Suriye'nin Irak'tan alması gereken dersler

Esad ailesinin 50 yıldan fazla süren baskıcı iktidarının sona ermesinden birkaç gün sonra, Suriye'nin başkenti Şam'ı ziyaret ettim. Irak'ta, Amerika tarafından Saddam rejiminin yıkılışına tanık oldum ve bir gazeteci olarak, sonrasında meydana gelen kanlı felaketleri gördüm ve haberleştirdim. Şimdi geçmişe baktığımızda, Iraklıların pişman olduğu çok şey var. 2003 yılına dönebilseydik, Iraklıların şimdiki tecrübeleriyle, eminim iki şeyi daha iyi yaparlardı. Suriye bugün aynı durumdadır ve zengin, çok uluslu komşusundan ders alması iyi olur.

Bu dersleri anlatmadan önce, Irak ve Suriye'nin çok ortak noktası olduğunu ve karşılaştırmalı siyaset bilimi öğrencileri için iyi iki örnek olduğunu bilmek önemli. Yaklaşık 600 kilometre uzunluğunda ortak sınırları var, her iki ülke de farklı milletlere ve dinlere sahip: Şii (Alevi), Sünni, Kürt, Hristiyan ve daha küçük birçok topluluk. Her iki ülkede de Kürtler ikinci en büyük millet. Her iki ülke de eski bir tarihe sahip ve binlerce yıldır medeniyetler bu topraklarda devam ediyor.

Modern tarihte de, Baas Partisi her iki ülkeyi yönetmiştir. Baas, Suriyeli bir Hristiyan olan Michel Aflak'ın geçen yüzyılın kırklı yıllarında emperyalizme karşı koymak için ortaya attığı Arap düşüncesiydi. Her iki ülkede de, bölgenin çok renkli toplumlarını sadece Arap toplumu olarak gören bu düşünce, halka zorla dayatıldı. Saddam Hüseyin döneminde, radyo ve televizyonda, duvarlarda ve hatta dağlarda bile her gün şu sloganı duyuyor ve görüyorduk: "Ebedi bir mesaj taşıyan tek millet Arap milleti”. (أمة العربية واحدة، ذات الرسالة الخالدة)

Birinci ders: Baas'ı kökünden temizleme

Baas Partisi ideolojisinin halkı baskı altına almak için kullanılan kapsayıcı olmayan ve pratik olmayan doğasına rağmen, Suriyeliler Iraklıların 2003 savaşından sonra yaptıkları hatayı tekrarlamamalıdır. "De-Baathification" (Baas'tan arındırma), Paul Bremer'in Iraklılara yönetimi devretmeden önce tasarladığı politikanın İngilizce adıydı. 10 yıldan fazla bir süre önce Pennsylvania'daki evinde onunla görüştüğümde, Bremer, Baas politikalarının başlıca kurbanları olan Şii ve Kürtlerin bu politika üzerinde çok ısrar ettiklerini açıkladı. Örneğin, Kürtlerin ülke Baas'tan temizlenmezse bağımsızlık tehdidinde bulunduklarını, Şiilerin de aynı sert tutumu sergilediklerini söyledi. Bu anlaşılabilir bir durumdu, çünkü Şiiler nüfusun yüzde 60'ını, Kürtler ise yüzde 17'sini oluşturuyordu ve Baas Partisi’nin yapmış olduğu katliamlara tanık olmuşlardı. Saddam, Kürt kimliğini tanımayan sadece Arap bir devlet oluşturmak için Kürtlere karşı kimyasal silah kullandı.

