Türkiye - ABD krizi ve Kürtler

Ortadoğu’da manzara hiç değişmiyor.

 

Bir yandan masa başında “dostlar alışverişte görsün” diye yapılan açıklamalar.

 

Diğer yandan mevzilerde kurulan ittifaklar.

 

Sahada kurulan ittifaklar, yılları alan karşılıklı güven alışverişine dayanırken; masa başında birkaç saatlik zirvelerden sonra yapılan rutin açıklamalar, birbirini idare etmekten öteye geçemiyor.

 

Bunun en son örneğini BM Genel Kurulu sürecinde Trump-Erdoğan görüşmesinde gördük. Trump’ın ABD-Türkiye ilişkileri için kullandığı, “Hiç olmadığımız kadar yakınız” ifadeleri Türk kamuoyunda büyük beklentiler yaratırken, daha iki hafta geçmeden ABD’nin Türkiye’ye koyduğu vize engeli, masa başlarında yapılan rutin açıklamalara fazla bel bağlamamak gerektiğini bir kez daha gösterdi.

 

Zira, Ortadoğu’da esas olan, sahada kurulan ittifaklardır.

 

Bağımsızlık referandumuna günler kala, Kürdistan yönetiminin geri adım atması için ABD Dışişleri Bakanlığı, Beyaz Saray ve BM Güvenlik Konseyi’nden peş peşe yapılan açıklamalar, “ABD Kürtleri yüz üstü mü bırakıyor?” sorusunu gündeme getirmişti.

 

Aslında bu sorunun yanıtı referandumdan bir hafta önce bu sütunlarda yer almıştı: “Kürdistan Bölgesi’nin 25 Eylül’de yapacağı bağımsızlık referandumuna karşı çıkan ABD’nin Kürtleri yüzüstü bırakacağını düşünenler yanılıyor.”

 

Öyle de oldu, yanıldıklarını anlamaları çok sürmedi.

 

Çünkü sahada kurulan ittifaklar yılları alıyor. Ciddi anlaşmazlıklar çıksa bile Irak ve Suriye gibi kaos ortamlarında, müttefikler birbirlerinden kolay kolay vazgeçemez. Onları bir araya getiren ve o ittifakı oluşturan koşullar bir günde oluşmadığı gibi, bir günde de ortadan kalkmaz.

 

ABD - Türkiye arasında giderek açığa vuran örtülü kriz zaten yeni değildi. Kolay kolay da çözüleceğe benzemiyor. Dahası, Türkiye - ABD ilişkilerinin Trump’ın söylediğinin aksine, “hiç olmadığı kadar kötüye” gitmesi kaçınılmazdı.

 

Kürt - Amerikan ilişkileri son yıllarda daha da büyüme trendinde. Uzun yıllar da böyle süreceğe benziyor. En azından şartlar öyle zorunlu kılıyor.

 

Tamamen İran’ın hakimiyetine giren Irak’ta, ABD’nin Kürtler dışında elle tutulur bir müttefiki yok. Suriye’de de durum aynı. Üstelik ABD’nin NATO’daki müttefiki Türkiye, Rusya ile iş tutuyor. Hatta, Türkiye işi Rusya’dan S-400 füzeleri almaya kadar bile vardırdı.

 

Kaldı ki sahada şartların zorunlu kıldığı ittifakların mı, yoksa iki liderin birbirini idare etmek için sarf ettiği sözlerin mi daha bağlayıcı olduğunu zaten son iki haftadaki gelişmeler çok net bir şekilde gösterdi.

 

ABD ile Türkiye arasındaki bir başka gerilim hattı da İdlib operasyonu. Burada da Rusya ve İran ile paslaşan Türkiye böylece kendi “müttefiki” ABD’yi devre dışı bırakmış oldu.

 

Batı ittifakından giderek uzaklaşan Türkiye’nin, İran ve Rusya ile ittifak kurma çabaları sonu belirsiz maceradan başka bir şey değil zaten.

 

Suriye’deki kaos ortamı Ortadoğu laboratuvarı haline gelmişken, Türkiye’nin hala anti-Kürt politikası ile bir yere varması da mümkün değil.

 

Şu çok net; Suriye’de bugün yaşanan tablo, bir iç savaştan ziyade süper güçler arasındaki bir bilek güreşi. Türkiye’nin bu bilek güreşinden Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi jeopolitik konumunu pazarlayarak sıyrılması zor. 

 

Bu yüzden de Erdoğan, Atatürk’ün cumhuriyeti kurma sürecinde yaptığı gibi Rusya ve Batı arasında denge kurarak var olma siyaseti izliyor. Ancak, Atatürk’ün cumhuriyeti kurana kadar Kürtleri karşısına almamaya özen gösterdiğini de not etmekte yarar var.

 

Erdoğan’ın Kürtlere karşı bu kadar açık bir kampanya başlatması bu süreçte Türkiye ile müttefiklerinin ilişkilerinde en belirleyici faktörlerden biri olacak gibi görünüyor.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)