Ehmedê Xanî (1650-1707) perspektifinden Kürt Realitesi ve Anadille Eğitim Projesi

21 Şubat 2000 tarihinde kutlanmaya başlanan “Dünya Anadil Günü”, anadille ilgili farkındalığı artırmak, çokdilliliği savunmak ve dillerin unutulmamasını sağlamak amacıyla kutlanmaktadır. Bu bağlamda biz de bu yazımızda Kürt dilinin büyük mimarlarından biri olan Ehmedê Xanî bağlamında birbirine bağlı Kürt realitesi, anadille eğitimin aracı olan Kürt dili ve bu dilin iktidar olmayla ilişkisi üzerinde durmak istiyoruz.

Kürt halkının dinsel ve ulusal rehberi Ehmedê Xanî’nin Osmanlı ve İran devletlerine bağımlı olmanın Kürtler için utanç verici olduğunu söylemesi ve Kürtlerin bu iki devletten kurtulup başında taç, altında taht olan bir Kürt hükümdarının liderliğinde kendi iktidarlarını kurmaları gerektiğini savunması Kürtlük aidiyeti tarihi açısından ilk ciddî fikirdir. Şairi bu olgunun teorisyenliğini yapmaya sevk eden faktör veya faktörlerin neler olduğunu onun özellikle mesnevi tarzında Kürtçe yazdığı “Mem û Zîn” adlı eserinde yoğun bir şekilde görüyoruz. Onun bu bağlamda kullandığı anahtar terimlerden bazıları ve kapsamları şunlardır:

Ekrad                     Kürtler

Kurmanc              Sadece Kurmancî lehçesini konuşanlar değil, tüm Kürtler

Tewaifê Ekrad    Kürt taifeleri

Qebîlê Ekrad      Kürt kabileleri

Mehkûm            Yönetilen, kendisine hükmedilen

Mehrûm              Tüm haklardan yoksul

Bêtifaq                 Aralarında birlik olmayan

Se’alîk                   Fakir, zavallı

Sefîl                       Sefil, sefalet içinde yaşayan

Bêxwedan          Sahipsiz

Cihanpenah        Kürtlerin başında görmek istediği “âlemin sığındığı hükümdar”

Padîşah                 Padişah

Kulâh û tac          Kürt padişahının başında görmek istediği külâh ve taç (iktidar sembolleri)

Dewlet                 Devlet

Rom                       Osmanlı Türkleri

Tirk                         Osmanlı Türkleri

Ecem                    İran Farsları

Tacîk                      İran Farsları

1694 yılında tamamladığı “Mem û Zîn” adlı eserinde Kürt siyasasına yön vermeye çalışan Xanî, ileriki sayfalarda değineceğimiz gibi Kürt çocuklarının kendi anadillerinde eğitim yapmaları gerektiğini savunmuş ve bunu hayata geçirmek için önce 1683 yılında “Nûbehara Biçûkan” (küçüklerin İlkbaharı) adlı Arapça-Kürtçe manzum sözlüğünü, 1687 yılında da “Eqîdeya Îmanê” (İnanç Risalesi) adlı manzum bir akâid kitabını yazmış ve medreselerde okutulmasını sağlamıştır. Böylece ilkiyle Kürt dilinin “dilin dili” hâline gelmesine öncülük eden şair, ikincisiyle de “dinin dili” hâline gelmesine öncülük etmiştir.

Xanî’nin “Mem û Zîn” adlı eseri incelendiğinde onun en büyük arzusunun Kürtlerin kendi içlerinden çıkan müşterek bir lider etrafında bir araya gelip kendi kendilerini yönetmeleri olmuştur. Ancak bu arzusunun kolay kolay gerçekleşmediğini ve gerçekleşeceği yönünde pek iyimser olmadığını yine onun bu eserinde geçen bazı beyitlerden anlıyoruz. Şair sosyolojik bir perspektiften olaya bakarak bunun gerçekleşmeme nedenini de tespit etmiştir ki, bu neden Kürt aşiretleri ve beyleri arasındaki iç çatışmalar ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olan ittifaksızlıktır:

