Bir insanın ölümü trajiktir, on insanın ölümü dramatiktir, bir milyon insanın ölümü ise sadece bir istatistiktir.
Josef Stalin
“Bir insanın ölümü trajiktir.” Bu ölümün trajik olması vicdanın tepkisinden dolayıdır. “On insanın ölümü dramatiktir.” Bu ölümlerin dramatik olmasının sebebi onlardan duyulan acıdır. “Bir milyon insanın ölümü ise sadece bir istatistiktir.” Kürt’ün ölümlerinin “trajik ve dramatik” ölüm adları olmadığı gibi “ölümlerinin istatistiği bile yoktur.
Kayıp İranlı Kürt Bebeğin Cenazesi Norveç'te Kıyıya Vurdu
“Akıbeti, bütün dünyayı etkileyen Alan Kurdi’nin akıbetine benziyor.
Adı Artin.
Iraklı değil, İranlı Kürt.
Yaşı 3 değil 15 aylık.
Ölüm sebebi, kaçakçı botunun batması sonucu boğulma.
Kaza yeri: Manş Denizi.
Minik bedeninin kıyıya vurduğu yer: Norveç’in buz gibi suları.” (1)
İtalyan hukuk felsefecisi G. Agamben’in “İstisna Hali, Olağanüstü Hal ve Homo Sacer” teorileri 21. yüzyıl insanı için ufuk açıcı nitelikler taşır ve hiç kuşkusuz bu teoriler, eğer bir kaprise girmeyeceksek bize Kur’an’dan hareketle bir hukuk felsefesinin temel ilkelerinin nasıl çıkarılacağına dair ders verir. G. Agamben Kur’an okumuş mudur, bunu bilmiyoruz, ama onun çıkarımlarının Müslüman olmayan birisinin Kur’an’ın temel ilkelerinden olduğunu iddia etmekte bir beis yoktur.
G. Agamben’in tezi şudur:
İstisnai önlemler, siyasal kriz dönemlerinin ürünü iseler ve bu nitelikleriyle hukuki-anayasal alanda değil, siyasal alanda anlaşılmak zorunda iseler; bu önlemler, hukuk düzleminde anlaşılamayan hukuki önlemler gibi paradoksal bir durumda konumlanırlar ve istisna hali, yasal biçimi olamayan şeyin yasal biçimi halini alır. Öte yandan, eğer istisna, hukukun onun aracılığıyla gönderme yaptığı ve “kendini askıya alarak” yaşamı bünyesine kattığı özgün araç ise, o zaman bir istisna hali kuramı, canlıyı hem hukuka bağlayan, hem onu terk eden ilişkinin tanımlanmasının ön koşuludur.
“İstisna hali özel bir hukuk değildir (savaş hukuku gibi), hukuk düzeninin kendisini askıya alınması olarak, hukukun eşiğini ya da sınır kavramını belirler. Daha geniş perspektifler sunan bu kuramın konumuz açısından özeti budur. Daha anlaşılabilir bir seviyede Agamben bize şunu söyler: İstisna halinde zorunluluklar yaratılır ve bu zorunluluklar cari hukuku askıya alarak “yasal olmayanı yasal kılmaktan çok, belirli tek bir vakıada bir istisna yoluyla bir ihlalin haklı gösterilmesi işlevini görür.”
Tüm kuramın özü şu cümlesindedir:
“İstisna hali, “yasasız bir yasa” (vurgu bize aittir) gücünün söz konusu olduğu bir yasasızlık uzamıdır.” Kur’an’ın Bakara suresinde geçen İnek kesme olayında da var olan bir yasa, askıya alınmaya çalışılır ama Musa (as) buna karşı çıkar. Onların yaptıkları şey şudur: “bir normu uygulamak için, son tahlilde, onun uygulanmasını askıya almak, bir istisna üretmek…” ve bu istisna haliyle güçlü olanların lehine mazlumları mahkum etmek…
Bakara suresi 67-74. ayetlerde Allah, İsrailoğullarından bir sığır kurban etmelerini ister. Sığırın kurban edilmesinin amacı, işlenen bir cinayet olayının suçlularını tespit etmektir. Kurban edilen sığırın kanında elleri yıkamak “bu kanı ne ellerimiz döktü ne de gözlerimiz onu gördü” şeklindeki Hz. Musa’nın bir yasa uygulamasıdır. Cinayeti işleyen, toplumun içinde yüksek bir statüye sahip birileri var ki sığır kurban etmedikleri için “Nasıl bir kurban?” sorusu üzerinden yasa ilkesini pazarlık konusu haline getirip “yasayı askıya alma”ya çalışmaktadırlar. İstisna hali mazlumun mahkûm edilmesi için kanunsuzluğun “kanun” olarak uygulanmasıdır. Oysaki hangi durumda olursa olsun yasal bir ilkenin pazarlık konusu yapılması, toplumsal çöküşün işaretlerindendir. Yasama süreçlerindeki takip edilecek temel ilke, yapılacak yasaların toplumun en zayıf kesimlerine yönelik ve onların haklarını korumaya yönelik olarak düzenlenmesi ve hangi şart altında olursa olsun “yasanın askıya alınamayacağı” ilkesidir. Yasalar genel ilkeler şeklinde belirlenmeli, pratiği öncelemeli ve karmaşık olmamalıdır. Ayrıntılara, biçime, sayı ve sembollere boğulmuş bir anayasa/yasa zulümlere, haksızlıklara neden olur. Bakara suresindeki inek kesme olayı da yasal ilkelerin karmaşık bir hale sokulması, hukukun güçlüler lehine manipüle edilmesidir.
Agamben’in istisna hali teorisi, iktidar mekanizmaları tarafından üretilen olağanüstü durumları anlamak için temel bir kavrayış verir. Bu anlamda Kürtlerin yüzyıllara sâri hak arayışları çoğu zaman Kürt Evi’nde olağanüstü hal yaratılarak istisna haliyle de tüm evrensel hukuk normları askıya alınarak bastırılmaktadır. Bastırılan bu hak talebi karşısında, bu coğrafyada yaşamayı onuruna yediremeyenler engin denizleri aşarak Avrupa’ya göç ederken can verir ve naaşları sahillerde, Kürt’ün varlığına da gördüğü zulümlere de şahitlik eder.
Alan Kurdi’nin sahile vuran naaşının şahitliğinden sonra bu defa da Haziran 2021 başlarına şöyle bir haber geçiyordu: “Kayıp İranlı Kürt Bebeğin Cenazesi Norveç'te Kıyıya Vurdu.”
Kürtlerin kadim tarihlerinden beri akıp gelen hâlihazırdaki durumunu İtalyan filozof G. Agamben’in “Homo Sacer”i üzerinden okumak, Kürt tarihi açısından bir nebze de olsa gerek geçmişin gerekse vakıanın durumunu anlamada bir yol göstericilik yapmaktadır.
Eski Roma hukukunda ‘homo sacer’, toplumdan dışlanan, hukukun kapsamının dışında kalan kişileri tanımlayan bir kavramdır (G. Agamben, Kutsal İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat). Yargılama sonucu ‘Homo Sacer’ idama mahkûm edilen, egemenlerin hukuk anlayışıyla idam edilmeyerek toplum içine bırakılan, fakat her an öldürülebilir konumda hayatına devam eden bir metafordur. Homo Sacer, artık hukuksal olanın dışına atılmış olup toplum içinde yaşamasına izin verilen kişidir ve onun öldürülmesi hukuki bir suç değildir. Fransız filozof Michael Foucault'un "biyosiyaset" i ile Homo Sacer aslında aynı şeye tekabül eden ve politik düzenin egemenliğini hem hukuksal olarak meşrulaştıran hem de “çıplak beden” üzerinden varlığını devam ettiren bir tür güç temerküzü ve tahakkümüdür.
