Türk Gibi Yaşamak İçin Kürdistan’a Geliyorlar

Koçgiri’de Kürt başkaldırısının kanlı bir şekilde bastırılması sonrası, harekatın ordu komutanı Nurettin Paşa, Büyük Millet Meclisi’ne ve Genelkurmay’a bazı önerilerde bulunur. 16-17 Ocak 1921’de yapılan gizli celsede Kürt milletvekilleriyle Nurettin Paşa ve onu mecliste koruyan tek kişi olan Mustafa Kemal arasında çok sert tartışmalar yaşanır. Özetle Nurettin Paşa, isyanın bastırılmasının bir şey ifade etmeyeceğini, Kürtlerin acilen derdest edilerek Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Türklerin arasına serpiştirilmesi ve asimile edilmeleri gerektiğini, onların yerine de Türk ırkından olanların bölgeye yerleştirilmesi gerektiğini savunur. 



Şeyh Said liderliğindeki Azadî Başkaldırısı’nın yayılması üzerine 24 Şubat 1925’te Urfa, Mardin, Muş, Bingöl, Elazığ, Siirt, Diyarbekir, Dersim, Bitlis, Van, Hakkari, Malatya ve Erzurum illerinde sıkıyönetim öngören Örfi İdare Kanunu kabul edilir. Aynı gün Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda Kürtleri hedef alan bazı maddeler görüşülür ve değişiklikler yapılır. Birkaç gün sonra 4 Mart 1925’te İsmet Paşa’nın siyasi ikbalinin en önemli mevzisi kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu çıkarılır ve İstiklal Mahkemeleri kurulur. 8 Eylül 1925’te kabul edilen aynı isimli kanun üzerine 24 Eylül 1925’te Şark Islahat Planı devreye sokulur. 



Bu planın 5. maddesine göre Van’dan Midyat’a kadar olan bölgede Ermeniler’den kalmış arazilere Türk muhacirler yerleştirilecek ve bu mallar Kürtlere satılamayacağı gibi onlara kiraya dahi verilemeyecektir. Yugoslavya, Kafkasya ve İran’dan getirilecek Türklerin öncelikli olarak Elazığ-Ergani-Diyarbekir, Elazığ-Palu-Kiğı, Palu-Muş arasındaki Murad Vadisi, Bingöl Dağları’nın doğu ve güneyi ile Hınıs, Muş Ovası, Van Gölü çevresi, Diyarbekir-Garzan-Bitlis arasına yerleştirileceği belirtilir. 


Ayrıca Trabzon, Rize ve Erzurum’un kuzey ilçelerine daha önce yerleştirilmiş ve artık Türkleşmiş olan aileler de Hınıs Çayı, Murad Vadisi ve Van Gölü’nün kuzeyine yerleştirilecektir. Rapora göre 1925 yılının sonuna kadar 50.000 nüfusun intikalleri ve yerleşmelerinin tamamlanacağı belirtilir. Raporun giderler kısmından görüleceği üzere bu muhacirler için 10.000 konut yapılacak, 40.000 büyükbaş hayvan alınacak, her aileye nüfus başı ve aylık olmak üzere maaş ödenecek, düzenli olarak zirai aletler ve tohum alınacaktır.


Yine bu maddenin öngördüğü üzere on sene içinde Bulgaristan, Yugoslavya, Kafkasya ve Azerbaycan’dan her yıl 50.000 kişi olmak üzere 500.000 bin kişi Kürdistan topraklarına yerleştirilecektir. Bunun yanında, Malatya, Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz,  Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısnımansur, Besni, Arga, Birecik, Çermik, Hekimkan’da Kürtçe konuşma yasaklanacak, itiraz edenler Türk illerine sürüleceklerdir. 


Dersimlilerden tehlikeli görülenler Sivas’a nakledilecek, burada ve özellikle Fırat’ın batısında kalan Kürt mıntıkalarında yatılı kız okulları açılacak ve özellikle kadınların Türkçe konuşması sağlanacaktır. Kürt illerinde tali memurluklara dahi Kürtler alınmayacak, Mardin ve Siirt gibi Arapların olduğu bölgede Araplara ayrıcalıklar tanınacak ve Kürt kimliğine karşı güçlenmeleri sağlanacaktır.


Görüldüğü üzere o dönemin uygulamaları iki temel biçim üzerinden kurgulanmıştır: Kürdistan’a Türk yerleştirmek ve Kürtlerin Kürdistan’dan Türk illerine tehcirlerini sağlamak. Bununla amaçlanan şey açıkça, Kürtlerin bir millet ve Kürdistan’ın onların vatanı olarak arzı endam etmesinin önüne geçmektir. Nitekim 1925’ten itibaren Şark Islahat Planı’nda öngörülen neredeyse bütün maddeler başarılı bir şekilde uygulamaya sokulmuştur.

 

1952 yılında Diyarbekir Milletvekili Mustafa Remzi Bucak’ın önergesiyle lağvedilen Umumi Müfettişlikler 1927 yılında kurulmuş ve Türk devletinin bu politikasını 1934’te çıkarılan İskân Kanunu ile sürdürmüştür. 



11 Ocak 1930’da İçişleri Şükrü Kaya’nın imzasını taşıyan “İskana Tabi Tutulanların Türkleştirilmesi” başlıklı gizli genelge yayınlanır. 1930 yılında bir rapor hazırlayan Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Kürt reis, bey, ağa ve seyitlerin bir daha dönmemek üzere Anadolu’ya gönderilmelerini ve halkın da öz Türk köyleri içinde dağıtılmalarını talep eder.  1931 yılında bir Dersim Raporu yazan Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Bey, raporunda ilginç bir noktaya değinir ve “20-30 yıldır cezalandırılmamış tek bir aşiret olmamasına rağmen hiçbirinden olumlu sonuç alınamamıştır, çünkü aşiret sistemi güçlüdür ve bu mıntıkalarda yaşamaya devam ettikleri sürece değişen hiçbir şey olmayacaktır” der. 


Bu temel düşünceler üzerine inşa edilen İskân Kanunu, Kürtlerin Türk kasaba ve köyleri içinde dağıtılması olarak gerekçelendirilir. Nitekim kanunun ikinci maddesine göre açıktan bir gönderme olmaksızın Kürtlerin batıya yerleştirilmesi, Türklüğe asimile edilmeleri ve Türk olanların da onların yerlerine iskân edilmeleri emrolunur. Yedinci madde de ise Türkiye sınırları içinde Türk olanların istediği gibi, herhangi bir izne tabi olmadan yerleşebilecekleri, Türk kültürüne bağlı olmayan ve Türkçe konuşmayanların, yani Kürtlerin de devlet tarafından yerleştirildikleri bölgelerden çıkamayacağı belirtilir. 


11. Maddede ise Kürtlerin yerleştirildikleri mıntıkalarda belediye nüfusunun %10’unu geçmesi ve ayrı bir mahalle kurmalarının yasak olduğu belirtilir. Bu kanun ile ayrıca Aşiretler ve aşiret reisliği kaldırılmış, bu iddiada olanların sürüleceği belirtilmiştir.


Nitekim bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte özellikle Ağrı mıntıkasından Kürtler batıya sürülmüş ve yerlerine de göçmenler getirilerek yerleştirilmiştir. Devletin attığı adımlar bununla da kalmamış ve başbakan İsmet İnönü, bir “Şark Seyahati” ile yeni tedbirler geliştirmiştir. Her Kürt ili için detaylı tetkiklerin yapıldığı bu seyahatte İnönü, şimdiye dek yapılmış uygulamaları yerinde incelemiş ve eksiklikleri tespit etmiştir


“Bitlis’i bir Türk yuvası ve kalesi halinde tutmalıyız”, “Muş Ovası, Kürtler ile dolmuş, iskân ihtiyacı vardır”, “Van, Türk hakimiyeti için çok önemlidir”, “Karaköse [Ağrı], Türklüğe hevesli bir Kürt şehridir”, “Erzincan ile ilgili tedbir alınmazsa müstakbel Kürdistan’ın başkenti olacaktır” gibi cümlelerin çok fazla dikkat çektiği seyahatin raporunda Kürtlerin ve Kürtçe’nin etkisinin kırılması için birçok çözümleme ve öneri mevcuttur. Bunların tümü gerçekten çok önemlidir ama buraya sığmayacak kadar fazladır.



Türk Devleti’nin Kürdistan’daki demografiyle oynama meselesi ve Kürdistan’a dair hesabı yeni değildir ve bu konuda 95 yıldır neredeyse bir karınca gibi çalışmıştır. Dönemlerine ait şimdiye dek açıklanmış raporların sayısı 300’den fazladır ve bütün bunların hazırlanarak uygulanmasındaki temel amaç Bağımsız Kürdistan’ın imkansız hale gelmesi, Kürtlerin bir millet olmaktan çıkarak Türkleşmesi üzerine kuruludur.  



Hâsılı, birkaç gün önce Bitlis’in 1990’larda boşaltılan köylerine Ahıska’dan getirilen Türkler yerleştirildi. Suriye İç Savaşı’nın başlamasından bu yana Türkiye’ye büyük bir çoğunluğu Arap olan 3 milyondan fazla Suriyeli geldi ve yine büyük bir çoğunluğu Kürt illerine yerleştirildi. Örneğin uluslararası kuruluşlarca kayıt altına alınan 2.733.000 Suriyeli’nin %51’i sadece son Kürt isyanının merkezi olan Urfa’da ikamet etmekte. 


Son günlerde basında yer alan iddialardan ve Türk hükümeti yetkililerinin demeçlerinden anlaşıldığı üzere bunlara vatandaşlık verileceği ve özellikle de Nusaybin, Cizre, Sur, Silvan, Yüksekova, Silopi, Şırnak, Varto, Kızıltepe gibi son çatışmaların yaşandığı ve hendekler meselesiyle birlikte yerle bir edilen ilçelere yerleştirileceği, TOKİ tarafından bu yeni vatandaşlara konut verileceği anlaşılmaktadır. 



Türk kimliği yapay bir kimlik olmasının yanında dışarıdan besleme özelliğine de sahiptir. Türk devleti ihtiyaç duyduğunda Türk kimliğini güçlendirmek için dışarıdan destek alır ve taze kan olarak bunları Türklük piyasasına sürer. Ucuz işçilerden alt sınıf memurlara ve hatta ölmek için orduya katılacak askerlere kadar ihtiyacının tedarikini bunlardan karşılar. 



Bilinmeli ki Kürtlerin her başkaldırısı ve yenilgisi sonrası bu durum tekrar eder. Türk devleti Kürdistan’ın belli muhitlerini önce insansızlaştırır, ardından da bu yeni Türkleri Kürdistan’a yerleştirerek kendi geleceğini garanti altına alır. Bugün Dersim köylerinin çoğunluğu Türklerden oluşmaktadır. Kürt isyanlarının merkezi olan Serhad bölgesinde durum farklı değildir. Ergani’den Çüngüş’e Türk köyleri arzı endam eder. Yazıktır ki Elazığ artık sadece tarihsel olarak bir Kürt şehridir. Malatya deseniz içi cız eder insanın. Kürdistan için başkaldırdıkları için sürgün edilmiş olan Kürtlerin çocukları artık Türk kimliğinin önemli taşıyıcıları. Örneğin Boyabat ve Polatlı Kürtleri, Türkçü hareketlerin bel kemiğini oluşturuyor. Bütün bunlar bir planın parçasıdırlar ve sürekli bu planlar yenilenerek uygulanıyor. 



Peki Kürtler ne yapıyor?



Ne yapsınlar? Türkiye’deki halkların, Artvin’deki ağaçların, Giresun’daki HES barajlarının, İstiklal Caddesi’ndeki LGBT’lerin, Beştepe’deki sarayın su faturasının, sarayda oturanın da diplomasının sahte olup olmadığının derdindeler. Yaşasın halkların kardeşliği diye diye kendi yarasını kemirmiş bir toplumun da Kürdistan’a yerleştirilecek Arap kökenli Yeni Türkler’i kovacak hali yok ya. Nasıl olsa Kürt şehirleri bütün halklarındır. Nasıl olsa Kürtler hariç herkesin bir Kürdistan politikası vardır. Nasıl olsa Türk gibi yaşamak için Kürdistan’a geliyorlar.

 


3 Aralık 1934 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nden bir haber: Köstence’den muhacir akını: Türk gibi yaşamak için Türkiye’ye gidiyoruz. Romanya’dan yola çıkan 3000 halis Türk; anavatana hicretleri sebebini böyle anlatıyor.




14 Aralık 1934 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki haber 3 Aralık 1934’teki haberde geçen Romanyalı Türklerin nereye yerleştirileceğini haber veriyor: Yurda gelen yeni vatandaşlar; Elaziz’e 2453 göçmen yerleştiriliyor.

 


23 Ağustos 1934 tarihli Akşam Gazetesi’nin İskan Umum Müdürü Ali Galip Bey’in Kürt illerinde yapacağı ve Türklerin yerleştirileceği mıntıkaların tespitini yapacağı seyahati haber veriyor.

 


3 Ocak 1932 tarihli Mustafa Kemal ve hükümet heyeti imzalı, Yozgat ve Çorum sınırında yaşayan Kürtlerin tevkif edilerek başka mıntıkalara iskan edilmesine dair bir kararname.




1932 yılında Kırklareli’ne sürgün edilmiş olan Millî Aşireti’nin reisleri bu sefer de 1937 tarihli bir kararname ile Edirne’ye sürgün ediliyor. 


(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)