Yüz yıllık siyasi ve hukuki lokal bir sorun olan İsrail-Filistin krizi, iki toplumun farklı dinlerden olması, bölgedeki devasa Müslüman nüfus ve Ortadoğu’yu domine etme arayışındaki İran, Türkiye ve Arapların politikaları nedeniyle bilinçli bir şekilde din sahasına çekilerek manipüle ediliyor.
Bu ülkeler tarafından Hamas’ın (kuruluş: 1987) dayandığı İhvan hareketinin ilk döneminde bile olmayan bir ilahiyat oluşturuldu, dinin özünde bulunmayan kutsallar türetildi.
Nitekim İhvan’ın kurucusu Hasan el-Benna, 1946’da Yahudilerin Avrupa’da maruz kaldığı katliamları kınıyor ve şunları söylüyordu: “Yahudilerle olan düşmanlığımız dini değildir. Yahudilerin işgal altındaki Filistin topraklarına göçünü reddederken, bunun doğuracağı siyasi ve iktisadi tehlikeler içerdiğinden dolayı reddediyor ve karşı çıkıyoruz.”
Filistin’i ilahiyatın merkezine taşıyan ilk girişimler İran’da Humeyni’yle başladı. Humeyni, 1982’de ramazan ayının son cumasını Kudüs günü ilan etti ve bu, tüm dünyada İran etkisindeki grupların temel sloganı oldu.
1990’lara kadar Müslümanların gündeminde olmayan Filistin, bu tarihlerden itibaren İran merkezli çalışmalarla ana gündem olmakla kalmadı, adeta kutsala dönüştü.
Filistin’in Kürt İslamcıları arasında kutsal bir fenomene dönüşmesi ise yakın bir zamana, 2000’ler sonrasına dayanıyor. Bu tarihlerden itibaren herkesin eline Filistin bayrağı tutuşturuldu, sokak gösterilerinin ana konusu Filistin oldu.
Kudüs ve Mescid-i Aksa söylemlerinin imanın şartlarından biri gibi pompalanması, bu konuları ilmi temelde açıklığa kavuşturmayı gerektiriyor.
Nevzuhur İslamcıların Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya kutsallık atfetmesi, Kur’an’daki İsra Suresi’nin 1. ayetindeki bir ifadeye dayandırılıyor. Bahse konu ayette özel olarak Kudüs ve Aksa’dan değil, peygamberin miraca çıkışından bahsediliyor ve “çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa” ifadesine yer veriliyor. Peki, adı geçen Mescid-i Aksa nedir ve neresidir?
Milattan önce 19 ve 18. yüzyıllarda Mısır ve daha sonraki Asur, İbrani ve Grek metinlerinde adı Yeruşalem olan şehir, kuruluşundan 2500 yıl sonra Müslüman Araplar tarafından birçok farklı isimle anılmış, Aramice Kudşa’dan gelen Kuds bu isimlerden biri olmuştur.
Bu isimlendirmenin Hz. Muhammed’ten 400 yıl sonra ortaya çıktığı anlaşılıyor. Müslümanlar bu şehri yüzyıllarca Romalıların adlandırdığı şekilde İlya (Aelia) diye andılar.
Kur’an’da ve ilk dönem Müslüman kaynaklarında Kudüs adıyla bir şehir yoktur. Peygamberin yaşadığı dönemde Mescid-i Aksa adıyla bir mescid veya tapınak yoktur. “Aksa” Mekke’ye “uzak” anlamına gelmektedir. İlk dönem Müslüman tarihçilerinden Taberi’ye göre mabedin Mekke’ye uzaklığından dolayı bu ad verilmiştir.
O dönemde yeryüzünde böyle bir mescid bilinmediğinden, Kur’an yorumcuları arasında burasının neresi olduğu tartışılmış ve çoğunluk buranın İbranice adı “Beth ha-Mikdaş” olan beytülmakdis olduğunu kabul etmiştir. Bu kabulün Tevrat, İncil ve Yahudi etkisiyle gerçekleştiği aşikârdır. Müslüman ilahiyatında “İsrailiyat”ın ne kadar önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.
En muteber siyer tarihçilerinden Muhammed Hamidullah, İsra 1’de geçen “en uzak mescid” anlamındaki Mescid-i Aksa’nın Kudüs’teki mescid olamayacağını, çünkü Kur’an’da Filistin’den “en yakın yer” (Rum, 30/3) şeklinde bahsedildiğini, bu nedenle bunun “semavi bir mescid” olması gerektiğini söylemiştir.
Hamidullah’a göre İslamiyet’in gelişinden çok önce Kudüs’teki Süleyman Mabedi’nin ortadan kaldırılmış olması ve günümüzdeki Mescid-i Aksa’nın henüz yapılmamış olması, Kur’an’da bahsedilen “Mescid-i Aksa”nın Filistin ve Kudüs’te olmasını imkânsızlaştırmaktadır. Hamidullah’ın bu tesbitleri isteyenler için konuyu yeterince açıklamaktadır.
İslamcıların Kudüs’ün simgesine dönüştürdüğü Kubbetü’s Sahra ise Hz. Muhammed'ten yaklaşık 60 yıl sonra, 687-691 tarihleri arasında Emevi sultanı Abdülmelik b. Mervan tarafından yaptırılmıştır.
Günümüzde Mescid-i Aksa olarak bilinen yapı ise Bizans imparatoru I. Justinianos tarafından Süleyman tapınağı kalıntıları üzerine yaptırılan bir bazilika olup Emevi sultanı I. Velid’in yapıyı onarmasıyla ortaya çıkmış, Mescid-i Aksa ismi Abdülmelik bin Mervan tarafından Mekke’deki İbn-i Zübeyr ve gelişmekte olan Abbasi muhalefetine karşı politik amaçlarla buraya verilmiştir.
O dönemde Mekke ve Medine’nin bulunduğu Hicaz’da hâkimiyet sağlayan İbn-i Zübeyr’in Hac ve umreye gelen Müslümanlara Emevi karşıtı propagandasının etkisini kırmak için Emeviler Kur’an’daki isimlendirmeyi kullanarak alternatif bir merkez üretmiş ve sadece üç mescide yolculuk yapılır şeklindeki uydurma rivayetle Mekke ve Medine’nin yanına Kudüs’ü eklemişlerdir.
Bu, tıpkı peygamberin miraçta gittiği bir yer olarak Kur’an’da geçen Sidretü’l Münteha’nın (Necm 53/14) bir mekâna isim olarak verilmesi ve o mekânın zamanla Müslümanlar arasında kutsal bilinmesi gibidir. Oysa Mescid-ül Aksa da Sidretü’l Münteha da göksel anlatılardır.
Görüldüğü üzere günümüzdeki Mescid-i Aksa konusu, dinsel değil siyasal bir orijine sahiptir. Müslümanlar arasında İslam’ın siyasi otorite için istismarını açıklamak için kullanılan “Emevi müslümanlığı”nın Hicaz’daki muhalefete ve dipten gelen Abbasilere karşı ürettiği siyasi bir enstrümanın günümüz İslamcılığında ifadesini bulması hayli anlamlıdır.
Emevilerin Kur’an’da geçen bir kelimeyi siyasi amaçlarla somut bir mekânın adı yapması, aradan bin yıl geçmesine rağmen enkaz etkisini sürdürüyor. Bu, tıpkı Kur’an’da geçen başka kelimeleri kişiye, gruba, örgüte isim yapmakla Kur’an’ın kastının o kişi, grup ve örgüt olduğu izlenimi verilmesine benziyor. Siyaset cambazlığı ve şark kurnazlığı bunu daima yapar.
Günümüzde İslam’ın şartı gibi lanse edilen Kudüs (Mescid-i Aksa) anlatısına peygamberin yaşamında ve sahabeler arasında rastlanmaz. Halife Ömer döneminde Kudüs alındığında da Irak, İran, Horasan, Suriye ve Mısır’dan farklı değerlendirilmemiştir.
Halife Ömer Kudüs’e gitmesine rağmen “ilk kıbleyi özgürleştirmek” gibi bir şeyden bahsetmemiş, Kudüs’ün Araplar tarafından alınması ilk dönemlerde Müslümanlar için merkezi bir öneme sahip olmamıştır. Aynı şekilde Selahaddin Eyyübi için de Kudüs’ün böyle bir niteliği yoktur.
“İlk kıble” nitelemesi sonradan üretilen bir mitostan ibarettir. Kıble yöndür ve kutsallık atfetmez. Bakara 115’te “Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) oradadır” denilmektedir.
Yahudiler Müslümanlıktan binlerce yıl önce bugünkü Kudüs şehrine kıble olarak yönelmişlerdir. Hz. Muhammed’in Yahudilerin yoğunlukta olduğu Medine’ye gittiği ilk yıl, 10 veya 16 ay Mescid-i Aksa’ya dönerek namaz kıldığı bilgisi peygamberden çok sonraları yazılan, rivayetler arasında ciddi çelişkilerin olduğu spekülatif bir bilgidir. Nitekim birçok rivayette ilk kıblenin Kâbe olduğu belirtilmektedir.
Kıble’nin Aksa’dan Kâbe’ye çevrilmesiyle yorumlanan Bakara suresinin 144. ayeti de ilginçtir: “Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık müsterih ol, işte şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.”
Bu ifadelerden peygamberin öncesinde yüzünü kıble olarak nereye döndüğü belli olmamakla birlikte, önceki kıbleden hoşnut olmadığı anlaşılıyor. Egemen İslam yorumuna göre peygamberin her iş ve tercihinin Allah’ın iradesiyle gerçekleştiği kabul edilirse, ilk kıble de Allah’ın iradesiyle seçilmiştir. Bu durumda peygamberin Allah’ın iradesinden hoşnut olmadığı ve Kâbe’ye dönmeyi Allah’ın iradesine tercih ettiği sonucu çıkar ki bir Müslüman için bunu söylemek hayli sakıncalıdır.
O halde peygamber gerçekten birkaç ay kıble olarak Kudüs şehrine dönmüş ise de bunun Medine’deki Yahudi toplumunun etkisiyle gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu durumda Müslümanlar için “İlk kıble” diye bir kutsal yoktur.
Bir an için tüm bu tarihi ve siyasi arka planı göz ardı edip, İsra 1’de geçen Mescid-i Aksa’nın bugünkü mescit olduğunu varsaysak bile (ki peygamberin miraç zamanında böyle bir mescit yoktur), buranın Müslümanlar için kutsal ve merkezi bir mekân olduğu sonucuna varmak yine de imkânsızdır.
Buranın vasfı olarak ayette geçen “Barekna” ifadesi Maturidi gibi İslam bilginleri tarafından “meyveli ve bereketli” şeklinde anlamlandırılmıştır. Aynı ya da daha güçlü ifadeler Kur’an’da başka yerler için de kullanılmıştır. Sözgelimi Ta-Ha 20/12’de Allah, Musa peygambere “Gerçekten ben, ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın” denilerek Tuva vadisi çok daha güçlü bir ifade olan “mukaddes” kelimesiyle vasfedilmiştir. Mesele kutsallık ise neden böyle bir vadi Müslümanlar için hiçbir zaman gündem olmamıştır!
İslam teolojisinde insanlığın ikinci babası olarak görülen Hazreti Nuh, büyük tufandan sonra geminin oturduğu söylenen Cudi dağı (Hud, 11/44) için “mübarek” (Müminun, 23/29) ifadesini kullanmıştır. Bu durumda Kudüs ve Cudi’nin aynı kutsiyette olduğunu kabul etmek gerekecektir.
Oysa Emevi icadı Aksa için ortalığı velveleye verenler, bugüne kadar bir kez olsun Cudi’nin (Şırnak) kutsal olduğunu söyleyerek bombalanmasına karşı çıkmamışlardır.
Filistin konusu toplumda algı yönetimine dönük bir siyaset cambazlığıdır. Bu cambazlık kitleleri mobilize etmek, büyük soygun ve zulümleri gözden kaçırmak amacıyla yapılmaktadır. Kürtlerde ise kendi coğrafi ve ulusal hakikatine yabancılaştırma işlevi görmektedir.
Güç odakları varlıklarını korumak ve gücüne güç katmak için hiçbir değeri istismardan çekinmez. Kitlelerin rağbet ettiği her şey, her zaman en etkili istismar araçlarıdır. Din, bunların başında gelir.
Müslümanlar rasyonel, ilmi ve bilimsel olmadıkça siyasal odakların istismarından kurtulamayacaktır. Kur’an’daki ifadeleri, güncel siyasi sorunlara malzeme yapmak, ilmi ve ahlaki değildir. Toplumların kamplaşmasına, sorunların kangrenleşmesine, içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açar.
Kudüs ve Mescid-i Aksa, İran’ın Mekke ve Medine’ye hükmeden Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap blokuna alternatif kutsal oluşturma siyasetidir. Mekke ve Medine’ye alternatif olsun diye Kur’an’daki bir ismi kullanarak Mescid-i Aksa’yı yapan Emevi siyasetinin güncel halidir. Türkiye ise İran’ın başını çektiği bu alternatif akideyi Kürtleri kendilerine yabancılaştırmak ve Kürdistan davasından uzaklaştırmak için sahiplenmektedir.
Filistin, Müslümanların kutsalı değildir. Müslümanların dini merkezleri Mekke ve Medine’dir. Müslümanlar baskının, sömürünün, savaş ve katliamların olmadığı adil bir dünya istiyorlarsa evlerinden, egemen oldukları ülkelerden başlamalı, Müslümanlığı zehirleyen Emevi zihniyetli İslamcıların Allah’la aldatmasına ve kendi gerçeklerinden uzaklaştırmasına kanmamalıdır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın