Yeniden İslamcılık
Din, daima insanların yaşamında var olmuştur. Günümüzde dünyanın her tarafında yüzlerce din varlığını sürdürmektedir. Budizm, Şintoizm, Yahudilik, Hıristiyanlık, Hinduizm ve İslam bunların en bilinenleridir.
Dünya nüfusunun yüzde 30’dan fazlası Hıristiyan (2,5 milyar), yüzde 25’i Müslüman (2 milyar), yüzde 15’i Hindu (1,16 milyar), yaklaşık yüzde 7’si Budist (500 milyon), geriye kalanı ise diğer dinlerden ve herhangi bir dini benimsemeyenlerden oluşmaktadır.
Müslümanlar arasında adı sanı pek bilinmeyen dinlerin takipçilerinin sayısı da azımsanmayacak miktardadır. Geleneksel Çin dinlerinin yaklaşık 400 milyon, Sihizm’in 26 milyon, Taoculuk’un 20 milyon, Mormonluk’un 13 milyon, Bahailik’in 5 milyon, Şinto dininin 4 milyon, Zerdüşlük’ün 2,6 milyon takipçisi bulunmaktadır.
Tüm dinlerde doğaüstü güçlere inanılmakta, ibadet ve ayinler yapılmakta, dinin ana konularını ahlak ve psikolojik destek oluşturmaktadır.
Ancak insan bu özelliklerle yetinmemiş, ateşten, sudan, demirden ve bulabildiği her madenden silah ürettiği gibi, güçlü etkisi nedeniyle dinden de silah üretmiştir.
Tarih boyunca insanlar tanrılar uğruna değil, tanrılar insanlar uğruna savaşmıştır. İslam tarihi için de benzer bir pratik söz konusudur. Peygamber döneminde Müslümanların uğradığı saldırılar sonucu “Müslüman-Müşrik” savaşlarında ölen Müslüman sayısı 300-500 kişiyi geçmezken, çok değil, peygamberin vefatından sonraki 30 yıl içerisinde, kendi aralarındaki savaşlarda Müslümanlar birbirinden yaklaşık 100 bin kişi öldürmüşlerdir.
Böylelikle diğer dinlerde olduğu gibi Müslümanlıkta da bir “Güç ve iktidar Müslümanlığı” teorik ve pratik olarak ortaya çıkmıştır. Bu konuda halifeler döneminden itibaren hadis ve tarih anlatımı üzerinden yüklü bir müktesebat oluşmuş, kitleler din diye bu anlatılara inanmıştır.
Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi devletlerin istikrar dönemlerinde “siyasal İslam” sessizliğe gömülüp sönükleşerek yerini doğal Müslümanlığa bırakmış, devletler zora düştüğünde ise bir yangın gibi ortaya çıkmıştır.
Tüm dinlerden fanatikler çıkmakla beraber, özellikle son elli yılda İslam, fanatik ve fundamentalist hareketlerin odağına dönmüştür.
ABD’nin Sovyetlere karşı Müslüman ülkelerde yeşil kuşak oluşturma projesinin bunda büyük etkiye sahip olduğu yadsınamaz. Ancak asıl sorun, Müslüman dünyanın geçmişin enkazını kutsal diye halen taşımasından ileri gelmektedir.
Komplo teorisyenliği, devletlerin olmayan bir şeyi oldurduğu izlenimi verir. Oysa devletler, zaten var olan olguları maden kaynakları gibi değerlendirir ve işler. Müslümanlık madeninden literatürde İslamcılık adı verilen siyasi-saldırgan bir akımın çıkması, birçok güç odağının işine gelmektedir. Cihadist hareketler ise İslamcılık mızrağının ucudur. Ancak bunlar tarihsel arka plana sahip olgulardır.
Birkaç yüz yıl suskunluğa gömülen İslamcılık, Osmanlı devletinin çöküş alarmı vermesiyle 19. yüzyılın sonunda tekrar gün yüzüne çıkmıştır. Halen birçok yönüyle karanlıkta kalan Cemalettin Afgani, 1870 yılında Osmanlı sarayına çağrılmış, Sultan Abdülaziz döneminde 1872’den itibaren İttihad-ı İslam adıyla Panislamizm konuşulmaya başlamıştır. İslam Birliği ve şeriat sloganlarıyla İslamcılık Abdulhamit döneminde palazlanmış, Kuleli vakası, İkinci Meşrutiyet gibi eşiklerde hortlamıştır.
İslamcılığın Müslümanları siyasi amaçlarla örgütlemesinin ilk örneği İttihad-ı Muhammedi cemiyeti olmuştur. Bu örgüt, 5 Şubat 1909’da Derviş Vahdeti tarafından Volkan gazetesinde “Bu devir İttihad-ı İslam devridir” denilerek, “farmason düşmanlığı”yla duyurulmuştur. Kriminal bir kişilik olan Derviş Vahdeti Diyarbekir sürgününde Ziya Gökalp ile arkadaşlık kurmuş, ilk İslamcı yayın olan Volkan gazetesini çıkarmıştır.
İzi sürüldüğünde teşkilatın, ilanından on sene önce gizli bir şekilde kurulduğu anlaşılmaktadır. Sonraları Derviş Vahdeti bu teşkilatı kurmasını teşvik edenlerden biri olan İsmail Hakkı Bey’in Yıldız Sarayı hafiyesi (ajanı) olduğunu öğrendiğini itiraf edecektir.
