Sarıklı Kemalizm

Erdoğan önüne gelen her şeyi süpürüyor, yutuyor. Balon olmuş, neredeyse infilak edecek. Nereye koşuyor? Toslamayacak mı? Hele bir kazalım.

  

Türk ulusallaşması, doğal bir süreci izleyerek değil, silahlı gücün yerli haklara yaptığı katliam ve soykırımların, dil, kültür, tarih ve ekonomik talanların ve ülkelerine el koymasının ürünüdür. Ordunun kendini devlet ve toplumun sahibi görmesi, zaman zaman da toplumu "nankörlükle" suçlaması boşuna değildir.

 

Devlette ve çoğu zaman toplumda da, "suçluluk psikolojisi" var. Hırsızlık yaparken, öldürürken yakalanmış gibi gerginler, korku içindeler ve hemen saldırgan bir tutum alıyorlar. İşte bugünkü ırkçı-milliyetçi çılgınlığın kaynağı.

 

İktidar-muhalefet kültürü

 

Türk burjuva egemenleri içinde iki ana akım vardır. Birincisi İttihat Terakki'den CHP'ye kadar, diğeri Hurriyet ve İtilaf Fırkası'ndan AKP'ye kadar uzanmaktadır.

 

Birincisi kendini devletin sahibi görüyordu. Sertti. Kendine "modernist", "laik", "devrimci" gibi vasıflar vermişti. İkincisi ise "kurban", "dini muhafazakar" ve "liberal" rolünü oynuyordu. Birinci grup "sahte ilericilik"le, ikincisi de "dini duyguları suistimal ederek", Kürtleri her defasında kandırmayı beceriyordu.

 

İki akım birbirine ölüm derecesinde düşmandı. Birbirini tutukluyor, öldürüyor, idam ediyorlardı. Ama bir ortaklıkları vardı. Kürtlere karşı hep birlik oluyorlardı.

 

1- CHP'nin patronu Mustafa Kemal ve Terakkiperver Cumhuriyet'in patronu Kazım Karabekir, arkadaşlıktan kanlı bıçaklı düşman olmuşlardı. Şeyh Sait ayaklanınca, Kürt kanını akıtmak için birleşiyorlardı.

 

2- Aralarındaki çok derin çelişkilere rağmen, AKP, ordu, MHP ve büyük ölçüde CHP'yi bugün biraraya getiren, işte o Kürt düşmanlığıdır.

 

"Umut koalisyonu"nun sonu

 

Erdoğan iktidar olduğunda, Kürtler ve liberal Türk aydınlarından, komşu ülkeler ve Avrupa Birliğine kadar pek çok güç, farklı beklentilerle umutlarını ona yatırmışlardı. Başta iyi de gidiyordu; Şemdinli davası, ateşkes, İmralı süreci, Ergenekon davası, Barzani'nin Diyarbakır ziyareti ve diğerleri...

 

Ama bugün? Umudun esamesi yok. İyi günler geride kalmış. Birbiriyle kavgalı olmayan yok gibi.

 

İktidar alanlarının el değiştirmesi

 

Siyasi partiler iktidar oluyorlar. Ama bu sadece görüntü. Gerçek iktidar ordunun elindeydi. Osmanlılar "Teşkilatı Mahsusa"yı, Türkiye Cumhuriyeti de "Özel Harp Dairesi"ni (ÖHD) kurmuştu. İkisi de ordu kurumuydu. İstihbarat (MİT), polîs, siyasi partiler, basın, adalet ve eğitim sistemi, dini kurumlar (müftülük), hatta spor kulüpleri, aklınıza gelebilecek her alana hükmediyordu ÖHD. Bu kadarı abartı değil midir? Değil. ÖHD, yasa gücü, resmi kadrolar, genelgeler, emirlerle yapıyordu bunu.

 

AKP, Şemdinli olaylarını (2005) vesile yaparak adalet alanına el attı. Başarılı oldu. Cesaret aldı. Diğer alanlar tek tek çöktü. Neticede ÖHD iktidar alanlarının pek çoğunu kaybetti.

 

Generaller ayrıcalıklarını yitirmişlerdi. Banka ve büyük şirketlerin sunduğu arpalıklar yoktu artık. Metresleri gitmişti. Çocuklarına verilen bedava burslar da.

 

Büyük darbeyi MHP almıştı. MHP, ÖHD'nin örgütüydü. Devlet kurumlarındaki kadro ve ekonomik ayrıcalıkların kaynağına Erdoğan oturmuş, istediği gibi yön veriyordu. "Ülkü Ocakları" oldu "Osmanlı Ocakları" ve yeni ismiyle "(Avrupa) Türk Yeni Komitesi"... İşte MHP'nin teslim bayrağı çekmesinin resmi.

 

CHP basın, adalet sistemi ve bürokrasideki ittifak güçlerini kaybetti. Sadece ÖHD bağını korudu. Ki o bağ, CHP'yi ırkçı-milliyetçi çizgide tutuyor. CHP'de de MHP'deki gibi Erdoğan'ın operasyonlarına zemin olabilecek fazlasıyla kişi ve gruplar var. Kürtler zaten CHP'den çekilmişti. CHP toplumsal değişmelerin gerisinde kaldı. AKP'nin işçilerin, yoksulların yönünü vakıf ve tarikatlara yönlendirmesinin önüne geçemedi. Geriye sekulerler ve Aleviler kalmıştı, ki onlar da yetmiyor.

 

İşte parlamenter diktatörlür ve Erdoğan'ın "vazgeçilmezliğinin" sırrı!

 

Ama eğer Kürt hareketi olmasaydı

 

Yukarıdaki fenomenleri gözardı etmeden, Gülen Operasyonuna atlayalım (17.12.2013). Olay, Kürtlere karşı geleneksel ırkçı koalisyonun kurulmasına vesile oldu. Generaller ve Erdoğan anlaştılar. Tutuklu ordu mensubu kalmadı. Ordu tüm ayrıcalıklarını fazlasıyla geri aldı. Kaderin cilvesine bakın! Yüzyıllık düşmanlar birleşmişti. Erdoğan, Ergenekon'un denetimine girdi. Kemalistler de kendi elleriyle sarığı Mustafa Kemal'e giydirdiler. Kürt düşmanlığı sen nelere kadirdin!

 

Nereye kadar?

 

Irkçı saldırgan cephe, iç çelişkiler ve kavganın aşıldığı anlamına gelmiyor. O kadar imkanı tekeline alan Erdoğan, tam bir güç sarhoşu. ÖHD'nin örgütlerini taklit ediyor. Ama kendini ele veriyor, eline yüzüne bulaştırıyor. İktidar içten de gittikçe daha fazla su alıyor. Başarıdan bahsedenler var. Ama kana endeksli politika, başarı olarak sunulabilirse. Ya ekonomik "mucizeler"? O da kuşkulu bir iddia.

 

Kürdistan'daki ölüm ve yıkım savaşının vardığı boyut korkutucu. Aldatılan Türk aydın ve liberallerinin alınganlık ve tepkisinin anlamı büyüktür. AKP'ye devletin kapılarını açan Gülen Cemaati'nin düşmanlığa itilmiş. Özgür basın tarih olmuştur. Basın iktidarın tetikçiliğini yapmaktadır. Türkiye toplumsal grupları alabildiğince birbirinden uzaklaşmışlardır.

 

Komşu halk ve devletlerden barışık olanı kalmamıştır (Kürtlere karşı İran'la uyum dışında). ABD, NATO ve AB, jeo-politik ve ekonomik çıkarlardan dolayı, iktidarın rengini gözönüne almadan Türk devletine destek sunuyorlar ve öyle görünüyor ki sunacaklar da. Ama nefret ettikleri Erdoğan ve iktidarını ilelebet neden sineye çeksinler ki?

 

Nereden bakılırsa bakılsın, Erdoğan'ın geleceği parlak gözükmüyor. Tarihi ve toplumsal yasalar öyle diyor. Ama gördük ki bazen o yasalar bile yanıltılabiliyor, özellikle bölgemizde! Erdoğan'ın geleceğini belirleyecek sıralanan faktörlerin seyrini şimdiden söylemek tabii ki zor.

 

Ama şunu kesin olarak söyleyebiliriz: Erdoğan'ın Kürtler için söyleyeceği birşeyi kalmamıştır. Ne yapsa da artık ortamı eski haline getiremez.