İki esmer Ahmet, bir İnce Memed
Gecenin güç yarısı, bir başıma ölüyorum; yüzümü yırtan kıyametlerin haddi hesabı yok ve sen görmüyorsun, hiçbir şey bilmiyorsun. Her insanın yol ayrımın ayrıdır ve çoğu insan yol ayrımlarına takılıp kalır. Yol ayrımlarının bittiği yerden geliyorum. Sadece uzaktan bakıyorsun cennetine ve cehennemine. Her şeyin uzağında kalmışsın, en çok da kendinin uzağındasın ve şah damarını avuçlayıp duran ölümü görmekten de çok uzaksın.
Hepten delirmemek için cesetlerimi sayıyorum tespih taneleri gibi. Ellerimizle yerin altına döşediğimiz füzyonik ayrılıkları sayamıyorum. Kolumda Ahmed Arif’in domdom kurşunu, kolumda müntehir şairlerin mührü, ağzımı açarsam dilimin altındaki isyankâr gözcüler dışarıya fırlayacak. Sen oturduğun yerde ötekilerini yargılıyorsun, hain ilan ettiğin şairlerin isimlerini kullanarak. İlk ikiyüzlülüğü burada yapıyorsun, oturduğun şairler meclisinde Ahmet Arif’e demediğini bırakmıyorsun ama geceleyin uyumak için Ahmet Arif’in şiirlerini sayıklıyorsun. Seni göbeğinden toprağa bağlayan ve taşa yazdıran şiirler, ne de çoklar.
Kalbine söz geçiremiyorsun ama aklınla güç oyunları oynamasını biliyorsun. Böyle yaparak ötekilerin biricik Efendisi olacağını sanıyorsun ama yanılıyorsun. Dudaklarının arasında zehirli sarmaşıklar, sen Ahmet Arif’in şiirlerine saldırdıkça küçüleceksin, zayıflayacaksın, kontrolü kaybedeceksin. Mazlum şairlerin kanıyla beslenenler iflah olamazlar ne bu burada ne de başka bir yerde.
Tabutumun gölgesinde dünyaya ve insana bakıyorum. Bütün kıyılarımı bir solukta tükettim, bütün sığınaklarımı yalnızlık dinamitleriyle patlattım, paramparça ettim. Ölümün ötesinde bir yerlerde yoluma bakıyorum. Yol ayrımlarında geride kalanları temaşa ediyorum. Yaşar Kemal İnce Memed’inin sırtında, kendi gerçekliğinin mücadelesini veriyor; saygı duyuyorum. Sen görmüyorsun onun mücadelesini, esmer kurşunlarını boşaltıyorsun Yaşar Kemal’in üzerine.
Gündüzleri İnce Memed’i görmezlikten geliyorsun, geceleri İnce Memed’le beraber Abdi Ağaya karşı savaşıyorsun. Bir türlü içindeki Abdi Ağayı kabullenemiyorsun. İçindeki Abdi Ağayı çıkarıp gerçeğini sana hatırlattığı için sevmiyorsun Yaşar Kemal’i. Bu yol ayrımıdır. Bir yolun olmadı ki ayrımı olsun. Sen içindeki Abdi Ağanın gölgesinde İnce Memed’le özgürlük oyunu oynayan bir figüransın sadece. Merkeze inemezsin; çünkü ne belli prensiplerin ne iç düzeneğin ne de mihenk taşın var. Derine de inemezsin; çünkü hiç cesur olmadın, hiç kendine güç yetirmedin.
Gecenin iç sancısı, ötelere yazılıyorum. Sevdiğim zamanlar kalmadı hiç. Kılcal damarlarıma kadar yandım, yanıldım, yazıklandım. Ben başkalarının karanlığından çıkıp gelmeyi hayat felsefesi yaptım, sense ölmek üzereyken “Biraz daha ışık” diyen Goethe’ye inat edercesine dünyayı biraz daha kana bulamak için elinden geleni yaptın. Hayatın boyunca aydınlıklarla savaştın, kendi karanlığını merkeze koydun, kendi karanlığını başkalarının aydınlığına üstün tuttun.
Yine bir yol ayrımı, bu sefer şarkılarda. Ahmet Kaya’nın kalbi Paris’in sonbaharına takıldığında, o üzerine düşeni fazlası ile yapmıştı anlamını özgürlük ve aşk şiirlerinden alan şarkılarıyla. Kendi sazıyla, kendi sözüyle gerçeğin içinden hakikatin parçalarını çıkarmasını bilmişti o, yeryüzünün bütün dilleriyle, bütün dinlerin ötesinde. Sen ne yapmıştın! Sevinmiştin dostlarının arasında. Kurtulmuştunuz bir bozguncudan. Geceleri yalnız kaldığında gizlice Ahmet Kaya’nın şarkılarını dinlemeye devam ederdin. Yıllarca bu ikiyüzlülükle yaşadın. Gündüzleri Ahmet Kaya’ya çatal fırlatanların yanında olmaya, geceleri bir başına kaldığında onun şarkılarını gizlice dinlemeye devam ettin. Bu senin yazgındı. Sen kirli ve kanlı ellerinle bu yazgıyı yazmıştın.
Hep iki arada bir derede kalmıştın; kimsenin görmediği sularda boğuluyordun. Uyumak istemiyordun ya da hepten uyumak ve her şeyi unutmak. En acınası ve insan olduğun zamanlar ise Ahmet Kaya’nın şarkılarını dinlerken ağladığın zamanlardı. Şarkıları dinledikçe içindeki ölü çocuk kıpırdanır gibi olurdu. Sonra bakardın, içinde sadece bir ölü çocuk yok, binlerce çocuk var. İçindeki ölü çocuğu gözlerden ırak eylemek için öldürdüğün öteki çocukların cesetlerini görürdün, bir daha utanırdın, küçülürdün, yerine dibine geçer gibi olurdun.
Birinin içindeki ölü çocuğu unutması için kaç çocuk öldürmesi gerekir? Hiç bilemedin, belki de bilmek istemedin. Çünkü gündüzleri Ahmet Kaya’ya çatal değil kurşun atıyordun bu sefer. İşi büyütmüştün. Çatalların yerini kurşunlar almıştı ve özellikle çocukları vurmak tercihindi. Dostların arasında “yılanların başını küçükken ezen” biri olarak nam salmıştın. Kim yılandı gerçekte? Sen ve senin gibiler mi yoksa masum çocuklar mı?
Gecenin son acısı; bütün başlangıçlarımı bitirdim, bütün yol ayrımlarının sonuna geldim. Biliyorum sen işini, sana yakışanı yapacaksın; aydınlığa kurşun sıkmaya, çocukları öldürmeye, kuşları yuvasız bırakmaya, ormanları yakmaya, toprağı zehirlemeye, ruhları satın almaya, bedenleri kirletmeye, berrak suları bulandırmaya, karanlık köşe başlarını tutmaya, bin yıllık çınarları devirmeye, insanların hayatlarıyla oynamaya, zarları hileli atmaya devam edeceksin. Bense dudaklarımda Musa Anter ıslığı, gözlerimde İnce Memed şafağı, dilimde Ahmet Kaya şarkıları, kalbimde ince sızılar, aklımda delice sorular, kollarımda kayıp evlatlarını arayan anneler yaşama çalışacağım.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)