"De-Baathification" terimini Kürtçeye birebir çevirsek "Baas'tan arındırma" olur. Ancak Irak'ta, Arapçada "اجتثاث" (kökünü kazıma) ve Kürtçede "kökünü temizleme" olarak çevrildi. Gerçekte, Iraklıların uyguladığı şey, daha yumuşak olan İngilizce anlamı değil, tam olarak Kürtçe ve Arapça çevirileriydi. Ordu, polis ve bakanlıklar dahil tüm devlet kurumlarını dağıttılar ve Saddam Hüseyin döneminde görevi olan herkesi görevden aldılar. Milyonlarca kişi işsiz kaldı. Üniversite mezunları, kendilerine makul bir alternatif sunulmadığı bir dönemde sadece Baas destek formunu imzaladıkları için evlerine gönderildiler. Sonuç: Bu umutsuz memurların çoğu, haklarını geri almak için radikal Sünni gruplara katıldı. Artık herkes sonrasında ne olduğunu ve Irak'ın nasıl şiddet ve istikrarsızlık durumuna düştüğünü biliyor.

Suriye'de, geçici yönetimin lideri Ahmed Şera (daha çok Ebu Muhammed Colani olarak biliniyor), özellikle Esad ailesinin mezhebi olan Alevilere karşı intikam politikası izlemeyeceğini söylediğinde, bu umut verici bir gelişme olarak yorumlandı. Şimdi çoğu devlet memurunun görevine kaldığı yerden devam ettiği görülüyor, ancak son günlerde, Alevilerin çoğunlukta olduğu kıyı şehirleri Lazkiye ve Tartus'ta Alevilere karşı saldırı, işkence ve öldürmeleri gösteren korkunç videolar yayınlandı. Bu durdurulmalıdır.

Her kim olursa olsun, hangi milliyet ve dinden olursa olsun, Esad rejimi için suç işleyenler, şeffaf bir mahkemede yargılanmalı. Sokak mahkemelerine tabi tutulmamalıdırlar. Ayrıca, sosyal medyada videosu yayınlanan ve Heyet Tahrir Şam (HTŞ) üyesi olduğu düşünülen, Kürtleri ve Alevileri "domuz" olarak adlandırıp yok edilmelerini isteyen militan gibi kişiler açıkça kınanmalı ve sorumlu tutulmalıdır.

Yeni Suriye'nin liderleri, yönetimleri altında hiçbir masum insanın korkmasına gerek olmadığına dair net bir mesaj vermeli. Suçlananlar bile adil bir yargılamayla kaderlerinin belirleneceğini bilmelidir. Bu, herkesin kendini bir parçası hissedeceği birleşik bir Suriye'nin inşası için tek yoldur. Aksi takdirde Suriye'nin kaderi açıktır: Saddam sonrası Irak'ın kanlı yolundan gidecektir.

Suriye gibi çok renkli bir ülkede, Türkiye ve İran gibi dış devletlerin durumu kendi dar çıkarları için kullanmaları ve farklı kesimlere mali ve askeri destek sağlamaları ihtimali vardır. Aslında, şu anda bunu yapmaya çalışıyorlar. Suriyeliler akıllı olmalı ve bu tuzağa düşmemelidir. Bunun önüne geçmenin tek yolu, herkesin katılımının olduğu adil bir toplum oluşturmaktır. Her ne kadar Baas Partisi ideolojisi tek taraflı bir fikir olarak reddedilmeli olsa da, Baas yanlıları affedilmeli ve yeni Suriye'nin inşasına katılmalarına izin verilmelidir. Bugün bastırılan fikirler, yarın şiddet eylemleriyle kendilerini gösterecektir.

İkinci ders: Adem-i Merkeziyet. Adem-i Merkeziyet. Adem-i Merkeziyet

Suriye gibi çeşitlilik gösteren bir toplum için bunun önemini yeterince vurgulayamam. Baassizm ve Kemalizm gibi tek tipçi ideolojilerin başarısız olduğuna dair çok sayıda kanıt var. İnsanların dilsel, kültürel ve dini kimliklerini bastıramazsınız. Bunlar bireyin kişiliğinin ayrılmaz parçalarıdır. Dünyada barış içinde bir arada yaşamayı sağlamanın tek başarılı yönetim modeli adem-i merkeziyettir.

Irak'ta, Saddam Hüseyin onlarca yıl boyunca Kürtleri tüm kararların Bağdat'ta alındığı merkezi bir hükümet altında yaşamaya zorlamaya çalıştı, ne elde etti? Kürdistan, 1991'de kontrolünü kaybettiği ilk bölge oldu. 2003'ten sonra, Nuri Maliki gibi liderler, bölgenin petrol gelirlerinden payını vermeyerek Kürtlerin federal sistem altındaki özerkliğini zayıflatmaya çalıştı, ancak bu da çok başarılı olmadı. Bu politikalar Kürtlere 2017'de bağımsızlık referandumu yapmaktan başka seçenek bırakmadı. Her ne kadar bağımsızlık ilan etmeme kararı alsalar da, tamamen marjinalleşmiş ve umutsuz hissettikleri takdirde bir gün ayrılmayacaklarının hiçbir garantisi yok.

Türkiye geçmişte Kürt meselesini sadece askeri yollarla çözmeye çalıştı. Birleşik bir Türkiye içinde sadece belirli bir düzeyde özyönetim talep eden Türkiye Kürtleri onlarca yıldır baskı altında. On binlerce insan öldürüldü, devletin milyarlarca doları boşa gitti ve hiçbir akıllı insan Kürt sorununun askeri yollarla çözülebileceğine inanmıyor. Şimdi, Türkiye'nin liderleri, hatta aşırı milliyetçiler bile, terörizm suçlamasıyla onlarca yıldır tek kişilik hücrede tutulan PKK (Kürdistan İşçi Partisi) lideri Abdullah Öcalan ile barış görüşmeleri yapmaya çalışıyorlar. Sonunda, Türkler görünüşe göre Kürt meselesinin gerçek çözümünün 15 milyon Kürt'e birinci sınıf vatandaş olarak davranmak, anadillerinde konuşma ve eğitim görmelerine izin vermek ve siyasi partilerinin kapatılmadan siyasi temsil sahibi olmalarına izin vermek olduğunu anlayacak kıvama geldi. (Umarım bu sefer barış ve diyalog için niyetleri gerçektir.)

Bu senaryoyu Amerika Birleşik Devletleri için düşünün: Federal sistemin kaldırılması durumunda ne olur? Şüphesiz, ülkenin daha önce hiç görmediği bir iç savaşa yol açar. Ayrıca daha pratik olarak, yerel yönetimlere yetki vermek devleti çöküşten korur, çünkü insanlar merkezi hükümetin yetkisi dışındaki sorunlar için şikayetlerini yerel temsilcilerine yöneltirler. Suriye için bölgesel, il ve hatta belediye düzeyinde gerçek bir adem-i merkeziyet sistemi uygulanmalı. Yetki ne kadar çok dağıtılırsa, çok çeşitli toplumları yönetmek o kadar kolaylaşır. Bu insan doğasıdır: İnsanlar, ister etnik, siyasi veya dini açıdan olsun, kendilerine daha yakın olanlara daha çok güvenirler. Bölgemizde, etnik ve dini kimlik hala bölünme ve birleşmenin en güçlü itici güçlerindendir.

Modern Suriye, 1946'da bağımsızlığını kazandıktan sonra, çoğunlukla merkezi politikaları dayatan ve ülkenin çeşitliliğini göz ardı eden diktatörlerin yönetimi altındaydı. Bu da tıpkı "Iraklılığın" Irak'ta herkes için geçerli olmadığı gibi, Suriyeli olmayı birleştirici bir kimlik olarak zayıflattı.

İtalya 1861'de bağımsız bir ulus-devlet olduktan sonra, milliyetçi politikacı ve romancı Massimo d'Azeglio ünlü sözünde şöyle der:

"İtalya'yı yarattık. Şimdi İtalyanları yaratmamız gerekiyor."

50 yıl sonra, Suriye sonunda özgür oldu, ancak yeni yönetimin önündeki en büyük zorluk, Suriyelileri yaratmaktır.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)