Xecê, Avrupa’da dünyaya gelen bir Kürt kızı. Güleryüzlü, güzel ve sıcakkanlıydı. İnsanlar Xecê’yi görünce sevinir ve etrafında toplanırlardı.
Xecê 8 yaşındaydi ve doktorlar beyninde tümör tespit etti. Fakat tümörün büyümeyeceğini ve büyük bir tehlikenin söz konusu olmadığını söyledi ailesine.
Çalışkan bir kızdı ve okulda birçok arkadaşı vardı. Kürt ve Kürdistan’a olan merakı da eksik olmuyordu. Atalarının ülkesiyle ilgili her şeyi bilmek istiyordu. Xecê Kürtçe’yi öyle iyi biliyordu ki, tanımayan biri, onun Kürdistan’ın bir köyünde büyüdüğünü sanırdı.
12 yaşındayken beynindeki tümör büyümeye başladı fakat Xecê yaşamını sürdürebiliyordu. Şüphesiz anne - babası, arkadaşları, öğretmenleri, hatta komşuları duruma üzülüyordu. Xecê ise moralini hiç bozmuyordu. Her zaman güleryüzüyle çevresini mutlu ediyordu.
Bir gün Xecê babasına, “Ülkemi görmek istiyorum, sizin nereden geldiğinizi görmek istiyorum...” dedi. Xecê’nin babası varlıklı değildi. Kısıtlı imkanlarıyla bir araba temin etti ve Xecê ile annesiyle beraber Kürdistan’a doğru yola çıktılar. 3 günde Avrupa’dan Kürdistan’a ulaştılar.
Xecê çok güzel vakit geçirdi orada. Atalarının köyünde herkes onu bağrına bastı ve Xecê Avrupa’ya dönerken bütün köylüler toplandı. Kimisi arkasından gözyaşı döktü. Xecê güzelleşti…
Xecê Avrupa’da 18 yaşına kadar iyi - kötü yaşadı. Birçok kez hastanede yattı. Fakat tümör gitgide büyüyordu ve ameliyatla alınamıyordu. Xecê artık evine dönemiyor, hastanede tedavi ediliyordu. Xecê artık Kürdistan’ı göremeyeceğini düşünüyor ve buna çok üzülüyordu.
Doktorları, psikolojik destek için benden ricada bulundular. Xecê’yi görüp kendisiyle Kürtçe konuşmaya başladığımda, gözleri açıldı ve yüzü gülmeye başladı. Ben de oturup gülmeye başladım. Xecê’yle her görüşmemizde oturup Kürdistan’dan ve anne - babasının köyünden bahsediyorduk.
Zaman geçtikçe gözlerinin feri sönüyordu. Fakat Xecê yine, aklında bir film şeridi gibi sardığı Kürdistan’dan bahsetmeye devam ediyordu. Köyü, dağları, yolları, kuyuları, bostanları tek tek sıralıyordu.
Artık tümörün büyümesini engelleyen ilaçlar kâr etmiyordu ve Xecê saatlerce kendinden geçiyordu. Kendine geldiğinde ise bana annesiyle babasını soruyordu.
Onunla korkuları ve ölüm üzerine birçok kez konuştuk. Xecê bir keresinde bana şöyle demişti: “Öleceğimi biliyorum. Fakat ölümden korkmuyorum. Beni üzen annem ve babam. Onlar neden benim ölümümü kabullenemiyor? Ben, birgün çekinmeden annem ve babamla ölümümden konuşmak istiyorum. Ölümü inkar etmek onları üzüyor ve ben onlara üzgün bir şekilde veda etmek istemiyorum.”
Fakat maalesef Xecê’nin anne ve babası bu gerçeği kabullenemedi. Hergün bir mucizenin gerçekleşip Xecê’nin ölümden kurtulması için dua ettiler.
Başka bir gün beni, “Kendimden geçtiğimde, Kürdistan’da oluyorum ve bir kuş gibi her yeri geziyorum. Üzülme, ben özgürüm” diyerek teselli etti.
En son, Xecê 3 gün üst üste kendinden geçti. Yüzünde yine o gülümseme vardı. O 3 günden sonra, gülümsemesi soldu ve Xecê yaşama gözlerini yumdu.
Sonra hatırladım; Xecê anne ve babasıyla 3 gün içinde Avrupa’dan Kürdistan’a varmıştı. Yaşamının son 3 gününde Xecê yine Kürdistan’a doğru yola koyulmuştu. Özgür bir yaşama ulaştı...
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın