Doğu Kürdistan depremi ve referandumu

12 Kasım’daki deprem felaketi sonrası Kırmaşan’da bir cuma vaizi, yaşanan depremin, Güney Kürdistan referandumu nedeniyle Allah tarafından verilen bir ceza olduğunu söylemişti! O molla halk tarafından anında kınansa da Doğu Kürdistan’daki deprem, referandum ve deprem arasında bağlantı olduğunu ortaya koydu. Ancak o gerici mollanın söylediklerinin ötesindeydi.

 

Gurur ve utanç arasında bir millet

 

Tarihi 25 Eylül referandumu sadece Güney Kürdistan’la sınırlı değildi. Doğu Kürdistan halkının tarihi referandumdaki heyecan ve hayali, Güney’inkinden çok daha fazlaydı. Sebebi de belli: Güney’de siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda ortaya çıkan ve halkı etkileyen derin krizi Doğulular, yakından deneyimlemiş değildi.

 

Bu yüzden yorgun ve soğuk Güney’in aksine Doğu, referandumu daha umutlu karşıladı. Diğer yandan prangalı Doğu, özgürlüğe olan sussuzluğunun, Güney Kürdistan’ın bağımsızlığıyla dineceğini umuyordu. 25 Eylül’deki referandumda ‘Evet’ oylarının başarısı bile Doğu’nun tek bir coşkuda birleşip halaya durmasını sağladı.

 

Elbette referandumun bir diğer sonucu da 16 Ekim’deki felaketti: İhanetin paslı hançeri, Kerkük gibi bir sembol kentin kaybedilmesi, direniş gösterilmeden Kürdistan topraklarının yarısından çekilme ve peşmergenin yüksek prestijinin düşmesine neden oldu. Oysa ki bu, bir milletin tarihi savaşı olmalıydı. 16 Ekim’de yaşanan, sadece bir yenilgi değildi, aynı zamanda bir utançtı. Kürtlerin tarihi yenilgilerle dolu ancak iradenin yenilgisiyle değil gücün yenilgisiyle. 16 Ekim yenilgisi, her türlü gurur ve kıvançtan uzaktı. Alman sosyolojisinin kurucularından Georg Simmel, utancı; insanın göz önünde kaçışı, değerlerinin aşağılanması ve küçük düşürülmesi olarak tanımlıyor. 16 Ekim, değersizlik ve küçük düşürülme, ulusal utanç günüydü. Referandum süreci yükselme hissi oluşturmuştu (en azından referanduma sevinenler için). Referandum, Doğulularda kendileriyle gurur duyma duygusunu zirveye çıkarmıştı. 16 Ekim ise zirveye çıkanları çökertti.

 

Doğulular, her türlü siyasi çıkar ve çekişmeden uzak olan ulusal ruhun temsilciliğini yapıyordu ve sadece Güney’in zaferini amaç edinmişlerdi. 16 Ekim yenilgisi, Doğuluların o ulusal ruhunu yaraladı. Medya da yaralarına olabildiğince tuz döktü. Bir ulusun gururu kırılmıştı. Doğu, kendisinde böyle bir kırılma görmemişti. Doğu’ya, gururdan uzak bir utanç kalmıştı sadece. O günlerce kimse gururlarının kırılmasından duydukları acıyı görmesin diye acıyı içine atıyordu. İçerde ise paramparçaydı. Doğrusu Doğu’nun büyük depremi Kırmaşan’da değil, 16 Ekim’de Kerkük’teydi.

 

Yaralı bir ruhun toparlanışı

 

Güney’de yaşanan yenilginin depremi nedeniyle ulusal bir kahır yaşanırken, Zagros Dağları’nı doğal bir deprem sarstı. Öyle bir deprem ki Zagros toprağıyla birlikte Doğu halkı ve toplumunu da sarstı. Elektroşok gibi bir sarsıntıyla. Öylesine güçlü bir şoktu ki 16 Ekim’de bütün toplumu şok eden felaketi unutturdu. Deprem felaketi, silkinmenin delili oldu. Doğu Kürdistan’da geçen hafta gördüklerimiz insani yardımdan ibaret değildi. Bana göre ulusal duygular bile o büyük hissi açıklamaya yetmez. Doğu Kürdistan’da görülen, yaralı bir ruhun toparlanışıydı. Büyük bir maneviyattı. Deprem, Doğu Kürdistan toplumunun onurunu dışa vurmada bir etken oldu.

 

Felaket sonrası Doğu halkının ilk yaptığı, devlet sahibi olmaya vurgu ve bir iktidarın yolsuzluk ve zulmüne dem vurmak oldu. Bağımsızlık, yani kendine güven. Halk sırtını kendine verdi, gücün kaynağı kendisi oldu. Doğu Kürdistan’da afet yönetimi de doğrudan demokrasi tecrübesine vurgu  oldu ve kendi kendini yönetebilmenin provasına dönüştü.

 

Halkın devleti beklemeden harekete geçmesi, kendi onurunu korumak adına hem kızgın doğaya gem de zalim devlete karşı daha adilane hareket ettiğini gösterdi. Halk, doğal kader karşısında acıyı ve zararı paylaştı. Sorumsuz bir devleti de sorgulayacak noktaya getirdi. Devletin yapması gerekeni ise kendileri devletten çok daha iyi yaptı.

 

Doğu Kürdistan’da ulusal bağlılık ve insani duygular, sivil toplum örgütlerini birbirine bağladı. Bu bağlılık, yardımların deprem bölgesine kadar uzanmasını sağladı. Yardım şekli, miktarı, teslim biçimi vs hep manevi bir hesaplamanın eseriydi.

 

Ezidiler Şengal’de soykırıma uğradığında da Doğu, tarihi bir bağlılık gösterdi. Azınlık gruplarına karşı bağlılık, sadece gelişmiş toplumlarda görünen bir durumdur ki eşitlikçi, seküler söylem toplumda hakimdir.

 

Doğu Kürdistan’da bütün sınıflar; kent, köy, zengin, yoksul, işçi, öğrenci, kadın, erkek, büyük, küçük herkes ulusal yardımlaşmaya katıldı. Elbette orta sınıf bu tarihi süreçte daha görünür bir roldeydi. Doğu Kürdistan ekonomik açıdan zayıf olsa da insan sermayesine sahiptir. Toplumdaki kültür düzeyi, yine Kürdistan’ın bu parçasına medeniyetin damgasını vurmuştur.

 

Doğu Kürdistan ve referandum mesajı

 

Yaşadığımız son trajedinin epizodunda Doğu Kürdistan, felaketlerden daha büyük olabileceğimizi gösterdi. Doğu Kürdistan, kendi içinde yaşadığı tecrübede, en büyük felaketleri bile en modern ve gurur verici duyguların mayası haline getirebileceğini ortaya koydu. Doğu’daki deprem, Güney’deki referandum nedeniyle yaşanmadı ama deprem felaketi karşısında Güney’deki referandumun “bağımsızlık” mesajını “kendi kendine dayanma”yla verdi. Doğu’nun yaptığı, referandumun bir başka şekliydi. “Ahlak devleti”nin direklerini dikmek için yapılan bir referandumdu. Sonuç olarak demokratik bir hükümet ona omuz vermenle kurulur, devlet de ahlak ve kültür ile.


 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)