Bir Afro-İran Ritüeli: “Zār”
İran, yalnızca mescid kubbeleri ve halı desenleri ile değil; farklı azınlıkların bir arada yaşadığı bir ülke olarak toplumuyla da rengarenk bir ülke. Türkler, Kürtler, Lurlar, Zerdüşt, Bahai, Ermeni, Yahudi, Beluc halkalarının hepsinin kendilerine ait gelenek görenekleri, şenlik ve merasimleri vardır ve sevinçlerini de üzüntülerini de bu pratikler aracılığıyla yaşarlar.
Bu topumda bazen bir Zerdüşt mahallesinde “Sedeh” bayramına denk gelir Zerdüşt’e övgüler dinlersiniz. Bazen bir Kürt köyünde evlerin damlarında ellerinde deflerle Muhammed asm’a övgüleri işitir, bazen Tahran ara sokaklarındaki Ezra Yakub Sinagogunda Tevrat’tan bir bölümü işitir yahut İsfahan’daki Ermeni mahallesinde yürürken adımlarınıza Vank Kilisesi’nin çanlarının eşlik ettiğine şahit olursunuz.
Bunlar İran kültürüne az çok aşina olanların bildiği manzaralardır zira Hewreman bize yakın olandır, gönül bağımız bulunandır. Ermeniler, Yahudiler, bir dönem komşumuz olanlardır fakat İran Afrikalıları bu aşinalıktan uzaktır. ‘’Afro-İran’’ tanımı çoklarımızın yeni duyduğu bir kavramdır. Dolayısıyla bugün pek tanınmayan bir topluluğu, Afro-İranlıları ve ‘’Zar’’ ritüellerini konuşalım istiyorum. Kimdir bu Afro-İranlılar, Acem topraklarına nasıl gelmişlerdir ve gelenekleri nelerdir?
Afro-İranlılar’ın İran’ın güneyine nasıl geldikleri ve burada nasıl kalıcı oldukları meselesine odaklandığımızda iki faktörün bu göçte etkili olduğunu görüyoruz; “ticaret ve kölelik”
Tarihe bakıldığında yaklaşık 3000 yıl önce Pers imparatorluğunun Tanzanya ve Etiyopya gibi ülkelerle ticari ilişkileri olduğu, İslam’dan sonra bu ilişkilerin daha da geliştiği ve böylece bazı Afrikalı grupların İran’a, bazı İranlı grupların da Afrika’ya göç ettiği bilinmektedir. Zanzibar’daki “Şiraziler”in İran’ın Şiraz bölgesinden Afrika’ya yerleşmesi bu göçe iyi bir örnektir.
Yine Safeviler döneminde İran’ın güneyi bir süreliğine Portekizlilerin eline geçmiş ve Portekizliler yanlarında çok sayıda köle de getirmişlerdi. Portekiz egemenliğinin ardından bu Afrikalı köleler bölgede kalmaya devam ettiler. Kendilerine aidiyetleri sorulduğunda “İranlı” diyen ve Afrikalı tanımlamasını pek hoş karşılamayan bu halk, bu coğrafyada dilleri, kültürleri, merasimleri ile ülkedeki o rengin bir parçası oldular. Bu merasim ya da ritüellerden en ilgi çekici olanı bizde de farklı versiyonlarını bulmanın mümkün olduğu “Zār” ritüelidir.
Zâr merasimi, İran’ın güney bölgesinde, özellikle de Hürmüzgan eyaletinde köklü bir gelenek ve derin inançlarla gerçekleştirilen bir ritüeldir. Bu merasim, insanların bedenlerinden çıkan hastalık getiren varlıklar / “zârlar” ile mücadele etmek amacıyla düzenlenir. Bu zârların cinler, periler, şeytanlar ve kötü ruhlar olduğuna inanılır ve bunlar insanların hayatına musallat olarak onları hasta edebilme gücüne sahiptirler. Hürmüzgan bölgesindeki insanlar, bu zârlara yakalanan bireyleri tedavi etmek için “zâr” adını verdikleri bir tören düzenlerler. Genellikle tıbbi tedavilerle iyileştirilemeyen bu hastalığa, kişinin üzerine musallat olmuş bir tür rüzgar veya cinin neden olduğuna inanılır.
Bu hastalığa yakalanan ve tedavi edilen kişiler “ehl-e heva” olarak adlandırılır. Tedavilerini üstlenen kişilere ise “Babazar” veya “Mamazar” denir. Birisi bu hastalığa kapıldığında, Babazar veya Mamazar’ın yanına gider ve böylece özel törenler ile kötü ruh hastanın bedeninden çıkartılır.
Hastalığa yakalanmak için belirli bir yaş sınırı bulunmamaktadır; on yaşından itibaren kişiye bulaşabilir ve onu hasta edebilir. Hastalığın ardından tedavi süreci farklı aşamalarla, bir ritüel şeklinde uygulanır.
Ritüelin adımları ise şunlardır;
Ritüelden bir gün önce, ‘’Ehl-e Heva’’dan bir kişi olan "Hızıranlı" kapıları çalarak insanları törene davet eder. Ana ritüel, özel davulların kullanıldığı bir mekânda gerçekleşir.
Babazar ve Mamazar’ın yer aldığı bu törende geniş bir sofra hazırlanır ve üzerine farklı yiyecekler, kokulu bitkiler, hurmalar ve kurban eti yerleştirilir.
Bu kurban ritüel sırasında kesilir, kanı da sofradaki bir kap içine alınır. Ritüel sırasında Allah’ın ve Peygamber’in adı anılmaz, bu isimlerin geçmesi yasaktır. Ayine katılan kişi, ayakkabılarını dışarıda bırakır ve selam vermeden, Ehl-e Heva topluluğuna katılır. Babazar veya Mamazar özel davullar ve şarkılar eşliğinde, kötü ruhu hastanın bedeninden çıkartmaya başlar. Özel yöntemler arasında hastanın ayak parmaklarını keçe ile bağlamak, balık yağı kullanmak ve yanmış saç teli kullanmak bulunmaktadır.
Babazar ya da Mamazar kesilen kurbanın kanını hastaya içirerek bedenindeki kötü ruh ile iletişime geçer. Bedenine büründüğü kişi ile uzlaşması, ona zarar vermemesi ve ruhundan arınıp gitmesi için bir çeşit ikna konuşması yapar. Elbette bu bir günde olacak bir iş olmadığından Babazar ya da Mamazar kişiyi bir süre kontrol altında tutar, bitkisel ilaçlar verir ve bilinci yerine gelene kadar gözetimde tutulur.
Zar ritüeli, özel ritimlere sahip şarkılar ve şiirlerle birlikte yapılır. Bu müzik ve şiir öğeleri, hastanın içindeki varlığı kendine çekmeye yönelik bir etki yapar. Bir nevi kötü ruhu ritimle, şarkıyla sarhoş etmeyi ve bu şekilde insanın bedeninden çıkmasını, ruhunu özgür bırakmasını amaçlar. Hürmüzgan civarındaki bu ritüeli Dubai, Umman ya da Somali’deki ritüelden ayıran da işte bu müzik ritmidir. Bu çeşitli çalgılar aracılığıyla tutturulan müzik son derece saygın görüldüğünden hastalık dışı dinlenmez, yalnızca o törene hastır. Hastanın şifa bulmasında en önemli etken işte bu ritimli müziktir. Bu mahalli müzik, şifa görülür.
Zar ritüeline katılan farklı eğitim seviyelerindeki insanlarla yapılan ropörtajlarda ülkenin birçok yerinde iyi doktorlara gittiklerini fakat bu hastalığa bir çare bulamadıklarını, nihayet Zar ritüeli ile durumdan arınabildiklerini aktarıyorlar.
Dolayısıyla Zar, modern tıbbın çözüm sunamadığı anda alternatif bir çözüm olarak Afro-İran azınlıkları arasında popülerliğini koruyor ve korumaya da devam edecek gibi.
Cansel Tan - Gazeteci/ İran Araştırmacısı
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)