Osmanlı sarayında istihbaratın döl yatağında şekillenen İslamcı hareketin ilk teşkilatı 5 Nisan 1909’da Ayasofya camiinde bir mevlitle kuruluşunu ilan eder. Said Nursi de (O dönemde Said-i Kürdi diye bilinir) bu toplantıya katılır. Ancak İslam’ın bir kez daha siyasi bir silaha dönüştürülmesinden duyduğu endişe nedeniyle bu mevlide katıldığı, yaptığı konuşmadan anlaşılıyor.
Ona göre Müslümanların genelini kapsayan ifadeler (İttihad-ı Muhammedi gibi) bir örgüte verilemez. Din üzerinden ayrıştırma ve ötekileştirme yapılamaz. Bu tür girişimler sadece ibadet ve ahlak amaçlı olabilir. Din, siyasete alet edilemez.
Tabii ki samimi genç bir âlim olan Nursi’nin bu çabası sonuç vermeyecektir. Onun ifadesiyle “Zemin bataklık ve dâm ve plan serilmişti.”
Bu teşkilat Meşrutiyetin ilanından sonra 31 Mart Vakası olarak bilinen 13 Nisan 1909 tarihli provokasyonda medrese talebelerini örgütleyerek yer almış, sokaklarda “Şeriat isteriz” sloganlarıyla yürüyüşler yaptırmış, gazete ve cemiyet merkezlerine saldırılar yaparak bazı ölümlere yol açmıştır. Nursi’ye göre bunlar sağını solundan ayıramayacak derecede cahil, tûti kuşları gibi “şeriat isteriz” sloganını istibdat için atan, oyuna gelen kişilerdi.
Bu ilk pratik bize fazlasıyla fikir vermekte, İslamcı hareketin arka planını anlamamızı kolaylaştırmaktadır.
Ortalama Müslümanlar bilmese de İslamcılık, Türk devleti çökerken imdada çağrılan bir görev gücüdür. Nitekim sonradan Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih Kurumu’nun başına getirilecek olan devletin sayılı fikir babalarından Yusuf Akçura 1904’te Türkçülük akımının manifestosu olan Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesini yazmış, burada devleti kurtarmaya dönük Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük şeklindeki üç siyaseti incelemiştir.
Böylece “devletin din silahı”nın güncel adı İslamcılık olmuştur. Türk devlet zihniyetinin fikir babalarından olan Ziya Gökalp de 1913’te Üç Cereyan adlı makalesinde İslamcılık’tan bahsetmiş, Babanzade Ahmet Naim 1914’te Sebilürreşad’taki makalesinde milliyetçilik-Türkçülük eleştirisi yaparken İslamcılık kavramını kullanmıştır.
Tüm çabalara rağmen Osmanlı’nın çöküşü önlenememiş, yeni devlet yapılanmasında Osmanlıcılık silahı devre dışı kalırken, Batıcılık ve Türkçülük yeni dönemin işlevsel silahları olmuş, 1970’lerin sonunda yeniden devreye sokulana kadar İslamcılık rafa kaldırılmıştır.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra etkin bir şekilde sahaya sürülen İslamcılık, büyük oranda yeni söylem ve sloganlarla donatılacaktır. Bu dönemde İslamcılık sol-sosyalist hareketlerin birebir uyarlaması ve taklididir. Artık İslamcılığın hedefinde “emperyalizm” vardır. Emperyalistler ve kapitalistler derken batı ülkeleri ve küresel güçler kastedilmektedir.
“Devrim” en kullanışlı kavramdır. “Tek yol devrim”den anlaşılan “Tek yol İslam”dır. “İslam devrimi” gerçekleşecektir. “Tüm dünya işçileri” yerine “Tüm dünya Müslümanları” birleşecek, “Sosyalist enternasyonal” yerine, “İslam ümmeti” kurulacaktır. Ve tabii ki her şey bağımsız Türkiye’nin öncülüğünde gerçekleşecek, ABD, İsrail, İngiltere her zaman düşman bilinecektir.
Oysa Müslümanlığın peygamber dönemi ve sonrasındaki yüzyıllarda sosyalleşme biçimi böyle değildi. Bu yüzden İslam tarihi güncel şablonlarla yeniden yaratılıp yazılacak, peygambere bir örgüt kurdurulacaktı. Çünkü İslamcılık bir devlet projesiydi ve devlet de örgütleme aygıtıdır.
İslamcılık bir çöküş dönemi ideolojisidir. Tutunacak son daldır. En geniş kitleleri en az emek ve sloganla harekete geçirebilecek tek araçtır. Bu nedenle kritik evrelerde imdada çağrılması tesadüf değildir.
Devlet, varlığı için tüm enerji ve sermayeyi seferber edecek, harekete geçmeyenleri dinsizlikle suçlayacak, son çare olarak da insani trajedilerle vicdanları manipüle ederek seferberliğe katacaktır.
Altına çizmekte yarar var: Simitçi simit olmadığı gibi, İslamcı İslam değildir. İslamcı iyi Müslüman da değildir. Ağacın kurdu ağaçtandır. İslamcılık Müslümanlık ağacının kurdudur.
Yüzyıllardır olduğu gibi yine kıyamet savaşı yaşanacak, yine Mehdi çıkacak. Siz siz olun, gerçekliğinizden kopmayın, evinizden uzaklaşmayın. Nietzsche’nin sözünü aklınızdan çıkarmayın: “Gerçeklerin karşısında yalanlar değil, inançlar vardır”.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)