'Ümmetin yüz akı Mazlumder'den 'AK Mazlumder'e

14-04-2017
Nurcan Aktay
Etiketler Nurcan Aktay
A+ A-

Mazlumder’in içerisindeki Türk İslamcıların, geçtiğimiz haftalarda şaibeli süreçlerle gerçekleştirmiş oldukları Olağanüstü Genel Kurul’da aldıkları (Kürtler üzerinden aslında bir nevi Mazlumder’e yönelik olarak, adeta “darbe” sayılabilecek) kararlar üzerine bir yazı yazmış, yazının sonunda ise, derneğin bu noktaya nasıl geldiğine dair bir kronoloji sunacağımı belirtmiş idim.


Bu kronoloji, iktidarın renginin Mazlumder’in çalışmalarına ve iç tartışmalarına hangi oranda sirayet ettiğini içerecekti. Ne var ki çalışmaya başladığımda bunun bir yazı konusunu çok fazla aştığını fark ettim. Şayet imkânlar elverirse ilerleyen süreçlerde hacimli bir çalışma olarak sunmak niyetindeyim. Zira bu süreçler, Türkiye’deki İslamcıların devletle, İnsan Hakları alanı ve özelde Kürt kimliğiyle kurdukları ilişkinin niteliğine dair çok değerli veriler içermekte..

 

Yine de niyet etmişken(her halükarda eksik kalacağını belirterek) bu yazıda kaba çerçevesiyle de olsa bazı notlarımı ve tespitlerimi aktarmak isterim:

 

-Mazlumder 1991 yılında aralarında eski Ülkücülerin de bulunduğu Kürt ve Türk              İslamcılarından oluşan 54 kişi tarafından kurulur. İlk kurucu genel başkanı olan Mehmet Pamak, Van/ Erciş’ten zorunlu iskâna tabi tutulan bir ailenin mensubu olup, kurucular arasında bulunan eski ülkücülerden biriydi ve aynı zamanda bugün adı MHP olan “Muhafazakâr Parti”nin de ilk kurucu Genel Başkanıydı..

 

-Dernekleşme fikri, Kemalistlerin iktidarda olduğu, Müslüman ve Kürt kimliğine yönelik yoğun hak ihlallerinin yaşandığı bir dönemde, İHD’nin Müslüman kimliğine dönük ihlalleri gündemine almayışının oluşturduğu boşluktan kaynaklı bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştı. O dönem Kürtlere yönelik köy yakmalarla birlikte, faili meçhullerin yaşandığı ağır hak ihlalleri, İnsan Hakları alanının doğası gereği derneğin, Kürt meselesine de yönelmesine neden olur.

 

-Şayet bir gün Mazlumder’in tarihine ilişkin bir çalışma hazırlandığı takdirde görülebilecek en temel şey şudur; Mazlumder’in kurucuları arasında yer alan İstanbul Fatih İslamcılığı yorumuna sahip bir grup vardır. Bu grup iktidarcı İslam algılarıyla Türk devletinin en temel niteliklerini taşırlar. Yayılmacı ve dayatmacı refleksleri, Mazlumder’in bütün süreçlerine damgasını vurur. Dolayısıyla “derneği kurtarmak” adı altında derneğe hakim olma çabası, neredeyse tek amaçlarıdır.

 

-Mazlumder, İslamcıların İnsan Hakları alanıyla ilk kez tanışma imkânı bulduğu bir zemindir.  Bu nedenle, kuruluşunun hemen akabinde yürütülen tartışmalar, Batı dilinden ve konseptinden uzak olarak kendi özgün dilini, literatürünü oluşturmak üzerinde yoğunlaşır.

 

-Hemen ikinci yılında ise İhsan Arslan’ın Genel Başkan olduğu dönemle beraber, bu tartışma konularına “Kürt kimliği” eşlik eder. Bir müddet sonra bu dil, üslup ve Kürt kimliği üzerinden yapılan tartışmalar o denli iç içe geçer ki; dil ve üslup konusu, Kürt kimliğinin görünür olduğu zamanlarda/çalışmalarda gündeme gelerek, meselenin aslını örtücü bir rol görmeye başlar.