Lew pêkve hemîşe bêtifaq in

Daîm bi temerrud û şîqaq in

 

Zira hepsi de her zaman ittifaksızdırlar

Hep birbirlerine diklenip ayrılığa düşerler

 

Xanî, aşağıda kaydettiğimiz ilk beyitte Kürtlerin geleceğini görüp doğru okumak ve yorumlamak amacıyla sâkiden mânevî şarabı kendisine Cem’in Kadehinden sunmasını istiyor:

Saqî tu ji bo Xwedê kerem ke                    

Yek Cur’eyê mey di Camê Cem ke

 

Yalvarırım Sâki, Allah için şöyle buyuruver

Cem’in Kadehine bir yudum şarap koyuver

 

Bu kadehin en büyük mitolojik özelliği geleceği göstermesidir. İşte Xanî de sâkiden bu kadehi isterken amacının Kürtlerin geleceğini görmek olduğunu aşağıdaki beyitte dile getirmekte ve bu kadehi “cihannüma” (dünyayı gösteren) olarak nitelendirmektedir:

Da cam bi mey cîhannuma bit                     

Herçî me îradeye xwuya bit

 

Böylece bu meyli kadeh cihanı göstersin

Muradımıza erip ermeyeceğimiz görünsün

 

Arap dilinde “ba’de’l-kemâli zevâlün” (zirveye çıkıştan sonra iniş başlar) şeklinde hikmetli bir söz vardır. Bu sözden esinlendiği anlaşılan şairimiz aşağıdaki beytinde Kürtlerin talihsizliğinin zirveye çıktığına vurgu yapmakta, bu talihsizliğin bundan sonra inişe doğru tersine bir dönüş yapıp yapmayacağını merak etmekte; ardından gelen beyitte de feleğin dönen çarkında Kürtler için bir şans yıldızının doğmasının mümkün olup olmadığını sorgulamaktadır:

Îdbar me wê gîha kemale                             

Aya bûwe qabilê zewalê?    

 

İşte talihsizliğimiz ulaştı artık ta zirveye

Acaba zaman gelmiş midir inişe geçmeye?

 

Qet mumkin e ev ji çerxê lewleb                

Tali’ bibitin ji bo me kewkeb?

 

Hiç mümkün mü çarkın lehimize dönmesi

Bizim için de bir şans yıldızının doğması?

 

Xanî’nin Kürtler için merak ettiği şeylerden biri de içlerinden hem kendilerine hem dünyaya hükmedecek bir hükümdarın çıkmasının mümkün olup olmadığıdır. Kendisi bu hükümdarı aşağıdaki ilgili beytinde “cihanpenâh” ve “padişah” olarak vasıflandırmaktadır. Cihânpenah, âlemin sığındığı muhafız, padişah demektir:

Rabit ji me jî Cîhanpenahek                         

Peyda bibitin me padîşahek?

 

Bizden de bir cihanpenah kalkacak mı?

Bizim içimizden bir padişah çıkacak mı?

 

Kürtlerin içinden çıkmasını istediği bu hükümdarın profilini de kendisine göre çizen Xanî, aşağıdaki üç beytinde onu ikinci kez “padişah” olarak anmakta, başında bir “taç” bulunmasını hayal etmekte ve üzerinde oturacağı bir “taht” tasavvur etmektedir, ancak böyle birinin iktidarı altında bir araya geldikleri takdirde şanslarının açılacağına ve kendilerinin de öbür milletler gibi revaç bulacaklarına dikkat çekmektedir:

Ger dê hebûwa me padîşahek                    

Laiq bidya Xwedê kulahek  

 

Eğer bizim de bir padişahımız olsaydı

Allah ona da bir külah layık bulsaydı

 

Te’yîn bubûwa ji bo wî textek                     

Zahir vedibû ji bo me bextek     

 

Eğer onun için de bir taht tayin edilseydi

O zaman bizim de bahtımız açılıverecekti

 

Hasıl bibûwa ji bo wî tacek                           

Elbette dibû me jî rewacek

 

Onun için bir taç söz konusu olsaydı

Elbette bizim de bir revacımız olacaktı

 

Xanî böyle bir hükümdarın şemsiyesi altında kendilerine ait bir iktidara kavuştukları takdirde bunun nasıl bir netice vereceğini iki beyitte özetlemektedir. Aşağıda kaydedeceğimiz bu iki beyte göre böyle bir hükümdara kavuşan Kürtler Osmanlı Türklerine ve İran Farslarına bağımlı olmaktan kurtulacak ve toprakları da bu uluslar tarafından baykuşların kondukları harabelere dönüşmeyecektir:

Xalib nedibû li ser me ev Rûm                     

Nedibûne xerabeê di dest bûm     

 

O zaman Romlar bize galebe çalmazdı

Baykuşun konduğu harabeler olmazdık

 

Mehkûmun eleyhî û se’alîk                          

Mexlûb û mutî’ê Turk û Tacîk

 

Olmazdık hep “yönetilen” ve “fakir” kesimler

Türk ve Farslara boyun eğmiş mağlup kimseler

 

Kürtlerin Osmanlılara ve İranlılara bağımlı bir şekilde yaşamalarını “âr” (utanç verici) bulan şair, Kürtlere bu utancı yaşatan suçluları ararken aklına “namdar” olarak nitelediği Kürt beylerini ve Kürtlere şu veya bu şekilde hükmedenleri görmektedir:

Teb’iyyetê wan egerçi ‘ar e

Ew ‘ar li xelqê namdar e

 

Gerçi onlara bağımlı olmak utanç vericidir

Fakat bu utanç namdar olan kimselere aittir

 

Xanî birbirine bağlı iki beytinde bu koskoca dünyada Kürtlerin her şeyden mahrum ve yöneten değil hep yönetilen olmalarının Allah’ın hangi hikmetine dayandığını merak etmekte ve bu hikmeti anlamaktan aciz olduğunu belirtmektedir. Evet, şair bu iki beytinde şöyle söylemektedir:

Ez mame di hîkmeta Xwedê da                   

Kurmanc-i di dewleta dinê da       

            

Şaştım kaldım Allah’ın hikmetinde

Kurmanc (Kürtler)dünya devletinde

 

Aya bi çi wechî mane merhum                    

Bîlcumle ji bo çi bûne mehkûm

 

Acaba neden böyle mahrum kalmışlar

Neden böyle hep yönetilen olmuşlar

 

Xanî bunun hikmetini anlamaya çalışırken bir an için Kürtlerin yaşadıkları bölgelerin stratejik ve jeopolitik konumlarını düşünmekte, Osmanlıların ve İranlıların Kürtleri kuşattıklarına vurgu yapmakta, Kürtlerin dört bir yana dağıldıkları gerçeğini gözler önüne sermekte, ikili cephe olarak Osmanlı ve İran tarafının Kürtleri ölümcül oklarına hedef yaptıklarını düşünmekte ve başta Osmanlı-İran sınırlarının tespiti olmak üzere sınırlar çizilip değiştirilirken Kürtlerin bunda hep kilit rol oynadıklarına şu üç beytiyle dikkat çekmektedir:

Ev Rom û ‘Ecem bi wan hisar in                  

Kurmanc hemî li çar kinar in         

              

Şu Rom ve Acemler Kürtleri kuşatmışlar

Kürtler bütün olarak dört yana dağılmışlar

 

Herdu terefan qebîlê Kurmanc                   

Bo tîrê qeda kirîne amanc        

                  

Kürt kabilelerini bu ikili cepheler

Ölümcül okları için hedef seçmişler

 

Guya ku li ser heddan kilîd in                       

Her taîfe seddek in sedîd in

 

Kürtler sınırlar üzerinde âdeta kilittir

Her Kürt taifesi orada sağlam bir settir

 

Evet, Xanî’ye göre her bir Kürt taifesi sınırlarda birer settir. Osmanlı-İran savaşlarında tarafların birbirlerine ulaşması için maddî ve mânevî olarak bu setleri kullanmaları gerekirdi. Bu yüzden de her iki imparatorluk kendine bağlı bir tampon Kürt gücünü oluşturup gerektiğinde bunları öbür imparatorluk ve güce karşı kullanırken zarar görenler hep Kürtler olmuştur. Bu iki imparatorluk arasında kalan Kürtler bu yüzden hep kana bulanmışlardır. Şairimiz “Rom” olarak tanıttığı Osmanlılar ile “Tacik” olarak tanıttığı İran Farsları arasında kalan Kürtlerin bir türlü kendi aralarında bir birlik oluşturamamalarında bu iki devletten her birisinin kendi Kürtlerini oluşturma politikalarının yattığına ve kendi ifadesiyle onları “berzah” gibi birbirlerinden ayırdıklarına şu iki beyitle dikkat çekmektedir:

Ev qulzemê Rom û behrê Tacîk                   

Hingî ku bikin xurûc û tehrîk     

 

Birer denizi andıran Romlar ve Tacikler

Ne zaman ortaya çıkıp harekete geçseler:

 

Kurmanc-i dibin bi xûn mulettex                

Wan ji yek ve dikin mîsalê berzex

 

Kürtler hemen kana bulanırlar

Berzah gibi onları birbirinden ayırırlar

 

Kürtlerin neden bir türlü kendi iktidarlarını kuramadıklarını irdeleyen Xanî, sosyoloik bir yaklaşım sergileyerek bunu Kürtlerin kendi aralarında birlik oluşturamamalarına, sürekli birbirileriyle çekişmelerine ve iç kavgalar yaşamalarına bağlamaktadır. Şair aşağıdaki beyitte bu gerçeğe dikkat çekmektedir:

Lew pêkve hemîşe bêtifaq in                      

Daîm bi temerrud û şîqaq in

 

 Zira hepsi de her zaman ittifaksızdırlar

Hep birbirlerine diklenip ayrılığa düşerler

 

Şair Kürtlerin kendi aralarında birlik ve beraberlik kurup birbirilerinin sözünü dinledikleri takdirde bütün Rom, Arap ve Acemlerin onlara efendi değil, hizmetçi olacaklarına vurgu yapmakta ve bu bağlamda dinlerini de devletlerini de mükemmel bir seviyeye temsil edip diğer milletler gibi ilim ve hikmet sahibi olacaklarını şöyle dile getirmektedir:

Ger dê hebuwa me îttîfaqek                        

Vêkra bikra me înqiyadek     

 

Eğer biz birlik ve beraberlik içinde olsaydık

Birbirimize uyup aramızda ittifak kursaydık

 

Rom û ‘Ereb û ‘Ecem bi temamî                 

Hemiyan j ime ra dikir xulamî         

 

O zaman Romlar, Araplar ve Farslar

Hepsi bizim için hizmetçi olacaktılar

 

Tekmîli dikir me dîn û dewlet                      

Teshîli dikir me îlm û hîkmet

 

O zaman tamamlardık hem dini hem devleti

Elde ederdik o zaman hem ilmi hem hikmeti

 

Kürt Dili-İktidar İlişkisi: Xanî hem “Mem û Zîn”i Kürtçe yazmasının nedeni münasebetiyle hem de diğer münasebetlerle Kürt dili ve ona bağlı Kürt edebiyatı hakkında milli görüşler serdetmiş ve bir dilin geçerlilik kazanması için ona sahip çıkacak ve onun “dil” olduğunu onaylayacak bir iktidarın olması gerektiğini savunmuştur.

Xanî aslında anadili Kürtçe ile birlikte Arapça, Farsça ve Türkçeyi de şirde kullanabilecek kadar iyi derecede biliyordu. Nitekim onun “Dîvân”ında bu dört dille yazılmış “mulemma” türü bir iki şiiri de vardır. Şayet bu muhteşem eserini bu dillerden biriyle yazmış olsaydı ve içinde Kürtlükten bahsetmeseydi şüphesiz o dili konuşan devletler onu el üstünde tutup maddî ve mânevî her açıdan onu bayraklaştırırlardı.  Fakat şair buna rağmen eserini bu dillerden herhangi biriyle değil, kendi anadiliyle yazmayı tercih etmiştir. Aşağıdaki iki beytinde saf şaraba benzettiği bu dilleri bir tarafa bırakıp tortuya benzettiği Kürtçeyi tercih ettiğini, Kürt diline ipliğe dizilen dür daneleri gibi yeni bir düzen verdiğini ve umum halkı için bu uğurda eziyetlere katlandığını sanatsal bir şekilde şöyle dile getirmektedir: 

Safî şemirand vexwarî durdî                         

Manendê durrê lîsanê Kurdî   

 

Saf şarabı terk edip tortuyu içti

Kürt dilini dür daneleri gibi dizdi

 

Înaye nîzam û întîzamê                                 

Kêşaye cefa ji bo ‘amê

 

 Bu dile yeni bir çekidüzen verdi

Umum halkı için eziyetler çekti

 

Xanî daha sonra dil-iktidar ilişkisi çerçevesinde değerlendirilebilecek asıl önemli meseleye parmak basmaktadır. Bir dilin sırf dil olması hasebiyle değersiz olamayacağını, değersizliğinin nedeni ona geçerlilik kazandıracak bir Kürt iktidarını üstlenen bir padişahın ve onun onay mührünün olmaması olduğunu söyleyen şair, altın ve gümüş para demek olan “neqd”e  benzettiği bu dil ile ona geçerlilik mührünü vuracak bir Kürt padişahı arasındaki ilişkiyi şöyle dile getirmektedir:

Neqdê me mebêje kêmbuha ye               

Bê sîkkeeê şahê şehrewa ye

 

Sakın demeyin “bu paramız için değersizdir”

Hükmü geçer bir şahın sikkesi yok, sikkesizdir

 

Xanî bir sonraki beyitte bu dilin hükmü geçer bir padişahın sikkesiyle geçerlilik kazandığı takdirde böyle geçersiz ve şüpheli bir hâlde kalmayacağına inanmakta ve bu inancını şöyle açığa vurmaktadır:

Ger dê bibûwa bi derbê menqûş                                 

Nedma wehe bêrewac û mexşûş

 

Eğer sikke vurularak süslenip onaylansaydı

Böyle revaçsız ve şüpheli bir hâlde kalmazdı

 

İktidarın sembolü olan sikkeden yoksun bir dilin iktidar tarafından desteklenen ve onaylanan bir dil kadar disiplinize olamayacağını, edebî bir çehre kazanamayacağını ve kuralları oturmuş standart bir dil hâline gelemeyeceğini iyi bilen Xanî bu yüzden yazdığı eserin su verilerek verimli hâle getirilmiş bir dil olmayan Kürtçe ile yazıldığı için ancak bu kadar olabileceğini de şöyle ifade etmektedir:

Ev mêwe eger ne abdar e                             

Kurmancî ye ew qeder li kar e

 

Her ne radar bu meyve susuzdur

Kürtçedir: Ancak bu kadar olur

 

Xanî her türlü fedakârlığa katlanarak eserlerini yazdığı Kürtçenin sikkesiz oluşu nedeniyle piyasasının kesat oluşundan şikâyetçidir ve çok değerli kumaşa benzettiği bu dilin alıcısının olmadığından muzdariptir. Şair günümüzde de duyulan bu şikâyet ve ıstırabını şu beyitle dile getirmektedir:

Çibkim ku qewî kesad e bazar                     

Nînin ji qumaşî ra xerîdar

 

Neyleyeyim ki pazar çok kesattır, durgundur

Pazara getirilmiş bu kumaşın müşterisi yoktur

 

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)