Dilan Sinemasında son perde: Pavyonlar Sokağında zikir

Biri kalkıp ışıkları söndürüyor.

Çocuğu, genci ve yaşlısıyla elliye yakın insan, zemine serilen yekpare bir halı ile mescide çevrilmiş uzunlamasına bir salonun içinde yan yana vaziyette dizlerinin üstüne çökmüş. Karanlık ve derin bir sessizlik bir süre. Dua merasimi, eller havaya kalkıyor. Sonra bir mırıldanma, ardından kafalar birbiriyle senkronize, aşağı  yukarı sallanırken sesler gittikçe yükseliyor. Herkesin gözleri kapalı ve ağır çekimde Allah, Allah sesleri açık olan pencereden aşağıdaki sokağın gürültüsüne karışıyor.

Işıklarını son kez söndürürken Dilan Sineması, tarihinin en ilginç filmini en son perdeye saklamış. İçerde zikir var.

La ilahe illallah, la ilahe illallah, la ilahe illallah…

Allah büyük, Nejat abi de büyük adamdı. Beni çok severdi. Bu yukarıdaki kahve daha önce pastaneydi. Sinemanın bekleme salonunu pastaneye çevirmişlerdi, ben de orayı alıp kahve yaptım. Nejat abiye gittim, abi dedim buraya talibim. Şu an Sultan Ocakbaşının olduğu yerde benim çay bahçem vardı. İşlerim iyiydi, günde ikiyüz demlik çay dağıtıyordum, yine de yetmiyordu. Ama o zamanlar bu sokak çok işlekti, kulüp ve pavyonlarla doluydu, zaten bu yüzden ismi oldu pavyonlar sokağı. Akşam dokuz oldu mu her pavyona iki demlik bırakıyordum. Nejat abi beni iyice soruşturmuş çevrede, çalışkan olduğumu öğrenmiş. Nejat abi çalışkan adamı severdi. Dükkan senin dedi, ne zaman vergi levhanı astın o zaman kiran başlayacak. Herkesten günlük kira alırken, benden aylık alacağını söyledi, depozitonu da cebine koy. Nejat abi baba adamdı ama hırsızlığı affetmezdi. Üç tane biletçiyi müşterilerden fazla para aldığı için işten çıkardığını ben gördüm gözlerimle.

Sayın seyirciler, kıymetli büyükler ve aziz Diyarbakırlılar; size gözbebeğimi, Dilan Sinemasını takdim ediyorum.

Zikir başladı ve devam ediyor, ama aynı sokağa yetmiş yıl önce başka bir coşkulu ses yayılıyor. Sahnede krem renkli bir takım elbisenin içinde ve şık kravatıyla karizmatik bir genç hayatının en büyük eserini anlatmanın gururunu yaşarken seyirci koltuğunda oturan üç bine yakın insan bir alkış tufanı koparıyor. Beş yıl önce temeli atılan sinema binası kapılarını seyircilere açmış. Biraz sonra perdeye yansıtılacak film de aynı kişi tarafından tanıtıldıktan sonra Dilan Sinemasının ışıkları ilk kez söndürülüyor. Bayramlık elbiselerini giymiş şehir sakinleri Joshua Logan’ın yönetmenliğini yaptığı Piknik filmini izleyemeye başlıyor. 1956 yılındayız, sahnedeki genç, sinemanın sahibi Nejat Dilan henüz 27 yaşında.

Nejat Dilan, kardeşleri Cemil ve Cezayir ile birlikte işlettiği Yenişehir Sinemasını Deveci ailesine devrettikten sonra, Tüccarlar Lokali ile  Bay Kadri’nin Kahvesinin ortasındaki 2300 metrekarelik parsele, Ermeni mimar Harutyan Sarafyan’ı İtalya’dan rica minnet getirterek büyük bir kompleks inşa ettirir. Cepheden bakınca sağ tarafı oval, üç katlı bu yapı İtalya’daki klasik opera binalarını andırıyor, sol tarafı ise boylu boyunca yazlık sinema için bir teras haline getirilir. Varlıklı ailelere ayrılmış 36 adet lüks locası, iki bin kişilik salonu ve 18 metrelik devasa perdesiyle Dilan Sineması ulusal bir gazetenin haberine bu cümleyle konu oluyor: Modern Diyarbakır’ın en muhteşem binası, Türkiye’nin en büyük sineması olan Dilan’dır. Ve 70 yıl boyunca dillerden düşmeyen klasik sözlerle, Dilan artık Ortadoğu ve Balkanların en büyük ve en güzel sineması.

Caddeye paralel alt katta lüks dükkanlar, bodrum katta şehrin ilk gece kulübü Dicle Bar, ikinci katta ise locaları Kızılderili kulubeleri gibi kamıştan yapılmış Rico Pavyon ile Dilan Sineması Diyarbakır’ın eğlence kültürüne bambaşka bir renk getirir. Uzun yıllar her filmi kapalı gişe oynayan Nejat Dilan sinemaya gelenlerin kılık kıyafetini bile kontrol edip üstü başı düzgün gelmeyenleri salona almayacak kadar sert bir otorite ile yönetir mülkünü.

Îro ji derba xençerê

Lazim bîêşanî Mela

Teşbîhê zulfa dilberê

Zanim perîşanî Mela*

Erbane faslına geçilmiş. Üç kişilik grup ellerinde enstrümanlarıyla Melayê Cizîrî’nin şiirini ilahi gibi söylüyor. Güruh etraflarında çember olmuş, herkes kolkola ve sözleri tekrarlayarak ilahiye eşlik ediyor. Cezbedici bir atmosfer var. Karşıdaki hastanenin penceresinden bir genç kız yazlık sinemada gösterilen filmi evin damından izler gibi karanlıktaki zikir sahnesini dikizliyor merakla. 

Dilan Sinemasının yazlık bölümü daha sonradan bazı yapılar eklenerek Site Sinemasına dönüştürülüyor. Türkiye’nin ilk deri koltuklarına sahip;  hem yazlık, hem de kışlık bölümü olan bu lüks sinema her zaman Dilan’ın gölgesinde kalsa da, 2000’lerin başından itibaren piyasanın zorlayıcı şartlarından ötürü gösterime soktuğu seks filmleri ve caddeden geçenleri bile tahrik eden duvardaki pornografik afişleriyle bir dönem Dilan’dan daha popüler olur. Zikir yapılan dergaha ulaşmak için Site’nin yazlık terasına açılan merdivenleri takip etmeniz lazım. Sonra iki katlı yapıya varıyorsunuz. Koridorda Şeyhin büyük bir çerçevede fotoğrafı asılı. Ahşap bir konseptin ağır bastığı iki katlı dergahın duvarlarında ise Kuran’dan bazı ayetler yazılı. Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmına da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, Allah’ı bırakıp şeytanları dost edindiler ve doğru yolda olduklarını sanıyorlar. (A'râf 30)

Esrarengiz ve efsuni ses Perşembeyi Cumaya bağlayan her gece, yatsı namazından hemen sonra  işte buradan Dağkapı Meydanına ve Pavyonlar Sokağına yayılıyor.

Pirim seslendi Rahmana, rahmet nur oldu cihana

Dağlar ağlar feryadıma,  Allah Allah Sübhanallah

Nejat abinin oğlunu Lice-Silvan kırsalında askerler yakalıyor, ben Nejat Dilan’ın oğluyum diyor.  Askerler tanıyor babasını tabi. Para verirse onu salıvereceğini söylüyorlar. Nejat abi devlete hayatta rüşvet vermez. Oğlu gitti cezasını yattı. Evi burdaydı zaten, sinemanın en üst katında kalıyordu ailesiyle. Misafirlerini de orda ağırlıyordu. Yılmaz Güney’i, Cüneyt Arkın’ı, Hale Soygazi’yi ve nicelerini evinde misafir etmişliği var. Dur abi, bırak hele Azerbaycan-Ürdün maçına para yatıramam şimdi, burda Nejat abiyi anlatıyorum kardeşime. Bak bira alacaksan, dolaptan çıkar, parasını masaya bırak. Ben sana bir şey diyeyim inanır mısın? Burayı boşalttıklarında on tane çelik kasa çıktı içerden. İçindekileri boşver, kasaların kendisi tarihi eserdi, parayla alamazsın. Hepsini alıp götürdüler. Nejat abinin bir torunu vardı, Batuhan. O hergele çok para yiyordu. Para o kadar çoktu, yemekle bitmiyordu ki.

Allāhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedini'n-nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim. Çığlıklar ve hıçkırıklar.. Kitle kendinden geçeli çok oldu, çember dönüyor. Her şey unutuldu ve zihinler göğe doğru yükseliyor. Merkezkaç kuvvetinin dayanılmaz olduğu noktada zincirden bir halka koptu ve secdeye kapandı. Hüngür hüngür ağlıyor.

Nejat Dilan da ağlamıştır. 70’lerden itibaren televizyonlar yaygınlaşır, sinemaya talep azalır. Önce yazlık sinemalar kapanır, sonra localar ve ikibin kişilik salonda her gün daha büyük boşluklar göze çarpar. Dilan Sineması düğün salonuna çevrilir bir ara, sonra yine sinema faaliyetine başlar, yedi ayrı cep salona bölünür. 2000’lerden sonra ise sinema salonların çoğu memleketin her yerinde mantar gibi biten AVM’lerin içine taşınacak, bağımsız sinemaların pabucu dama atılacak. Dilan Sineması da onlardan biri oluyor. Nejat Dilan filmleri geç gönderen dağıtım şirketlerine öfkeleniyor, dava açıyor ama nafile. Bir devrin sonu gelince Site sinemasındaki seks filmleri bile işe yaramıyor, Dilan Sineması sessiz sedasız kapanıyor.

Dilan Sinemasının içine girdim. Kahvecinin getirdiği anahtarla ve müdürden alınan izinle gündüz vakti zifiri karanlıkta, elimde telefon flaşıyla, bilet gişesinin karşısında ‘Hafta İçi 5 TL’ yazan bilbordun önünden geçtim; Site Sinemalarını gösteren okun tersi yönde ve başıma düşeceğinden endişelendiğim kocaman avizenin altından yürüyerek döner merdivenlerden  yukarı çıktım. Akustik kapılardan geçip koltukları sökülmüş, ama perdesi yerinde duran salonlara baktım. Korku filmleri için stüdyo olmaya aday binanın koridorlarında yolunu kaybetmiş güvercinler, ışığı görünce sağa sola kaçışan fareler ve kirişlere kalın ağlar örmüş örümcekler gördüm. Makinist odasının rengarenk duvarında Dilan Sinemasında en son izlediğim Melekler ve Şeytanlar filminin afişine, yerde film şeritleri, yağ bidonları ve cıvatalara denk geldim. Her şey kaderine terk edilmiş görünüyordu.

Eski görkemli günlerinden uzak ve ruhu da bedenini terk etmeye çok yakın Dilan Sinemasında geceyarısına doğru bazı müdavimler de yavaş yavaş terk ederken mekanları, mesai hiç bitmeyecekmiş gibi yerine hemen başkaları geliyor.  Kahve masaları boşalıyor, bahisler yine tutmamış, kuaför kapı önünde kurumaya bırakılmış havluları topluyor, dergahtakiler huşu içinde ve rahat bir kafayla evlerine dağılıyor. Kapısında mini etekli ve yüksek topuklu kadınların durduğu köşebaşı pavyonda ise sabaha kadar sürecek eğlence birazdan başlayacak. Meyhanede oturanlar garsonun uyarısına rağmen kalkmamakta kararlı.

Dergahın müridi zikir yaptıkları yeri yadırgadığımı sanmış olacak ki, en güzel çiçekler en zor yerlerde açar diye fiyakalı bir cümle kuruyor. Allah herkesi ıslah etsin diyor sonra. Altı meyhane, üstü zikirhane ve etrafı kumarhane bir görüntünün sıra dışı olduğunun o da farkında. Görüntüyü  daha da sıra dışı yapacak bilgiler var. Dergah olarak kullandıkları müştemilatın 1970’lerde sinema kompleksine eklendiğini ve ilk katın Arjantin Birahanesi ismiyle faaliyet gösterdiğini, şu an zikir yapılan salonun da değişik zamanlarda ana kompleksin değişik yerlerinde hizmet veren Baraj, Çağlayan ve Şato gibi  pavyonlarda çalışan konsomatris kadınların kaldığı pansiyon olduğunu Fırat Büfede öğrendim. İnsanlar gibi, mekanların da unutulma hakkı olmalı. Bu sözü de ben söylerdim müride.

Fırat Büfeden çıktım ve meydanda durup Dilan Sinemasının suretine baktım.

Opera binasını andıran yapının ön yüzüne asılı ‘Satılıktır’ afişinin bir köşesi kopmuş ve rüzgarda sallanırken Nejat Dilan öleli çok olmuş. Bina Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kültür varlığı olarak tescil edildiği için yıkımı kanunen yasak. Bu yüzden bir talibinin çıkması pek mümkün görünmüyor. Dilan Ailesinin kira müdürü her ay başında gelip kıraathane sahibinden, Site Erkek Kuaföründen, bodrum katındaki Dilan Otoparkından, eczaneden, yan yana dizilmiş tekel bayilerinden, Fırat Büfeden, Maşiri Pavyonundan ve Pavyonlar Sokağına bakan dergahtan kiraları toplayıp gidiyor. Açıldığı günden bu yana şehre eğlence satan bu köhnemiş yapı en kötü zamanlarında bile maliklerine ekonomik anlamda hizmet etmeye devam ediyor. Böylesi bir ruh ve böylesi bir gayrımenkul bu dünyada ve bu zamanda az bulunur.

*Hançer darbesinden yaralı gibisin

sen bugün Mela

yarin dağılmış saçları gibi perişansın

biliyorum Mela

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)