 

-Bu iki temel tartışma konuları, süreç içerisinde İstanbul ve Genel Merkez taraflarını doğurmakla kalmaz, süreç içerisinde kurucular dâhil olmak üzere, bazı emektarların dernekten kopmalarına, temel neden teşkil eder.

 

İnsan hakları örgütleri, alanlarının doğası itibariyle devletin karşısında, bireyin yanında, devleti denetleyici ve siyasal iktidarların da en direkt muhatabı konumundadırlar. Dolayısıyla siyasal iktidarların sahip olduğu renk, söz konusu örgütlerin çalışma seyirlerinin niteliği konusunda da önemli bir kıstastır. Söz konusu örgütün tabanının sahip olduğu ideolojinin, siyasal iktidarın rengiyle arz ettiği uyumluluk veya uyumsuzluk, doğal olarak aynı oranda örgütün çalışmalarına “kolaylıklar” veya “zorluklar” şeklinde yansır.

 

Tabanı, İslamcı bir profile sahip Mazlumder’i bu açıdan değerlendirecek olursak, süreçlerini dört evrede ele almak mümkün;

 

1- 1991- 2001

 

Bu dönemde genel başkanlık yapmış isimler sırasıyla şöyledir: Mehmet Pamak, İhsan Arslan, Yılmaz Ensaroğlu...

 

Bu yıllar, Kemalistlerin iktidar ve muktedir olduğu, öne çıkan iki büyük muhatap mazlum kesiminin Kürtler ve Müslümanlar olduğu süreçlerdir… 28 Şubat postmodern darbesi bu süreç içerisinde gerçekleşir ve köy yakmalar, faili meçhuller başta olmak üzere yoğun olarak insan hakları ihlallerine maruz kalan Kürtlerin yanı sıra, Müslüman kimliğine dönük ihlallerin tavan yaptığı yıllardır..

 

Derneğin bu yıllar arasında gün gelip devlet tarafından şubeleri kapatılmış, gün gelip yöneticileri tutuklamalara, gözaltılara, izlenmelere, tehditlere maruz kalmış, 28 Şubat sürecinde, Genel Merkez ve şube yöneticilerinin evleri eşzamanlı baskına maruz kalmıştır.

 

Ancak devletten kaynaklanan bütün bu olumsuzluklara rağmen Mazlumder’in iç tartışmalarının “normal” seyrinde ilerlediği, tabanda kırılmaya varacak düzeyde olmaması nedeniyle, derneğin “en rahat” dönemi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Genel Merkez başta olmak üzere bütün şubeleri bu yıllar arasında Müslüman kimliğe yönelen ihlalleri aktif olarak takip ederler… Başörtüsüne özgürlük için yıllarca düzenli olarak haftalık yapılan basın açıklamalarına bütün şubeler katılır.

 

2-  2001 – 2007

Bu dönemin Genel Başkanları: Yılmaz Ensaroğlu, Ayhan Bilgen, Cevat Özkaya’dır...

 

(İstanbul çevresinin Genel merkezin duruşuna dair geçmiş dönemden gelen memnuniyetsizlikleri ve itirazları devam etmektedir. Bu nedenle Cevat Özkaya’yı genel başkan olarak önerirler. Genel Merkez’in Ayhan Bilgen isminde ısrarcı olması karşılığında her biri, iki yıllık dönemin birer yılında Genel Başkanlık görevini yürütmeleri üzerine uzlaşılır.)

 

Bu dönemin başı olan 2003 yılı HADEP’in kapatıldığı, ABD’nin Irak’a müdahale ettiği, AK Parti’nin de iktidara geldiği yıldır. Bununla beraber Mazlumder’in ikinci genel başkanı İhsan Arslan da AK Parti’nin ilk dönem milletvekilleri arasında yerini alır.

 

ABD’nin Irak’a müdahalesi sürecinde TBMM’nden savaş tezkeresi çıkarma talebi, AK Parti’nin ilk icraatlarındandır.  Mazlumder’in bu süreçte yoğun olarak savaş karşıtı kampanyalar yürütmesine karşılık, eski genel başkanı Arslan, konu TBMM’de oylanırken, tezkere yanlısı bir tutum sergiler. Kuşkusuz ki bu çelişkinin açıklanması, bir insan hakları örgütü açısından zordur. Buna mukabil Aslan’a yönelik olarak derneğin bir yaptırım uygulaması(istifasının istenmesi gibi) beklentisi, dernek içerisinden birkaç kişinin kulislerde dillendirmesinin ötesine geçmez.

 

Bu dönemde Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı da tartışmalı olur. Türkiye’nin Batı illerinde Kemalist laik kesim tarafından Cumhuriyet mitingleri organize edilir, Genel Kurmay Başkanlığı resmi sitesinden “E-Muhtıra” olarak tabir edilen “laiklik” vurgulu bir bildiri yayınlar…  Ergenekon davası ve Hrant Dink’in katli bu dönem içerisinde gerçekleşir.

 

Mazlumder bu süreçlerde ağırlıklı olarak devam Müslüman kimliğine yönelik ihlaller başta olmak üzere Kürt kimliği, savaş ve darbe karşıtı kampanyalar ve diğer rutin çalışmalarını devam ettirir.

 

3-  2007 – 2011

Bu dönemin genel başkanları sırasıyla: Ayhan Bilgen, Mustafa Halit Çelik ve Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Ahmet Faruk Ünsal’dır.

 

Bu dönemin ilk yılında, genel başkan Ayhan Bilgen’in dernekten ayrılarak Kürt siyasetinin safında milletvekili adayı olması, İstanbul çevresi tarafından bugün dâhil “8 yıllık kriz” olarak nitelendirilecek ve derneğin bundan sonraki süreçlerinde bu konu her vesile ile gündeme gelecektir.

 

Türkiye’nin siyasi gündemine Ergenekon, Balyoz davaları, AK Parti’ye açılan kapatma davası, KCK operasyonları, Mavi Marmara ve Roboski katliamı damga basar.

 

Türkiye’deki bu siyasi gelişmeler de bir önceki dönemlerde olduğu gibi derneğin çalışmalarını şekillendirmeye devam eder.

 

Müslüman kimliğe dönük ihlallerin ve taleplerin önceki dönemlere göre azalması söz konusudur. Bu yıllar arasının İslamcıların AK Parti üzerinden iktidar olduğu fakat halen muktedir olamadığı dönem olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Türkiye’deki İslamcı kesimin Kemalistlerin dönemine dönme korkusunun yarattığı iktidarı kollayıcı refleksleri ilk bu dönemde başlar. Öyle ki, derneğin Müslüman kimliğe yönelen ihlalleri dahi takip etmesi, İslamcı tabanı “hükümeti zor durumda bırakıyor” gerekçesiyle rahatsız etmeye başlar. Hatta Mazlumder’in “başörtüsüne özgürlük” için Ankara’da açtığı stant, AK Partili, İslamcı kadınlarca basılır…

 

İslami kimliğe dair ihlal ve taleplerin azlığı, doğal olarak Kürt kimliğinin öne çıkmasına da yol açar. Bununla birlikte 2009’da başlatılan KCK operasyonları ve derneğin Kürt kimliğine dönük yaptığı çalışmalar, İstanbul şube çevresince değil, tabanda da rahatsızlığa yol açmaya başlar. Dönem, sonraki süreçlere fazlaca tesir edecek Roboski katliamıyla kapanır.

 

(Buraya kadar ki süreçte Mazlumder “Ümmetin Ak Yüzü”dür.)

 

4-  2012- 2017

 

Mazlumder’in bu son döneminde genel başkan, Ahmet Faruk Ünsal’dır.

 

Bu yıllar Türkiye’nin ve dolayısıyla Mazlumder’in en zor dönemleridir… Sırasıyla Roboski, Çözüm Süreci, Suriye iç savaşı, Rojava’daki gelişmeler, Gezi Protestoları, Kobane olayları, 17–25 Aralık operasyonları, Dolmabahçe mutabakatının sona erdirilmesi, İŞİD’in Kürt şehirlerini işgali, Kürt illerinde hendeklerle başlayan savaş, 15 Temmuz darbe girişimi gibi ağır siyasi konular, Türkiye siyasetiyle beraber İnsan hakları örgütlerinin de temel gündemlerini oluşturur.

 

2011 yılının son ayında gerçekleştirilen Roboski katliamı sonrası süreçte sergilediği tavır, AK Parti’nin, dolayısıyla İslamcıların artık sadece iktidar değil, muktedir olduğunun da tescilidir…

 

Zaten gelinen noktada Müslüman kimliğine dönük ihlallerden söz etmek artık zordur. Zira TBMM’de başörtüsü sorunu çözülmüş, Hâkimlik, savcılık gibi üniformalı bazı meslek gruplarında devam eden sorunlar da, İslamcı camia tarafından dert edilmemektedir. Bununla beraber Kürt kimliğinin Türkiye’nin iç ve dış politikasını şekillendirecek düzeydeki ağırlığı, dernek çalışma süreçlerinde Kürt meselesini adeta çırılçıplak haliyle ortaya çıkarır.

 

Roboski ve sonrasındaki süreçlerde İslamcıların siyasal iktidarla paralel seyreden tutumları, doğal olarak Mazlumder’in içerisindeki ilişkilere de yansır. Derneğin neredeyse kuruluşundan beri adeta bir paranoya haline gelmiş “Kürtçülük” yapıldığına dair kaygı ve eleştirileri bu dönem boyunca Genel Merkez’in üzerinde ağır baskılar oluşturur.

 

-Bu süreçlerde Mazlumder’in Türk illerinde yer alan şubeleri bölgesel düzeyde örgütlenir ve usul dışı bir şekilde genel merkezi “ziyaret” ederek,  (Roboski üzerinden)derneğin “Kürtçü” bir yere evirildiğine dair kaygılarını iletirler.

 

-Akabinde başlayan “Çözüm Süreci” Genel Merkez’e adeta nefes aldıran bir nitelik taşır. Derneği “Kürtçü” olarak itham eden bu kesim bu süreçte “barış” için en fazla konuşan kesim olmuştur.  Bu süreçte derneğin çalışmalarında zaman zaman Kürtçe’nin kullanılması, ne de Kürt kimliğiyle ilgili çalışmalar bu kesim için kesinlikle “sorun” olmamaktadır. Ne var ki bu durum fazla uzun sürmez.

 

-Çözüm Süreci’nin gerilediği bir dönemde, Suriye krizi ve Gezi protestoları başlar. Genel Merkez’in Suriye krizine yönelik olarak yayımladığı “3.Yol Bildirisi” ve Gezi protestolarındaki tavrı bir anda “Çözüm süreci”nde girilen atmosferi de dağıtır. İslamcı tabanın tepkileri de bu paralel de değişmekte gecikmeyecektir. Bu dönemde derneğe yönelik olarak adeta “operasyon” tanımlanabilecek gelişmeler olur.

 

-Ismarlama haberler İslamcı sitelerin başköşesinde yerini alır. Derneğin kurucularından Abdurrahman Dilipak’ın “üyeliğini askıya aldığını ve camiada yeni bir insan hakları örgütünün gerekliliğini belirttiği röportajı, günlerce İslamcı basının gündeminden düşmez.

 

-Mazlumder’in eski genel başkan yardımcılarından İHH’nın MYK Üyesi Gülden Sönmez’in aylar öncesinden derneğe göndermiş olduğu istifa dilekçesi, yeni bir habermiş gibi ısıtılarak kamuoyunun gündemine getirilir.

 

-Yine o günlerde derneğin kurucularından olan Abdurrahman Dilipak, Özgürder’den Hamza Türkmen, İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım ve (2006 yılında İstanbul şubenin genel başkan adayı olarak desteklediği eski Mazlumder Genel Başkanı) AKV’nin Genel Başkanı Cevat Özkaya’dan oluşan bir heyetin, dönemin Başbakanı R. T. Erdoğan’ı ziyaret ettiği basının gündemine yansır. Ziyaretin konusu, “Mazlumder’e alternatif yeni bir insan hakları örgütü kurmak”tır…

 

-İŞİD’in diğer Kürt şehirlerinin yanı sıra Kobane’yi işgal etmesine karşılık gündeme gelen ABD’nin müdahalesi süreci, Kürt ve Türk kamuoyunun hassasiyet farkını da ortaya çıkarır. İslamcı örgütlerin bu insanlık dışı dramına alternatif içermeyen ABD karşıtlığı, Kürt kamuoyunda karşılık bulmaz. Buna mukabil Mazlumder Genel Merkezi’nin, ABD’nin müdahalesine karşı olmakla beraber, Türkiye’nin Kobani’ye destek vermesini içeren açıklama metni, salt İslamcıların değil, Kürtlerin de beklentilerini karşılamakla beraber; Mazlumder’in içerisinde ve İslamcı kamuoyunda sert tartışmalara neden olur.

 

İstanbul çevresi ve havuz medyası söz konusu açıklamayı “Mazlumder Genel Merkezi, Hükümetten, Pkk’ye yardım etmesini istedi.” şeklinde provokatif bir dille haber yapar…

 

-Türkiye’deki Türkler ve Kürtler arasında da her geçen gün derinleşen ayrışma, Türk Hükümeti’nin Osmanlıcı, Türkçü, muhafazakâr politika ve söylemleri paralelinde her geçen gün daha belirgin bir hal alır.

 

-O süreçlerde Mazlumder’in tarihinde ilk kez olarak; Kürt illerindeki GYK ve şube başkanları, derneğin her iki ayda bir düzenli olarak yaptığı GYK toplantısına katılmayarak ortak bir mesaj gönderirler…

 

-17-25 Aralık operasyonu sürecinde Genel Merkez konuya ilişkin olarak devlet içerisinde, alternatif bir hiyerarşi kurulmasına karşı çıkan, bununla birlikte hükümete yönelik olarak, “şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim” çağrısını içeren bir açıklama yayınlar.

 

-22 Mart 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı’nın beyanıyla Dolmabahçe mutabakatı sonlandırılır. Hemen sonraki ay olan Nisan ayında Ağrı Diyadin’de çıkan olaylar üzerine Mazlumder Genel Merkezi bir rapor hazırlar. İstanbul grubundan da bazı yöneticilerin bu raporun heyetinde bulunarak bizzat gözlem yapmalarına rağmen, raporun içeriğine itiraz etmemekle birlikte, yayınlanması konusunda yavaşlatıcı bir tutum takınırlar. Fakat gecikmeli olarak da olsa, söz konusu rapor genel merkezin sitesinde yayınlanır.

 

-İki gün arayla gerçekleşen Suruç patlaması ve Ceylanpınar’da iki polisin infaz edilmesi, Kürt illerinde savaşın başlaması, Ankara Gar patlaması, Türkiye’nin Ankara ve İstanbul illerinde gerçekleştirilen patlamalar aynı zamanda Mazlumder’in de ana gündemini meşgul etmeye devam eder…

 

-Mazlumder Genel Merkezi’nin Kürt il ve ilçelerinde meydana gelen ihlallere dair hazırladığı raporların tüm uluslararası çevrelerde dikkat çekmesi üzerine Cumhurbaşkanı rahatsızlığını dile getirir ve oralardaki ihlallerin raporlaştırılmasını sert bir dille eleştirir.

 

-Cumhurbaşkanı’nın rapora dair tepkisinin ardından 2016 yılının Nisan ayı içerisinde Genel Kurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı’na “gizli” bir yazı gönderir. Yazıda Mazlumder ile beraber sahada bulunan diğer insan hakları örgütlerinin isimleri zikredilerek bu örgütlerin, hazırlamış oldukları raporların, olası bir uluslararası yargılama sürecinde, TSK mensuplarını zor durumda bırakacak delilleri sunmakla itham eder.

 

(Bu yazı üzerine harekete geçen Bakanlık yaklaşık bir yıl sonra harekete geçecek, derneğe yönelik soruşturma açacak, dernek adına Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal ifade vermeye çağrılarak ve dernekler masası tarafından gönderilen denetmenlerce derneğin bütün kayıtları haftalarca incelemeye tabi tutulacaktır).

 

-Cumhurbaşkanı’nın rahatsızlığını ifade ettiği, Genel Kurmay Başkanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na yazı göndermesiyle eş zamanlı olarak, dernek içerisindeki İstanbul grubu o ay içerisinde yapılan GYK toplantısında, OÜGK talebinde bulunur. Genel Merkezin, OÜGK’a gitmeksizin gerekirse Genel Başkan dâhil olmak üzere “bütün MYK üyelerinin değiştirilebileceği” gibi bütün uzlaşma tekliflerine rağmen uzlaşma sağlanmaz. Öte yandan İstanbul çevresinin talepleri tüzüğün şartlarına uygun değildir. Bu nedenle bu talep Genel Merkez ve şubelerin çoğunluğunca kabul edilmez.

 

-Son derece gergin geçen bu toplantıdan OÜGK’a dair ortak bir karar çıkmaması karşısında İstanbul grubu, toplantı sonrasında bir basın açıklaması yayınlayarak, böylece derneğin 26 yıllık teamülünü de bozmuş olur. Zira derneğin iç sorunlarının basın üzerinden gündeme getirilmesi, çok da alışılmış bir durum değildir... Bu anlaşmazlık, karşılıklı olarak başlatılan mahkeme süreçleri ile devam eder.

 

-İstanbul grubu, yaklaşık 1 yıl süren bu mahkeme süreciyle paralel olarak taban desteği için de kamuoyu oluşturmaya yönelik algı oluşturmaya çalışır. Bu süreçlerde derneğin “fabrika ayarlarına dönmesi” gerektiği, Genel Merkezin“Kürtçülük” yaptığı, söz konusu raporların “PKK dilini” içerdiği gibi hiçbir somut delile dayanmayan iddialarda bulunulur. Oysa sözünü ettikleri raporların hazırlanma süreçlerine, Genel Merkezin bütün ısrarlarına rağmen katılmamakta ısrar etmişlerdir.

 

-Mahkemenin ilk duruşmalarda tüzükten yana sergilediği tavır, sonraki süreçlerde bilirkişiden gelen rapor üzerine değişir ve son tahlilde aldığı kararla, İstanbul grubunun OÜGK talebini kabul ederek, kurul çağrısı yapmak üzere 3 Kayyum tayin eder. Bunun üzerine karar, Genel Merkez tarafından temyize götürülür.

 

-Mahkemenin tayin ettiği bu Kayyumlar, temyiz sonucunu beklemeksizin OÜGK çağrısını yaparlar. Genel Merkez ve onunla beraber hareket eden şubeler bu süreci “gayrımeşru”  ve “şaibeli” olarak gördüğünü, dolayısıyla hukuki anlamda da hiçbir meşruiyeti olmayan bu “olağanüstü genel kurul”a katılmayacağını ilan eder.

 

-İstanbul şube öncülüğünde çok az şubenin iştirak ettiği bu kurulda, 12’si Kürt illerinde olmak üzere toplam 16 şubeyi kapatmak ve Genel Merkezi İstanbul’a taşımak gibi darbevari kararlar alınır.

 

-İşte bu şartlarda oluşturulan “İstanbullu” Genel Merkez’in kongre sonrası ilk icraatı, bütün bu süreçleri şekillendiren, Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanlığı ile birlikte hükümet yetkililerin de rahatsız olduğu Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Cizre, Silvan ve Dargeçit raporlarını Genel Merkezin sitesinden kaldırmak olur...

 

Mazlumder’deki İstanbul Fatih İslamcılarının dernek içerisindeki rolleri özetle böyle…


Ne yazık ki süreçleri devlete benzeyenlerin icraatları da bu refleksten kurtulamıyor... Zira İstanbul grubunun yönetime el koymalarının akabinde ilk iş olarak raporları siteden kaldırmaları ile  İstilacı Moğol ordularının Bağdat’ı işgal ederken ilk iş olarak kütüphanelerini yakmaları ve  Kemalistlerin, Cumhuriyet kurulur kurulmaz alfabeyi değiştirerek, böylece toplumun hafızasını silmeye dönük uygulamaları ne kadar da benzerlik arz ediyor öyle değil mi?!

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli