Herkes hikayesiyle bir yerlere gidiyor

4 saat önce
Etiketler Faik Öcal Köşe yazısı Almanya gezi notları
A+ A-

Almanya Gezi Notları (19)

Dükkanın kapısında Elbistanlı genç müzisyen Deniz Güner ile tanıştım. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:

“Doğma büyüme İsviçreliyim ama 2015’ten beri Almanya’da yaşıyorum.”

“Neden?”

“İsviçre’de müzik yapamıyordum, altıdan sonra hayat bitiyor.”

“İşlerin nasıl?”

“İyi. Zaten evimde kayıt yapıyorum, internet üzerinden çalışıyorum. İnsanlarla yüz yüze görüşmeyi sevmiyorum; her işimi internet üzerinden hallediyorum.”

“Neden müzik yapmayı tercih ettin?”

“Seviyorum, sevdiğim işi yapmak istedim. Müzik yapmak için dünyaya geldim. Müzik ruhumda var.”

“Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyor musun?”

“Hayır, Türkiye deyince direkt aklıma baskı geliyor. Oralara dönmeyi düşünmüyorum. Gerçek müzisyenler asla özgürlüğünden taviz vermezler. Müzik özgürlüktür, müzik özgürleştirir.”

*

Şunu gördüm: Herkes hikayesiyle bir yerlere gidiyor, yurdunu terk ediyor; yeni bir yerde yeni bir başlangıç yapmak istiyor. Kimi hikayesini tamamlıyor, kimi hikayesini yarıda bırakıyor; kimi hikayesinde kayboluyor, kimisi hikayesini değiştiriyor; kimi hikayesini ete kemiğe büründürüyor ayaklarıyla yere sağlam biçimde basarak, kimi hikayesiyle soyutlayarak her kesin ve her şeyin dışına çıkıyor; kimi hikayesinden toz duman kaldırıyor her kesin gözünü önünde, kimi hikayesiyle toz duman olup hemencecik unutulup gidiyor; kimisi hikayesini yarınlara taşıyacak gücü kendinde buluyor, kimi hikayesinin altında kalıyor; kimi hikayesindeki sınırları kaldırıp sonsuzluğu soluyor, kimi hikayesini zindana çevirip içinde nefes alamaz hale getiriyor.

Sonuç olarak: Cesur, ahlaklı, dürüst ve akıllı insanlar hep hikayelerinin önünü açmışlardır; riyakar, yalancı ve dar görüşlü insanlar hikayelerinin önünü tıkamışlardır hep, geride kalmışlardır.

*

İsmail ile konuştum. “Kararımı verdim, bu ayın sonunda dükkanla ilişiğimi kesip Antep’e gideceğim. Ben Antep’te yaşamak istiyorum. Antep’te mutluyum.” İsmail’in gözlerinin içine baktım, gerçeği gördüm: Antep’e dönmek istiyordu ama dönemeyecekti; çünkü bu o kadar kolay değildi. İsmail kendini daha fazla ezdirmek istemiyordu. Her insanın gönlünde bir aslan yatar. Buradaki koşullar yüzünden İsmail’in gönlündeki aslan can çekişiyordu. Aslan, bir insanın kendine duyduğu öz saygıydı. İsmail kendine olan öz saygısını yitirmemek için ‘Antep’e dönmek istiyorum’ diyor, ama bu o kadar kolay değil. İsmail öz güven aynasının kırılmaması için çok gayret ediyor. Aslan insanın içindeki mutluluk ağacıdır, İsmail içindeki mutluluk ağacını yeşertmek istiyor. Akıbetini zaman gösterecek.

*

Bir aydır buradayım; hala burada abdest almaya ve namaz kılmaya alışamadım, gidişata bakıp rahatlıkla diyebilirim ki, hiçbir zaman da alışacağımı sanmıyorum. Mülk Allah’ındır, amenna ve saddakna, ama Allah’ın mülkünü işletenler kendilerine göre bir düzen meydana getirmişler, bu düzende abdest almak, namaz kılmak ve İslam’ı solumak çok zor. Asıl gurbetlik bence bu. Asıl gurbetlik insanın bedeninin vatan toprağından ayrı kalması değildir. Asıl gurbetlik insanın ruhunun hakikat yurdundan uzak kalmasıdır, daha doğrusu dünyanın insanın ruhu ile hakikat yurdunun arasına girmesidir. Büyük ıstıraplar, derin bunalımlar o zaman başlıyor. Ruh kendini bulamıyor, mutmain olamıyor. Ruh hakikat yurdundan uzak kalınca karanlıkta yolunu kaybetmiş bir yolcuya dönüyor. Yol gösterici de namazdır, kıbledir. Bunlar olmayınca ruh yönünü, istikametini şaşırıyor, yerini yurdunu kaybediyor.

*

Buraya geldiğimden beri birkaç defadır aklıma Karacaahmet Mezarlığında mezarını gördüğüm Fenerbahçeli futbolcu Selçuk Yula geliyor. Selçuk Yula 06/08/2013’te 53 yaşında kalp krizinden vefat etti. Eski fanatik bir Fenerbahçeli olduğum için Selçuk Yula’yı hatırlıyorum. Kulübün simge isimlerinden biriydi Selçuk Yula. Ben vefatından birkaç sene sonra İstanbul’a gitmiştim; çünkü mezarı hala sevenlerinin getirdiği çiçeklerle, pankartlarla, çelenklerle doluydu. Dikkatimi çekense Selçuk Yula’nın o kadar seveni olmasına rağmen Karacaahmet Mezarlığındaki yalnızlığıydı. Ona orada baktığımda sadece yalnız bir ölü görmüştüm. Dünyada çok seveni olan ama ahirette seveni hiç ya da az olan bir adam. Acıdım. Onun yerinde olmayı hiç istemedim. Yeryüzünde büyük bir kulübün sembolü ama yer altında yalnız bir ölü; çünkü yaratıcıyı pek tanımadı, uzak kaldı yaratılış hikayesine.

*

Nürnberg’deki arkadaşımın en bariz özelliği, cömertliğiydi. Allah cömerttir, cömertleri sever. Bir daha anladım ki maddi ve manevi sıkıntı yaşamaz (inşallah), muhakkak Allah onu da imtihan eder ama cömertliği onu her türlü maddi ve manevi sıkıntının önüne geçecektir. Cömertlik bir evin bereketi, rızkın sebebi ikramı. Ne diyor Allah: “Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. (Alak; 3). Oku ve ikram et; oku ve cömert ol; oku ve insan ol. Allah ilimle cömertliğin doğrudan birbiriyle alakalı olduğunu söylüyor. Bilen insan cömert olur. Bilen insan Allah için ikram eder. Okuyunca insan bilir ki mülkün sahibi Allah’tır. Allah’ın mülkünde de cömert olmak lazım; çünkü Allah en cömert olandır, en cömert olanın mülkünde de Onun kullarına maddi ve manevi ikramlarda bulunmak gerekir. Müslümana ve insana da bu yakışır. Ben arkadaşımda Müslümanlığı ve insanlığı gördüm. Ölürken insanın son yaptığı iş ve söylediği son söz, onun sonsuzluğa vurulan dünya mührüdür. On sözümüz ve son yaptığımız çok önemlidir. Bu durumda üç çeşit insan tipi ortaya çıkıyor. 1-Düşünmeden yapılan son şeyler. Bu insan tipinin yaptığı son şey düşüncesiz olduğu için eksiktir, sonsuzlukları düşüncenin kol kanatlarından yoksun olduğu için yere çakılı kalır. 2-Düşünen ama yapamayan insanlar. Bunlar düşüncelerin altında kalmış insanlardır. Sonsuzlukları ete kemiğe bürünmediği için havada asılı kalır. 3-Düşünüp yaparken ölen insanlar. Bunlar insanı kâmil sonsuzluklarında yer ile gök arasında ideal yerlerini bulmuşlardır. Böyle insanlar hayatlarının hakkını vermiştir, yaptıklarından memnundurlar. Böyle yapmak gerekir. Son söylediğimizle ve son yaptığımız iyilik ve güzelliği bütünleyip öylece sonsuzluğa dünya mührünü vurmak gerekir. Ne dünyaya kapılacağız ne de dünyadan elimizi ayağımızı çekeceğiz. Dünyayı uygun bir araç olarak kullanırsak sonsuzluğa geçeceğiz. İyi düşünen iyi yapar; güzel yapan güzel düşünür; iyilik ve güzellikle insan sonsuzlaşır.

*

Bugün mezarlığı bir daha gezdim. Geçen sefer görmemiştim ama bu sefer mezarlıkta Müslüman bir isme rastladım: “Schlossmacher Afet Canan 1965-2021 Ruhuna Fatiha.” Yüzlerce, belki binlerce mezar içinde sadece bir tane Müslüman. Çok şaşırdım. İlk aklıma gelen garipliği oldu. Çok tuhaf bir duygu. Bir Hristiyan mezarlığında tek Müslüman olmak. 56 yaşında vefat etmiş Afet Canan. Genç bir yaş. Neden vefat etmiş acaba? Neden ülkesinde gömülmedi? Sahipleri kimler? Aklıma bir sürü cevapsız soru geliyor; çünkü orada yatan bir tek. Bir Müslüman mezarlığında tek bir Hristiyan mezarını görmek ne kadar şaşırtıcı olur. Burada da böyle. Almanya’da ayrı Müslüman mezarlıkları var. Bunu neden o mezarlıklardan birine gömmediler? İnsan düşünmeden, soru sormadan edemiyor. İlginç bir hikayesi olduğu muhakkak. Doğrusu bilmek isterdim, çok zor olduğunu bilsem de.

*

Kürt romancısı Hisên Kemal’in ani ölümü beni ziyadesiyle üzdü. Daha 60 yaşında ve çok beğenilen Term (Ceset) romanı yakın zamanda Wardoz yayınlarından çıktı (2021) ve çok beğenildi. Term, mutlaka okunması gereken 100 Kürt romanı listesinde yer vermiştim. Hisên Kemal edebiyat yıldızı sonradan parlayan bir yazar oldu. Tam da romanı çeşitli yerlerde tartışılıyorken, övgüler almışken. Hisên Kemal ayarında Kürt romancısı kolay kolay yetişmiyor. Beni asıl üzen, Kürt romancısının kendi edebiyat yolunu ortaya çıkarmadan vefat etmiş olması. Bir daha büyük eser verdi ve gitti. Allah ömür verseydi belki daha güzel eserler verecekti. Bir edebiyatçı en büyük eserlerini olgunluk çağında verir, bu da genellikle altmışından sonradır. Hisên Kemal gibi olgunluk çağının zirvesinde ölmek büyük bir talihsizlik. Sê Jin (Üç Kadın) romanı da yarım kaldı, yarım kalan hayatı gibi.

*

“Geceyi yarattın, mumu yarattım.

Yarattığın toprakta kadeh yarattım.”

Beş senedir sözleri Muhammed İkbal’e ait olan Kızıl Dervişin Şarkısını dinliyorum. Neden? Ne zaman bu şarkı içimden çıkacak, peşimi bırakacak? Öyle sanıyorum ki hiçbir zaman içimden çıkmayacak Gazel Şakiri’nin sesi ve Kızıl Dervişin Şarkısı. Dinlerken kendimi asude bahar ülkesinde buluyorum. Sanki yitik cennetimi bulmuşum, yeryüzünde çektiğim bütün acıları unutmuşum. Böyle bir hissiyat hasıl oluyor bende.

“Issız çöller, kuş uçmaz dağlar, vadiler yarattın.

Bense hıyabanlar, gülle süslenmiş bağlar ve bahçeler yarattım.”

Kendimi uçsuz bucaksız çöllerde buluyorum sonra bu şarkıyı duyuyorum ve yolumu buluyorum. Tamam, diyorum kendi kendime. Hitama erdi her şey, açığa çıktı sır. Bir iç çölden bir dış çöle giden bir derviştim, küçük dağları arkasında bırakıp yüce dağların yolunu tutan bir kuştum, kendi yatağını arayan bir suydum. Uzak değil varacağım hıyabanlar, bağ ve bahçeleri. Uzak değil, altında nehirler akan cennetler.

“Bana iyi bak, ben taştan ayna yapan varlığım.

Bana iyi bak, ben zehirden bal yapan varlığım.”

Bana iyi bak, ben Allah’tan gelip Allah’a giden bir garibim.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli
 

Son paylaşılanlar

Foto: Dilnya Rahman

Kürdistan medyasından dünyaya bakış

Sineli Kürt bir kızım, sırtımda gazetecilik çantamla büyük bir savaşın ortasına gidiyorum, görünüşte iki devlet arasında gibi görünen bir savaş. Ancak bu öyle sıradan bir savaş değil dünyanın iki kutbu arasında süregelen büyük savaştan bahsediyoruz.