İnternette dolaşan bir kamera kaydında Alman’la tartışan Müslüman şunları söylüyor:
“Beğen ya da beğenme, İslam Almanya’nın dini olacak. Alman kızın başörtü takacak. Alman oğlun bizim gibi sakal bırakacak. Ve kızın sakallı bir Müslüman’la evlenecek. Biz Müslümanlar daha fazla çocuk yapıyoruz. Almanlarsa hiç çocuk yapmıyor. En fazla iki çocuk yapıyorsunuz. Biz ise 7-8 çocuk yapıyoruz elhamdülillah. Siz Almanlar ise bir çocuk ve bir köpek. Ancak bu kadar. Bizim ülkelerimizi sömürüp kolonileştirdiniz. Böylece Mercedes sürüp, dijital kameralarınızı ülkelerimizde kullandınız! Ey yüce Allah’ım, Almanya’yı fethetmemizi mümkün kıl.”
Bu düşünceleri taşıyan yüzbinlerce insan her yıl ölümü göze alarak, zorlu şartlarda Doğu’dan Bat’ıya akıyor. Geçmeye çalıştıkları nehirlerde, Akdeniz’in karanlık sularında boğuluyor, ormanlık alanlarda soğuktan donuyor, mafya ve çetelerin eliyle can veriyor, yine de bu yolculuktan vazgeçmiyorlar.
Çünkü Batı sosyal refah, hukuk, adalet, güvenlik ve medeniyet diyarı. Doğu’da ise cehalet, bağnazlık, fanatizm, diktatörlük, sefalet ve sömürü vebası hüküm sürüyor. Doğulular adını koymasa da, bu.
Doğu’da kimse güvende değil. Ne hükmeden ne de hükmedilen. Doğu’nun egemenleri ve diktatörleri bile yatırımlarını Batı’ya yapıyor. Amerika, İngiltere ve Malta’dan ev, şirket satın alıyor, bulundukları ülkenin yarınına güvenmiyorlar.
Peki ya bu insanlar gerçekten dedikleri gibi Batı’yı ele geçirirse ne olacak? Mesele sadece her yere minare dikmek, günde beş vakit ezan dinletmek, sokaklardaki tüm kadınları peçeli, erkekleri sakallı yapmak değil ki!
Ortalama bir Doğulunun dikkatini “zulüm" değil, "domuz eti" çeker. "Özgürlük" değil "alkol" onu tetikler. "Cinayet" değil, "cinsellik", "hak" değil "haç" onu ilgilendirir. "Düşünce" değil "dedikodu", "gelişmişlik" değil "giyim", "felsefe" değil "fesat" onun odağıdır. "Sanat" yerine "siyaset" konuşmayı, "birey" olmaktansa "parti" ve "cemaat" olmayı tercih eder.
Doğulu, bu tür bir sorgulamaya muhatap olduğunda zihni hemen hamlesini yapar ve bakışı kendinden kaçırır: “Batılı melek mi peki?” Bu yüzden onu kendisiyle yüzleştirmek imkânsıza yakındır. Yüzleşme ve özeleştiri kültürü en az bin yıldır dünyasında yoktur.
Doğulu üzerine derinlikli bir düşünme gerekiyor. Aristo’nun iki bin yıl önce yazdıklarını yazmak bir tarafa, halen okuma kapasitesi olmayan bir dünyadan bahsediyoruz.
Doğulunun blokajlı bilinci bunları görebilecek durumda değil. Batılı da bu kadar olacağını düşünemiyor belki de.
Ateisti ve dindarıyla Doğulu, bir vebadan kaçıyor ama vebasını beyninde ve bağrında taşıdığının farkında değil. İki kutup aynı şeyin karası ve kırmızısı olduklarını da bilmiyor.
Batı’ya gelenlerin bir kısmı Batı’daki her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünüyor. Onlara göre Batı kendi ülkelerini sömürmüş, tüm zenginliklerini alıp bu dünyayı kurmuş!
Bir kısmı Müslüman oldukları için seçkin ve üstün olduklarına inanıyor, Batı’yı ele geçirip hükmetmeyi dini bir gereklilik görüyor.
Bir kısmı Türk gibi seçkin bir ulus olduklarını, geçmişte zaten buralara hükmettiklerini, tekrar Batıyı egemenliklerine alacaklarını düşünüyor.
Gençlerin çoğuna göre ise Batı, para kazanıp özgürce hovardalık yapabilecekleri sınırsız bir dünya.
Bunlar Batı’ya gidenlerin yüzde doksanını oluşturuyor. Yüzde onluk bir kesim ise kendilerinin, kimliklerinin farkında olan ve Batı’daki ileri değerleri sahiplenenler. Ancak bunlar çok küçük bir azınlık.
Batı ülkelerine gidenlerin kahir ekseriyeti zihniyet ve yaşam tarzlarını oraya taşıyor. Kendi ülkelerini yaşanılmaz kılanın o zihniyet ve yaşam tarzı olduğu akıllarının ucundan bile geçmiyor.
Batı’daki Doğulu, ırkını ve inancını koruma refleksiyle çoğu kez kendisini bir bilinç fanusuna kapatıp gittiği dünyanın bilişsel nimet ve gelişiminden yoksun kalıyor. Derya içre derya bilmeyen balığa dönüşüyor. Aynı bilinci çocuklarına da aktarıyor.
Önceleri yaşadığı ülkedeki çarkın dişlileri arasında ezilip feryat ederken, zamanla davulun sesi uzaktan hoş geliyor, orada bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür teranesini mırıldanmaya başlıyor. Geldiği yerin yaşanmazlığını unutup, tepkilerini yaşadığı ülkeye yöneltiyor.
Taş yerinde ağırdır. Yerinden göçenlerin, Batı’ya gidenlerin var olan ağırlıklarını da yitirmesi yüksek olasılık. Tam da burada karşımıza Doğu’dakinden de geri bir tipoloji çıkıyor. Sokak röportajlarında Türkiye’dekilerin bile hayrete düştüğü “gurbetçi” işte budur.
Yüz yıl önce “Batı’nın tekniğini mi, ahlakını mı alalım” sorusu etrafında batılılaşma tartışılıyor, muhafazakârlar Batı’nın tekniğini almayı savunurken, diğerleri ahlakını da almak istiyordu. Ancak ikisi de yanıldı. İlki bir tımarhane kaçkınına uçak almanın nasıl sonuçları olabileceğini kestiremedi. İkincisi ahlakın alkol, şapka, frak, smokin, opera olduğunu sandı.
Türkiye gibi Doğu-Batı arasına sıkışmış ülke insanının en önemli yanılgısı şeklen Avrupalılara benzemekle çağdaşlaştığını ve modernleştiğini düşünmesi, bal küpüne şeker doldurunca onun bal olamayacağını hesaplayamaması.
Bu tür bir batılılaşmaya reaksiyon gösterip eskide ısrar edenler de kendilerini bir mahzene kapattıklarını anlayabilecek düzeyde değildi. Bazen sadece bir bez parçasıdır gözlerinizi kapatıp, körlüğe mahkûm eden.
Her iki kategori de büyük yanıldı. Bu nedenle Türkiye bir Araf ülkesidir. Boşluktadır. Çoğu kez ne idüğü belirsizdir. Yerini bulmadığından şeklen daha geridekilerden de geridir. Aklı gözünde olan bir bilinç, şeklen değiştiğinde mantalite ve zihinsel geriliğini tamamen unutup tam bir cehl-i mürekkebe saplanır.
Ahlak denince Doğulunun aklına iradesizlik, birey olamama, tembellik, kirlilik, kabalık, bağnazlık, düzensizlik, haksızlık, zulüm, baskı, saygısızlık, özgürlükten yoksunluk, kendini bilmezlik, dezenformasyon, holiganlık, aç gözlülük, dedikoduculuk, baştan savma iş ahlakı, rasizm gelmiyor.
Doğulu için ahlakın onda dokuzu saç, kıl, kıyafet, kadın ve alkoldür. Oysa Avrupa’yı Avrupa yapan ne teknik üstünlük, ne de cinsel özgürlüktür. Batının geliştirdiği ahlak özgürlük bilinci, akıl, birey ve iradedir.
Bu anlamda Doğu, tekniğinden önce Batı’nın ahlakına muhtaçtır. Bu ahlak, her alandaki aydınlanmanın anahtarıdır. Dini reformasyon da buna bağlıdır.
Doğulu bilinç henüz bundan çok uzaktır. Dincilikle iğfal olmuş zihinlerde Batı’yı küçümseyip tüm kötülüklerin kaynağı görme anlayışı hâkim iken, laik-seküler kesimler ise Batı’yı şekilsel bir özgürlükten ibaret sanmakta, gerçekte ilk kategoriden farksız olduklarını görememektedir.
Böyle oldukça Batı’daki Doğulunun kaderi “Heft salan çû seferê dîsa hat kerê berê”den öteye geçemeyecektir. Öyle ya! Sorgulayıp değişmeyecekseniz, öğrenip gelişmeyecekseniz gittiğiniz yerlerin altını oymaktan başka ne faydanız olacak!
Bugün market ürünlerinin başında satıcının durmadığı, en azılı düşmanlarının bile dara düşünce sığınabildiği bir Batı var. Olur da bir gün Doğu batılaşacağına, Batı doğulaşırsa dara düşenler için güvenilir liman kalmayacak, belki de asıl o zaman Batı’daki Doğulu kıyametini koparacaktır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın