığı ve çantasında bomba olduğunu söylemesi olarak yansıtıldı. Hem plaza medyası hem de sözde halkçı medyanın kaynağı aynıydı. Diyarbakır Valiliği’nin açıklaması. Haberin başlığı hepsinde aynıydı: “Diyarbakır’da Newroz alanına bıçakla girmeye çalışan bir kişi vurularak öldürüldü.”
Ne Kuzey’deki Kürt medya organlarında ne de sol medyanın tek birinde konuya ilişkin bir tek başka haber, detay bulmak olanaksız. Peki gerçekte mesele neydi?
Diyarbakır Valiliği’nin, “Çantasında bıçak taşıyan ve üzerimde bomba var, hepinizi öldüreceğim” şeklindeki iddiasını kanıtlayacak herhangi bir argüman bulunmuyor. Gencin vurulduğu anın görüntülerinde ise sadece su şişesi gözüküyor.
Gazetecilerin kartları formatlandı mı?
Olay yerinde olup polisin ve valiliğin iddialarını destekleyecek hiçbir ayrıntı yok. Olay anını gören bazı gazetecilerin de kartlarının formatlandığı iddiası var. Vurulma anı fotoğraflarında Kemal’in elinde bir tek su şişesi bulunuyor ve üstü belden yukarı çıplak. Kemal’i tanıyanlar onun evde yemek yaparken dahi bıçak kullanmadığını bilir. Bir Kürt genci daha istatistiki bir veri olarak ölüm kayıtlarına geçti. Newroz kutlanabilir ancak bunun bir bedeli olmalı öyle ya. Biz Kemal’i bunun bedeli olarak kalplerimize gömerek bileyeceğiz gözlerimizi.
Vurularak öldürülen genç Kemal Korkut. Aslen Adıyamanlı. Malatya’nın Battalgazi ilçesinde doğup büyüdü. Kemal 4 çocuklu ailenin en küçükleriydi. İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Müzik Bölümü öğrencisiydi. Kemal’in çocukluğu kederli bir çocukluk. Henüz ilkokula başladığı dönem babası Abuzer’i kanser hastalığından kaybetti. Annesi Sîcan büyüttü Kemal ve ağabeylerini. Kemal’in en büyük abisi Ercan, aynı üniversitede okuduğu dönem gözaltına alınıp bir süre tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra süren mahkemesinden ceza alınca da yurt dışına çıkmak durumunda kaldı. Ercan birkaç ay önce Almanya’ya yerleşti ve şimdi bir sürgün olarak kardeşinin cenazesine gelemeyecek durumda yaşıyor.
Kemal’in ağabeyi Ferhat öğretmen. Batman’da görev yapıyordu en son. Çıkarılan KHK’lardan biriyle ihraç edildi. Polisin ve valiliğin duyurduğu iddialarla hayatı noktalanan Kemal’in hayatından birkaç minik detay bu şekilde.
Kemal’in cenazesi Diyarbakır’dan alınarak Malatya Battalgazi’deki ailesinin yaşadığı Dolamantepe’ye götürüldü. Kemal, babasının yanına toprağa verilecek. Telefonla yanlarındaki akrabalardan durumu teyit etmeye çalışırken, ekmeğini yediğim, ayranını, suyunu içtiğim, yorganını örtündüğüm Sîcan Teyze’nin ağıtları yankılanıyordu. Birkaç yıl önce benzer ağıtlar, aynı evde Abuzer Amca için yakılmıştı.
Gazetecilik yaptığımız geçmiş 15 yıl içinde onlarca belki yüzlerce tanıdığımız, arkadaşımızı, dostumuzu, toprakdaşımızı, ulusdaşımızı garip iddia ve ithamlarla, tıpkı bir istatistiki veri olarak bu şekilde toprağa emanet ettik. Yüzlerce binlerce benzer haberi oturup yazmak, yazarken elimizin ayağımızın boşalmasına tanıklık etmek zorunda kaldık. Sene 2009’du ve Başkale’de İran sınırında kaçağa giden bir Kürt’ün benzer trajedisini haberleştirmek, izlemek, dahil olmak zorunda kalmıştım.
Hayatım boyunca unutamayacağım bir ağıt iniyordu gökyüzünden toprağa. İnce bir sicim gibi dolanıyordu 6 çocuğunun ve annelerinin etrafından. Kürt’ün ölümü her şekliyle trajedidir. O gün yüzlerce kişi o cenazeyi defnedip herkes çekidikten sonra mezarına gidip, çok uzaktan gelen bir Kürt olarak sadece ağlayabilmek istemiştim. Mezarın başında bir tek annesi kalmıştı, köye doğru yolun kenarında ise ölen kişinin çocukları belli aralıklarla toprağa kapaklanmıştı. Göz göze gelmiştik anneyle. Yabancıydım. ‘Xwedê qebûl neke kurê min. Ger Xwedê qebûl bike ew ne Xwedayê me ye’ demişti. (Allah kabul etmesin oğlum. Eğer kabul ederse o bizim Allahımız değil)
Sadece çocuklar için söylenen bir ninni söylüyordu. O günden sonra katılmak, izlemek, dahil olmak zorunda kaldığım cenazelerde ağlamamayı öğrendik maalesef. Gazeteci olduğumuz için değil, Kürt olduğumuz için. Zira biliyoruz ki sömürenlerimizle göbek bağımızı dibinden kesmedikçe, daha çok Kemalimizi bu şekilde toprağa vereceğiz ve ağlamaya lüksümüz olmayacak.
İstanbul’daki Newroz kutlamalarını izlerken Diyarbakır’daki bu meselenin haberi geçiyordu. Ancak ne isim vardı, ne hiçbir detay. Ta bir sonraki güne kadar da hiçbir yerde olayın izine rastlanmadı. Çünkü Kemal sıradan bir Kürt idi. Kürdistanî havayı solumak için Malatya’dan Diyarbakır’a Newroz’a katılmak üzere gitmişti. Hiçbir örgütlülük, hiçbir ideolojik angajman veya herhangi bir politik gerekçesi olmadan.
Bizler tek tek birer patolojik vakayız aslında. Her sabah mesleğimiz gereği uyandığımızda elimiz ilkin telefona gider. Ama hep aynı korku ve bed halle. Acaba yine lanet bir haber mi alacağız? Bu gün de öyle oldu. Kimi arasa insan, kime başsağlığı dilese, kime beddua edip, kimi kucaklasa… Her yanımız sömürgecilerimizin vurduklarıyla doldu ve taşıyor. Amed’deki Newroz alanında yapılan konuşmalar, açılan pankart ve falamalar, verilen mesajların tamamının momenti, ‘demokratlık, ortak vatan vurgusu, demokratik Ortadoğu’ vs idi yine. Oysa Kemal’in durumu için, Selahattin Demirtaş’ın belki de hayatının en önemli doğrusu olan bir sözünü hatırlatmakta fayda var. Tahir Elçi’nin cenazesi başında söylemişti: “Bizi öldürün devlet değil, devletsizlik.” Devletsizlik bir nevi Allahsızlık, bir nevi ağıtsızlık ve bir nevi ölüm olarak Kürt’ün üzerine yağmaya devam ediyor.
Yaklaşık bin kilometre uzağında, devasa bir metropolün ortasında yapayalnız bir kör gibi, Kemal için bir ağıt bırakiyorum denize. “Xwedê qebûl neke. Ger Xweda qebûl bike ew ne Xwedayê me ye…”
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın