Osmanlı’da sonbahar ve İmamoğlu’na açılan perde

Osmanlı tarihi konusunda biz en cahillerin bile vakıf olduğu şu meşhur “Osmanlı Taht Kavgaları” bize şu seçim arifesi aylarda yaşananları anlamak açısından önemli metin dolguları barındırıyor.

Fetret Devri veya Fasıla-I Saltanat devrinde Yıldırım Bayezid’in beş oğlundan dördü arasında başlayan taht kavgasının Osmanlı birliğini nasıl tarumar ettiği meşhurdur. 11 yıl süren bu Game Of Thrones hali neticede Yıldırım Bayezid’in Timur’a esir düşmesiyle noktalanır.

Devlet gelenek yapısını, devlet olma algısını ve daha bir çok özelliğini doğrudan Osmanlı’dan alan Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık şeceresine baktığınızda da bu minik Osmanlı’nın bir fragmanını görürsünüz. Devlet erkanının yakınındaki insanlarca yazılan hatıratlarda bu stratejilerin ayak izlerini bulursunuz. Her seçim öncesi partilerde başlayan adaylık bloklaşmaları, grupların birbiriyle rekabetleri ve daha nice entrikayı hepimiz televizyonlardan izlerken perdenin arkasında nelerin döndüğünü ise çok sonraları duyarız. Şimdi şu günlerde, bu eşlik ettiğimiz yıllarda olup bitenleri, gerek değişik çevrelerden edinmek bizim açımızdan kolay olan bazı kulis bilgilerinden yola çıkarak, hem de mesleği gözlemek olan biri olarak, parçaları birleştirdiğimde, zannettiklerimi umursayın diye değil tabi ki, özetlemek gerekirse:

Malumunuz, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin elbette ki en önemli seçimine doğru sürükleniyor. Evet tam olarak sürükleniyor. Zira seçime giderken, bundan mutlu olan bir tarafın olmadığını görüyoruz. Kimse seçime gittiği için mutlu değil. Oysa eskiden birileri bu kez kazanacağı için mutlu çıkardı seçim turlarına. Erdoğan açısından bakıldığında, bütün emareler ciddi bir kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğuna işaret ediyor. Şu ağır ekonomik buhran günlerinde bile hala kimin kazanacağının belli olmaması ise muhalefet bloğu açısından tahmin dahi edemedikleri sorunlar doğuruyor. Üstelik Cumhur İttifakı hala neyin masası olduğu anlaşılamamış bir şeyi 6 benzemez ayak üzerine oturtmaya çalışırken, Erdoğan bütün gücünü devreye sokarak meydanlarda insanların gözünün içine bakmaya çoktan başladı bile.

Millet İttifakı bir yandan hala o şeyi ayaklara uydurmaya çalışırken, öte yandan birbirine aslında hiçbir konuda güvenmeyen bu 6 benzemezin önünde artık adayı belirlemek gibi ciddi bir sorun duruyor. Üstelik bu sorun artık ötelenecek gibi de değil. Zira hepsinin kendi taraftarları bile artık homurdanmaya başladı ve herkes “E hadi canim siz de artık yani kabak tadı verdiniz” moduna gelmiş durumda.

Tam bu anlarda olan oluyor ve bir el Ekrem İmamoğlu’nun yürüyeceği sahnenin perdesini çekiyor ve ışıkların şiddeti herkesin sersemleyerek ona doğru dönmesine neden oluyor. İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi, kimin kimin için söylediğini dahi umursamadan, iki yıl 7 ay 15 günlük bir faturayı masaya sürüyor. Bu dava aslında çok enteresan şekilde başladı ve öyle de sonuçlandı.

Olayın aslı şu şekilde; İmamoğlu 30 Ekim 2019’da Fransa’nın Strasbourg şehrinde düzenlenen Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresine katıldı ve orada bir konuşma yaptı. Orada İmamoğlu, Türkiye’de dönen bazı yolsuzluk ve haksızlıklardan bahsetti. Ardından Süleyman Soylu 4 Kasım 2019’da yaptığı bir konuşmada, “Avrupa Parlamentosuna gidip Türkiye’yi şikayet eden Ahmağa Söylüyorum…” şeklinde devam eden bir konuşma yaptı. Aynı gün gazeteciler Soylu’nun bu konuşmasını hatırlatınca, İmamoğlu şöyle cevap verdi, “31 Mart’ta seçim iptal edenler ve dünyada, Avrupa’da onların gözünde nereye düştüğümüz noktasında, o olan biten şeylere baktığımızda tam da 31 Mart seçimlerini iptal edenler ahmaktır” dedi.

Aslında mesele bu iken, 7. Asliye Ceza Mahkemesi, cezayı İmamoğlu’na YSK üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle verdi. Doğru ya, seçimi iptal edenler YSK üyeleri. Eh kamu çalışanına hakaretin de bir cezası var en nihayetinde.

Hem Soylu ile İmamoğlu arasındaki imalı, ağdalı ve had hatırlatıcı paslaşma, hem de mahkemenin bulduğu kulp ile kaldırmaya çalıştığı kazan aslında son derece erotik ve hatta romantik bir sunum gibi. Şimdi aslında İktidar buradan İmamoğlu’nu yıpratmayı, aday olacaksa bir an önce bunu açıklamasını ya da elbette bir çok başka şeyi düşünerek tasarlamış olabilir. Ancak bu kırılmanın artçıları iktidarı değil muhalefeti yangın yerine çevirmiş durumda. Neden mi, bu gün kiminle karşılaşırsanız karşılaşın, İmamoğlu’na haksızlık yapıldığını söylüyor. Saraçhane’deki kalabalığa karışan çok sayıda mütedeyyin insan, Ak Parti seçmeni olduklarını ama bu gün bir haksızlık yapıldığını ve bu yüzden buraya desteğe geldiklerini söylüyordu.  Dolayısıyla iktidar açısından ağır sonuçları olması gerekirken, Millet İttifakında taşlar yerinden oynadı demek az kalır, bazı duvarlar, bazı başka duvarların üzerine yıkıldı demek çok daha isabetli olur.

Şimdi bazı kulis bilgileriyle harmanlayarak hem CHP içinde hem de İyi Parti CHP arasında neler oluyordu ona bakalım. Malum bu ittifak hala adayını belirleyebilmiş değil. Masada etrafında dönüp durulan üç isim var. Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu ve Mansur Yavaş. Ancak üçünden hangisini koysanız bir taraftan yama atıyor. Mansur Yavaş olsa Kürtlerin oy verip vermeyeceği konusunda ciddi bir endişe var ve HDP yöneticileri de Yavaş’a oy vermeyecekleri beyan etmişti. İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’na rağmen aday olmayı düşünmüyor da olsa, CHP içindeki üç büyük kliğin hesaplarına baktığımızda, İmamoğlu’nun tabi ki de bir şekilde aday olmak için gerekirse fiili durum yaratacağını gösterir nitelikte. Bir süre önce Kaftancıoğlu ve İmamoğlu arasında yaşanan “Şizofren” tartışmasının gerekçesi buralarda. Kaftancıoğlu bloğunun Kılıçdaroğlu sonrası CHP'ye yattığını camiada bilmeyen yok. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun aday olup kazanması demek, Kaftancıoğlu’nun CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturması demekti. En azından Kaftancıoğlu ve Kılıçdaroğlu ekipleri arasında bu yüzden bile olsa, Kılıçdaroğlu adaylığı konusunda doğal bir ittifak oluşturdu. Bu yüzden Kaftancıoğlu, İmamoğlu’nun aday olmasını istemiyor.

Ancak CHP genel merkezindeki diğer bir blok ise İmamoğlu’nun adaylığı için yıllardır çalışıyor. Ciddi danışman ekiplerin olduğu, rapor ve anketlerin yaptırıldığı, İmamoğlu kampanyasının sürekli bir şekilde işlek olmasını sağlayan bu ekip, aynı zamanda Meral Akşener ile de birlikte mesai yapan ekip. Koordine edenler arasında ise İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Kavuncuoğlu, genel merkezden Bahadır Gökçe ve CHP’den de benzer çok sayıda isim var. Önemli bir CHP milletvekili grubu, ve diğer parti kurullarında da bu ekibin uzantıları son derece güçlü.

Hal böyle iken, Kılıçdaroğlu gerek İyi Parti’ye geçmişte yaptığı jest, hem altılı masadaki partileri ikna ettiği için, hem son yerel seçimlerde Ankara ve İstanbul’u kazandıran genel başkan olduğu için hem de daha bir çok gerekçe ile adaylık hakkının kendisinde olduğunu düşünerek, uzunca zamandır aslında doğal aday gibi konuştuğunu görüyor biliyoruz.

Ancak Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu adaylığı konusunda memnun olmadığını, hatta bu seçeneği kabul etmesinin zor bile olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla hem CHP tabanının hem toplumun bir çok başka çevresinin de desteğini alçak kişinin İmamoğlu olduğunu görerek, Akşener İmamoğlu kampanyasının arka planda akıl hocalığını da yapıyor. Ancak İmamoğlu da işin bu kısmında boş değil. Şöyle ki, Meral Akşener ile Ekrem İmamoğlu arasındaki pazarlıkta, Akşener’in İmamoğlu’ndan seçilmesi halinde başkanlık sistemine iki yıl içinde son vermesini talep ettiğini kulis bilgisi olarak biliyoruz. İmamoğlu’nun da seçilmesi halinde başkanlık sistemiyle bir dönem devam etmekte ısrarlı olduğunu da yine aynı şekilde biliyoruz. Burada meselenin aslında ulusalcılar ile Avrupacılar arasındaki bir rekabet olduğunu da söylemek mümkün.

Bütün bunlar olurken Erdoğan ve yakın çevresinde ise, rakip aday konusundaki tek endişenin Mansur Yavaş olduğunu biliyoruz. Erdoğan’nın bizatihi onu rakip olarak görmekten hiç memnun olmayacağını yine kulis bilgisi olarak söylemek mümkün. En kolay lokma olarak da Kılıçdaroğlu’nu görmek istediği ortada ki bütün konuşmalarında doğrudan rakibiymişçesine “Bay Kemal” ile konuşuyor.

Şimdi gelelim taht oyunlarının en önemli fay hattının kırıldığı güne. Yani mahkemenin İmamoğlu’ya 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ile birlikte siyaset yasağı getirdiği güne. Bir diğer anlamda Kılıçdaroğlu’nun Almanya’da olduğu güne. Sabah saatlerinde gittiğimiz Kartal Anadolu Adliyesi yerleşkesinde gördüğümüz manzara önceki duruşmalardan farklıydı. Diğer duruşmalar sırasında adliye etrafında partililer ve İmamoğlu destekçilerinin toplanması serbest idi. Ancak bu kez mahalle ablukaya alınmış ve adliyenin etrafında birkaç halka olacak şekilde bariyerler yerleştirilmiş.

Duruşma kavga ile başlıyor zira duruşma salonunun önüne de polis barikat kurmuş durumda. Gün sonunda çıkacak faturayı buralardan okumak pek ala mümkün. En nihayetinde, Kılıçdaroğlu yani filinta gibi cumhurbaşkanı adayı, İstanbul’da olması gerektiği günde, İstanbul Belediye Başkanına verilen ceza karşısında meydanlarda kitlesine liderlik edeceği bir günde ne hikmetse Berlin gezisinde. Mahkeme’n seyri de çok enteresan. İmamoğlu avukatları heyeti ikna etmeye çalışıyor. O söz YSK üyelerine değil, Soyluya dönüktü diye. Bütün talepler reddediliyor ve günün sonu siyasi yasakla geliyor. İmamoğlu mahkeme kararı çıkmadan epey önce belediye önünde toplanma çağrısı yaparak adeta mağdurları seven herkesi etrafına çağırıyor. Peşinden Akşener bir tweet ile Ankara programını yarıda kesip İstanbul doğru yola çıktığını belirtiyor.

Beraberinde Kılıçdaroğlu da hangi kündeye geldiğini çok geç anlamış olarak, Berlin balayını yarıda kesip özel bir jetle İstanbul’a doğru havalanıyor.

Burada adaylık konusunda bir kazanan var ve işe bakın ki bu gün yani cezanın verildiği günün ertesi, Kılıçdaroğlu dahil, 6lı masanın tüm ayakları İstanbul’da İmamoğlu’nun arkasında saf tutuyor. Eski cumhurbaşkanı Gül’den, her dönemin yeni modası Arınç’a kadar, Demirtaş’ından halanızın oğluna kadar herkes İmamoğlu’nun uğradığı mağduriyeti salça misali ekmeğin üzerine sürerek, seçmene uzatıyor. Buyur bunu ye sonra da kime oy vereceğini söyle. Eh mağdurun karşı konulmaz cazibesiyle herkesin gönlünde yeniden bir slogan beliriyor, “Her şey çok güzel olacak”.

Şimdi İmamoğlu herkesin doğal adayıyken ve Kılıçdaroğlu yediği Alman kestanesi sayesinde komaya girmişken, Akşener'in galip geldiğini söylemek hem mümkün hem değil. Zira İmamoğlu bir dönem başkanlık ısrarıyla Akşener’in başbakanlık hayallerini askıya asmış oldu. Belki de sonlandırmış oldu. Veya İmamoğlu şimdi ya seçilmesi halinde iki yıl içinde başkanlığı bitirme sözü verecek ya da Akşener bu kez İmamoğlu’na karşı Kılıçdaroğlu veya Mansur kozunu çekebilir.

Kötü bir hukuk kararının normalde iktidara zarar vermesi gerekirken, kırılan dalın kökleri muhalefetin evinde ortaya çıkıyor. Türkiye işte böyle bir atmosferde genel seçimlere gidiyor. Dolayısıyla seçimlere sürükleniyor.

Durum bu iken Kürtler ise her zaman olduğu gibi uzaylı görmüş Çorumlu gibi müthiş bir şaşkınlıkla durumu izliyor. Belediye başkanı cezalandırması başlarına hiç gelmemiş gibi. Ah be yazık Ekrem'e ne haksızlık yapıldı. Kürtlerin İmamoğlu şaşkınlığı ise tabiki de oyları blok halinde ona sunmakla sonuçlanacağı için önemli. Zira belediye başkanı olmadan hemen önce gerek bizim yaptığımız ropörtajda gerekse de başka mecralardaki sorulara verdiği yanıtlarla en azından Kürtleri şirin gördüğünü ifade edebilmiş tek kişiydi ötekiler arasında.

Şimdi buradan nereye çıkılacağı konusunda iktidarın bekleyişini izlemek keyifli olacak. Ortaya öyle bir taş attılar ki, buralar kendine gelene kadar Erdoğan her gün bir başka yerde toplu açılışlar ve büyük programlarla seçmeni ikna etmeye devam edecek.

Erdoğan bir an önce karşısına çıkacak pehlivanı yolmak için yerinde duramıyorken, önüne atılan her birini neyin beklediğini de elbette ki önümüzdeki aylarda yıllarda görebileceğiz. İmamoğlu piarının işin bu kısmında iktidar içindeki birilerinin de yardımıyla son derece üstüruplu şekilde başarıyla ilerlediğini söylemek mümkün. Ancak yine de Osmanlı’da entrika bitmez. Önümüzdeki aylar açısından emin olduğumuz tek şey şu ki, biz Kürtler şaşkaloza döneceğiz. Karşımıza öyle kişiler mağdur olarak çıkacak ki, biz üzülüp gelin beni vurun diyeceğiz. Esenlikler Kürtler.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)