Mezopotamya’nın en kadim halkı olan Kürtler, Tarım imparatorluklar döneminden bu yana siyasal bir birlikteliği kâmil anlamda gerçekleştirememiş ve bunun acısını hem o dönemlerde hem de gelinen modern ulus devlet süreçlerinde ise en derin bir şekilde yaşamışlar ve yaşamaya devam etmektedirler. Ana sütü gibi helal (ayet) olan dilleri dahi bir inkâr politikası olarak bizzat kardeşleri olduklarını iddia edenler tarafından yok sayılmıştır. Modern ulus devlet döneminde, parçalanan bir imparatorluğun enkazı altında en çok kalanlar onlar olmuştur. Hak talepleri her seferinde “ümmet, kardeşlik, birlik ve beraberliğe zarar” şeklinde, indirgemeci ve genel sloganlar vasıtasıyla bastırılmıştır. İmparatorluk dönemlerinden sonra ortaya çıkan durumu içinde “ümmet, İslam ve kardeşlik” mekanizması, Kürtler söz konusu olduğunda devreye sokulan, hak taleplerinin en büyük manipülatif aracı olmuşlardır.
Modern Türkiye tarihinde “Kürt Sorunu” söylemi, Kürtlerin bir “sorun” olduğu kabulünden hareket ederek “kardeşlik, ümmet, birlik ve beraberlik” sorumsuzluğunun meşrulaştırıcı mekanizması olmuştur. Sorumsuz kardeşler olan İslamcılar, muhafazakârlar ve ideolojik sorumsuzlar olan solcular, marksistler (İstisnalar hariç ve istisnalar kaideyi bozmaz.) her zaman “Kürt Sorunu” kabulünden hareket ederek gelinen süreçte artık Kürtlere söyleyecek bir şeylerinin kalmadığını görmek zorundadırlar. Bu hakikati, Cegerxwin, Suriye’de girdiği Komünist Partisinde ortaya çıkan anlaşmazlıkta şöyle dile getirir “Yoldaş, eğer Kürtler’in hakkını dile getirmeyecek ve bu mücadeleyi kominizim için yapıyorsak burada durmamın ne anlamı var?”
Her seferinde Kürtlere bir takım gazeller, vaktin daha gelmediğine dair ayetler okuyanların Kürt vicdanının artık bunu kaldıramayacak kadar dolmuş olduğunu görmeleri gerekir. Şeyh Sait kıyamında, Dersim’de, Ağrı İsyanlarında, Halepçe’de, Enfal Soykırımında vb. ortaya çıkan durumlarda, artık kabuk bağlamayacak seviyeye gelmiş olan bu durumun başka ayrışma ve çatışmalara sebebiyet vermemesi için kendi vicdanlarını ve imanlarını adalet terazisine vurmaları gerekir.
Kutsal İnsan olarak mahkûm edilmiş olan Kürt aklı ve vicdanı Kapitalizme endekslenemeyecek bir vicdan olup, gelinen postmodern kapitalist süreçte Kürtlerin artık tek derdinin bu olduğuna (eş-aş-iş) vurgular sadece günübirlik sathiliklerdir. Yüzyıllara sâri bir hak inkârı eş-iş-aş üçgenine sığdırılamayacak kadar derin bir tarihsel bilince ve buna dayalı ontolojik bir hakikate tekabül eder. Bu hakikatin üstünü örtmek ise, eğer Homo Sacer’in kaderinin bu olduğu iddia edilerek sürdürülecekse, tarihsel hafıza ve kolektif Kürt bilinci ve -eğer varsa- bir insanlık vicdanı bunu reddedecektir.
Kaynaklar
[1] https://serbestiyet.com/haberler/artinin-cesedi-norvecte-kiyiya-vurdu-61907/
[2] G. Agamben, İstisna Hali, Ayrıntı Yay.
[3] G. Agamben, Kutsal İnsan, Egemen İktidar ve Çıplak Hayat, Ayrıntı Yay.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın