İran İslam Cumhuriyeti'nin yeni Irak'ı!

İran ile Mezopotamya arasındaki ilişki ki daha sonra Irak olarak yoluna devam etmişti, yüzyıllar öncesine dayanmaktadır ve bu ilişkiler yalnızca İran İslam Cumhuriyeti'yle sınırlandırılamaz. Unutmayalım ki Sasaniler ilk başkentlerini Mezopotamya'da ve bugünkü Bağdat'a sadece 30 kilometre uzaklıktaki Tesiphon şehrini kurmuşlardı. Yani 224 yılından itibaren Mezopotamya, Sasanilerin jeopolitik faaliyet alanı olmuştur. Bugün Mesut Pezeşkiyan Irak'a gelip üç gün orada kaldığında, kendisini sadece misafir olarak görmüyor, aynı zamanda kendisini meşru ev sahibi olarak da görüyor.

Kuşkusuz bu denli kısa bir yazıyla bu önemli tarihin tamamını anlatamaya zamanımız yetmeyecek ve bunu ayrı bir kitaba saklayacağım. Ancak burada bizim için önemli olan, Saddam Hüseyin sonrası yeni Irak'ı Sasani 224 yılına geri döndüren ve Mezopotamya'yı geniş bir Sasani mirasçılarıyla yenileyen sürece göz atmaktır.

Bu süreç, Saddam Hüseyin'in Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etmesi ve 1980'ler boyunca İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı kendisini destekleyen tüm müttefiklerini kaybetmesiyle başladı. Bu Suudi Arabistan’dan tutun ABD’nin desteğine kadar.

Bu gelişmeler aynı zamanda Saddam Hüseyin'e karşı olan ve İran İslam Cumhuriyeti tarafından desteklenen tüm Şii ve Kürt partilerine de büyük bir kapı aralamıştı. Aslında Şii ve Kürt partilerine kapının açılması aynı zamanda Saddam sonrası Irak'ta İslam Cumhuriyeti'nin rolünün dolaylı bir kanıtlanmasıydı. Hiçbir Şii veya Kürt partisi İran'ın izni olmadan Avrupa ülkeleri veya ABD ile doğrudan bir bağlantıya geçemiyordu.

İran'ın tarihi Mezopotamya coğrafyasına güçlü bir şekilde dönüş şansı, 2003’le başladı. O dönem dünyanın en büyük gücü olan ABD, Saddam Hüseyin'in liderliğindeki Irak'ı işgal etmişti. Washington'un tarihi dostları Türkiye, Körfez ülkeleri ve Mısır da Saddam Hüseyin sonrası Irak'la ayrılık stratejisi üzerinde bir yol izlemeye karar verdiler. Bu yeni stratejide değil Irak yeni sistemiyle bağlantı kurmamaya bu sürece büyük sorunlar da yaratmaya başladılar.

Ancak daha önce ABD'yi Büyük Şeytan olarak adlandıran İran İslam Cumhuriyeti, George W. Bush'un Washington yönetimi de İran’ı dünyanın en kötü üç devleti arasında gösteriyordu. ABD’nin dostlarının tam tersine soğukkanlı ve pragmatik bir devlet aklıyla, Saddam Hüseyin sonrası Irak'ın yeniden inşasında ABD'ye katılmaya karar verdi. ABD, İran İslam Cumhuriyeti'nin bu dostluk girişimini zoraki olarak da kabul etmek durumunda kaldı. Aralık 2011’de dönemin ABD başkanı son Amerika askerinin Irak’tan çekileceği açıklamasının ardından İran bir kez daha Irak’ta ABD sonrası oluşacak boşluğu doldurmak için kolları sıvadı. 2011'den bu yana uluslararası sistemdeki hiçbir gücün, buna Doğu ülkeleri de dahil, İran'ın yeni Irak'taki hegemonyasını geri çekmesine sorun yaratacak bir ağırlığı kalmadı.

Üstelik IŞİD, Haziran 2014'te Irak ve Suriye’de halifeliğini ilan ettiğinde, uluslararası toplum, IŞİD'e karşı kurulan uluslararası koalisyon aracılığıyla İran İslam Cumhuriyeti'ne doğrudan kilit bir partner olarak muamele etmeye başlamış ve meşru bir konum kazanmasına vesile olmuştu. Öyle ki Temmuz 2015’te Viyana’da Nükleer anlaşmaya dahi imza attılar.

Yaklaşık bin 800 yıllık bu tarihi anlamadan, İran kolektif tahayyülünde Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın Irak ziyaretini çerçeveleyen Irak imajını anlamamız çok zor. Bu tahayyülde Irak’ın imajı dünyadaki hiçbir ülkeye benzemiyor. Irak, bin 800 yıldır İranlılar tarafından kendi jeopolitiğinin bir parçası olarak görülüyor ve ele alınıyor. İran, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrıldıktan sonra Ortadoğu'da ortaya çıkan Katar, Umman ve BAE gibi modern devletlerin çoğunu tanıdı. Ancak Irak devletini hala gereksiz görmektedir; Irak topraklarını tarihi topraklarının ayrılmaz bir parçası olarak görüyor. Irak’a en iyi ihtimalle kendi vilayeti gibi bakabilir.

1501 yılında İmami Şiilik resmi olarak İran'da devlet dini haline gelince, İran’ın Irak’a yönelik hikâyesi dini bir boyut kazanmaya başladı. Necef ve Kerbela olmak üzere Irak’ın diğer kutsal mekânları İran’ın dini kültürünün bir parçası haline geldi.

Böylelikle İran, “diğerlerini Irak'ı İran'dan ayırmanın ne tarihi ne de dini bir anlamı olmadığına ikna etmek” için güçlü ve önemli bir mekanizma daha kazanmaya fırsat verdi. Bu konuda Irak’ta tüm oluşumlar dahil istedikleri gibi düşünmekte serbesttir.

Ancak bu düşünce, İranlı Şiilerin, bu tarihi, jeopolitik ve dini boyutun ötesinde, Saddam Hüseyin sonrası Irak’ın, ekonomik yaptırım uygulanan İran’ın nefes aldığı en büyük alanlardan biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Irak’ın tüm ekonomik yapısı, meşru ya da gayri meşru yollarla olsa da, İran İslam Cumhuriyeti'ne hizmet etmeye yönlendiriliyor.

Yıllık maliyeti yaklaşık 9 milyar dolar olan İran gazının satışından, İran domateslerinin Irak’a inanılmaz fiyatlarla ihraç edilmesine kadar, İran, Irak’ı son damlasına kadar sağıyor.

Böyle objektif bir durumda, İran hegemonyası dışında bağımsız olarak var olabileceklerine inanan tüm Iraklı aktörler yanılmaktadır. İran filtresinden geçmeden Irak’la milyarlarca dolarlık anlaşmalara imza atabileceklerini düşünen tüm Doğu ve Avrupa ülkeleri yanılıyor. Aynı şekilde, eğer Kürdistan Bölgesi de İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkilerini normalleştirmeden güvenliğini, istikrarını ve ekonomik büyümesini sürdürebileceğine inanıyorsa büyük bir yanılgı içeresine düşmüştür.

Elbette, İran İslam Cumhuriyeti ile yapılacak olan herhangi bir anlaşma, 1940'lardan yeni Irak'ın inşasına kadar Güney Kürdistan’daki tüm devrimlerin stratejik derinliği olan Rojhılat’ın silinmesi anlamına gelmemelidir.

Rojhılat’ın stratejik desteğini kaybetmeden İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkileri normalleştirmek, Kürt diplomasisinin mucizelerle sürdürmesi gereken bir denge haline gelmiştir.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)