Zeugma’da Bir “Çingene Kızı” Ne Arar?

Büyük İskender’in ünlü komutanı Selevkos (M.Ö 358-281), sadece onun halefi olmakla yetinmedi ve güçlü bir imparatorluk da kurdu. Hellenistik dönemin bir karakteristiği olarak yeni şehirler inşa etti ve özellikle mimarisiyle öne çıkan yeni bir toplum yaratmaya özen gösterdi.

 

Bugün bile varlığını sürdüren ve antik Kürdistan’ın batı sınırı kabul edilen Silifke (Selevko / Seleucia / Deniz Selevkeyası) adını I. Selevkos Nikator’dan alır. Yine oğlu Antiokus’un adını verdiği Antakya artık bir Kürt şehri sayılamasa bile yakın havzamızdaki şehirlerden biri.

 

Nehir kenarına kurulduğu için Fırat Selevkası olarak bilinen ve birkaç kez yerinden taşınan şehir ise bugün çok büyük bir bölümü Birecik Barajı altında kalarak yok edilen ve Roma döneminde “köprü” anlamındaki Zeugma ismiyle olarak ünlenen bir şehir.

 

Buranın M.Ö. 1. yüzyılda Komagene Krallığı döneminde aldığı isim ise Belkıs. Belkıs, Tevrat’a ve Kuran’a da konu olmuş bir doğu söylencesi. Güneşe tapan bir halkın kraliçesi iken İsrailoğulları’nın peygamber kralı Süleyman’a biat etmiştir. Kürt Aleviler içinde sık rastlanan bir isim olan Belkıs, Arap kültüründe Seba’nın Melikesi olarak bilinir ve onun Habeşistanlı olduğu söylenir. Ne var ki arkeologlar bu kraliçenin yurdu olarak Habeşistan’ı değil günümüzde de bir Kürt köyü olan Nizip’e bağlı Belkıs köyünü işaret ediyorlar. Öyle ya bazen efsaneler, çok uzaklarda karşılık bulur.

 

Selevkos, İndus seferinden geri dönerken kendisiyle birlikte hareket eden iki Kürt aşiretini Akdeniz kıyılarına taşır ve burada mukim kılar. Aslında belki de bu aşiretler zaten bu kıyılarda yaşayan ve İskender’le birlikte doğu seferine iştirak etmiş Kürtlerdir.

 

Nitekim Elbruz Dağları’nda da bu iki aşirete rastlanır, Anadolu’nun içlerinde de. Izady, bunlardan büyük bir heyecanla bahseder ve Selefkoslar döneminden kalma belgelerde bulur bu isimleri: Varasi / Parasi ve Belkanae aşiretleri. Bölgeyi bilenler bu ikisinin de günümüzde yine bu bölgenin tamamında yaşamlarını sürdüren Berazî ve Belikan / Bilikî aşiretleri olduğunu iyi bilir. Beraziler, Harran’ın batı sınırından başlayıp kuzeyde Maraş ve Nurdağı’na, batıda Islahiye’ye ve güneyde Suriye’nin içlerine doğru Hama’ya kadar geniş bir alana yayılmışlardır. Belikanlar ise Antep, Bingöl ve Anadolu-Haymana üçgeninde toplanmışlardır. Roma dönemindeki belgelerden görüldüğü kadarıyla “Belkos”lar kimseye de boyun eğmemişlerdir.

 

1950’lerden sonra tırmanışa geçen Arap milliyetçiliği, Mısır ve Suriye’nin tek çatı altında birleştiği Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağladı. 1960’tan itibaren ise ülkenin kuzeyinde bulunan Kürtleri yerinden etmenin yollarını aradı Araplar. 1963’te Haseke’de bulunan Teğmen Muhammed Talab El Hilal, gizli bir rapor yazarak Kürt aşiretlerinin meskun oldukları topraklardan çıkarılması gerektiğini belirtti.

 

Nitekim Arap Kemeri projesi onun sunduğu raporun 10 maddesi üzerine planlandı ve ancak 1973’te uygulanmaya başlandı. Suriye’nin Türkiye sınırı boyunca 375 km. uzunluğunda ve 15 km. genişliğinde bir alan Kürtsüzleştirildi. Mustafa Nazdar’ın Suriye Kürtleri adlı çalışmasına göre sadece ilk evrede 332 Kürt köyü boşaltıldı, 140.000’den fazla Kürt yerinden edildi ve boşaltılan köylere de Araplar yerleştirildi.

 

Derken, uygulama alanı bugünkü Kobanî sınırlarına dayandı ve neredeyse 2300 yıldır burada yerleşik bulunan Berazi Kürtleri buna itiraz ettiler. Uzatmanın anlamı yok, tıpkı bugünkü Kobani direnişinin sonucunda olduğu gibi topraklarını boşaltmadılar. Baas rejimi ne ettiyse de projeyi sürdüremedi.

 

Suriye’de bunlar olurken, Kobani’nin çok yakınlarında ve kuzeyde Fırat Nehri kenarındaki Zeugma ve benzeri birçok tarihi yerleşim bölgesi ise başka bir proje ile sular altında bırakılacaktı. 40 yıl önce projelendirilen barajlar, Kürdistan’ın tarihini, topraklarından söküp alacak başka bir katliamın habercisi oldular. Mesela artık Göbeklitepe’ye benzerliği araştırma konusu bile olamayacak olan Nevala Çorî, Hilvan’da sular altında kalan ilk bölgelerden biriydi. Cafer Höyük, Girê Tillê ve Hayaz’dan söz etmeye bile gerek yok. Nasıl olsa sahipsiz mal, talana müstehak kılınmıştır.

 

Hatırlayalım. Çingeneler; Rajastan, Pencab ve Sind’den dünyaya yayıldılar. Tüm tarihçilerin üzerinde hemfikir olduğu şey, yayılma tarihlerinin M.S. 11. yüzyıl olduğu. Nitekim Kürdistan’ın Çingeneler’i olan Cîngan, Mitrib, Qeraçî ve Domlar da oldukça ünlüdürler ve Kürdistan’a her şeyden önce müzikleriyle nefes vermişlerdir. Kürt tarihçileri bunların Eyyübi Hanedanlığı’ndaki hizmetçi sınıfı olduğundan bahsediyorlar.

 

Fakat Birecik Barajı’nın altında kalan ve çok az kısmı çıkarılan Zeugma, yani Belikîlerin Belkıs’ı, “Çingene Kızı” adı verilen bir mozaik ile ünlendi. Tarihçiler, gazeteciler çokça şey yazıp söyledi bu konuda ama kimse de sormadı, bu ismin Çingeneler’in Ortadoğu’ya ve Kürdistan’a gelişinden 1500 yıl önceye tarihlenen Zeugma ile alakası ne diye. Cevabı ben biliyorum. “Devletsizlik” desem, güleceksiniz; ben de acı acı güleceğim çünkü biliyorum ki “Çingene Kızı” olarak bilinen mainad aslında bir “Kürt Kızı”. Biraz insan tipolojisinden anlayan biri alsın incelesin Berazi ve Belikanların güzel kızlarının yüzlerini.

 

Ona şimdi yeniden bakın: “Kabarık saçları alnının üzerinde ortadan ikiye ayrılmış ve arkadan bir eşarpla bağlanmış. Dar alınlı, elmacık kemikleri hafifçe belirgin ve dolgun yüzlü. İri gözlerinde mahzun ve anlamlı bir ifade var. Kulaklarında iç içe geçmiş iri halka küpeler görülüyor. Başının hemen yanında asma filizleri.” Ama siz, gözlerinin ta içine bakın; anlarsınız şimdilerde Kobani’de savaşan Kürdistan’ın güzel kızlarının kıymetini.