Siyasetçiler ve düşündürdükleri
Gazeteciler sıklıkla Erdoğan'ı Putin'le, Clinton'ı Blair'le, Reagan'ı Thatcher'la eş tutarlar. Bir eşleme de ben yapmak istiyorum: Türk ve Franklin! Bunlarda kim deyip elinizi başınıza götürdüyseniz, biraz sabredin, bu yeni çift, yani Türk ve Franklin, Erdoğan—Putin karşılaştırmasını gölgede bırakır.
Bu makale Benjamin Franklin hakkındadır—Kürt özgürlük mücadelesine nasıl yardımcı olabilir sorusu çerçevesinde hayatı ele alınmıştır. Ahmet Türk hakkındaki makale de umarım onu yakından takip eden biri tarafından yazılır.
Franklin, Amerikalıları özgürleştirebilmek için İngilizlerin akıllarını başlarına getirdi. Türk, kalan yıllarında, yoldaşları ile, Kürtler ve Türkler arasına sağlıklı bir politik mesafe koyabilirse, aynı unvana sahip olur.
Bir de doktorları karşılaştırmak hastalar için iyi olduğu gibi, siyasi liderleri karşılaştırmak da vatandaşlar için iyidir. Seçmek demokrasinin özüdür. Kıyaslayıp seçtiğimiz zaman vatandaşlık görevimizi yapıyoruz.
Benjamin Franklin bir Amerikan ikonudur. 1706'da doğdu. 1790'da öldü. Dünyadaki 84 yılı genellikle ikiye bölünür. İlk 42 yılında kendi bağımsızlığını ilan etti. İkinci 42 yılında ise ülkesi Amerika’nın bağımsızlığı için uğraştı ve modern dünyanın ilk demokratik devletini kuranlar arasında yer aldı.
Politik olarak bilinçli ve sosyal olarak duyarlı olan Kürtlerin çoğu, muhtemelen Franklin'in son 42 yılını merak eder. Ancak Shakespeare bizi daha geniş bir bakış açısına sahip olmamız konusunda uyarır. Onun deyişi ile "Geçmiş başlangıcın ürünüdür."
Bu, eğer Franklin'in hayatının ikinci bölümünü anlamak istiyorsak, birinci bölümünü de bilmemiz gerekiyor anlamına gelir. Ben, konumuza daha çok aydınlık getireceği için, hayatının tümünü ele alacağım.
Benjamin Franklin, Boston'da doğup büyüdü. Bir genç olarak taşındığı Philadelphia'da iş ve ev sahibi oldu. Her iki şehirde, bugün bile, Franklin’i kendi yerlisi olarak görür. Amerika onu Kurucu Babası olarak kabul eder. Onun resmi 100 doların üstündedir.
Benjamin Franklin doğduğunda Boston'un nüfusu 7.000 idi. Şehirdeki ev sayısı ise 1.000’i geçmiyordu. 1.000 tane de gemi şehrin limanında demirliyordu.
Dindar bir hükûmet bölgeye hâkimdi. Günahkârlar halkın önünde cezalandırılıyordu. Yani yönetim, tepeden tırnağa bir Hristiyan teokrasisiydi. Bu dönemi daha iyi anlamak isteyenler Nathaniel Hawthorne’un Kızıl Damga ’sına ya da Arthur Miller ’in Cadı Kazan’ına göz atabilirler.
Benjamin Franklin bu derinden dindar çevrede büyüdü. Erken yaşta okuma yazmayı öğrendi. Babasının ikinci evliliğinin onuncu çocuğuydu ve ailesi onu, onda bir hibe edilmeli âdeti gereği, Tanrı’ya adadı. Yani ailede dini temsil eden ilk kişi olacaktı.
Ama Yahudilerin bir atasözünde dile geldiği gibi, "İnsanlar plan yapar, Tanrı güler!"
Tanrı'ya adananlar o günlerin Boston’unda Latin Okulu'na giderdi. Franklin de oraya kaydını yaptı. Derslerinde başarı kaydediyordu—dindarlığında o kadar değil. Bir gün, babasına yemeklerden önce yaptığı duaların çok uzun ve sıkıcı olduğunu söyledi ve alternatif olarak bütün kış için sadece bir dua yapalım dedi– zaman kazanmak için!
Babası gülmedi.
Genç Franklin'in önerisini reddetti. Ayrıca oğlunu Tanrı'ya adama fikrinden de vazgeçti. Öğrenci Benjamin Franklin, kardeşinin matbaasında, çırak Benjamin Franklin oldu.
Benjamin Franklin Boston Latin Okulu'ndayken kitap okumayı çok sevmişti. Matbaada ise onları yapmakla görevlendirildi. Kitaplar onun dünyası oldu ve harçlığı ile mini—kütüphanesinin ilk kitaplarını aldı—öldüğünde 3.747 kitabı olacaktı.
Ancak, o yıllarda, babasının kitapları ve biriktirdiği parayla satın aldığı kitaplar öğrenme açlığını gidermeyince, kitapçılarda çalışan arkadaşlarını devreye sokup, onlardan dükkânlar kapanmadan önce, kendisine kitap ödünç vermelerini rica etti.
Franklinlerde bir kitap ödünç alındığında, en son uyuyan ve ilk uyanan o olurdu. Böylece olabildiğince çok kitap okuyabiliyor ve dükkânlar açılmadan önce kitapları gerçek sahiplerine iade ediyordu.
Bu ödünç alınan kitaplar arasında Platon, Plutarch ve Tacitus'un eserleri de mevcuttu. Ayrıca vejetaryenlik hakkında da kendisini bilgilendirdi ve onlardan biri oldu. Ama balık yemenin doğru olduğunu söyleyerek vejetaryenliği kendine göre değiştirdi—çünkü balıklar diğer balıkları yiyorlardı!
Ancak iyi bir okuyucu, iyi bir yazar olabilir. Benjamin Franklin iddialı bir okuyucu ve hevesli bir yazardı. İşten sonra makaleler yazmaya başladı ve bunları kardeşinin gazetesi New-England Courant'a gönderdi. Ne yazık ki hep reddedildiler.
Franklin vazgeçmedi. Yeni makalelerini "Silence Dogood" takma adı ile kardeşinin gazetesine yolladı. Kabul edildiler. Ancak kimliğini ifşa ettiğinde, yeni makaleleri de tekrar çöp kutusunda yerini buldu.
Sözleşmeli bir işçi olduğu için Benjamin Franklin patronunun insafına terkedilmişti. Kardeşi bazen onu dövüyordu ve Franklin bu konuda hiçbir şey yapamıyordu. Kısıtlanmayı sevmiyordu. Bir çare bulmalıydı.
17 yaşında iken bir New York gemisine binerek Boston’a veda etti. New York ona bir sığınak sundu ama iş bulmakta zorlandı. Philadelphia ona ikisini de sağladı. Hayatının geri kalan bölümünü bir Philadelphialı olarak yaşadı.
Franklin, bir ördeğin suya kavuşması gibi "Kardeşçe Sevgi Şehri" olarak bilinen Philadelphia şehrine hemen uyum sağladı. Dört yıl sonra kendi matbaasının sahibi oldu. On üç yıl sonra Deborah Read ile evlenip aile hayatına başladı.
18. yüzyılda Amerika her yirmi yılda bir nüfusunu ikiye katlardı. Ne kadar çok insan varsa, bu Benjamin Franklin'in matbaası için o kadar çok iş vardı. 25 yıl sonra işinden emekli oldu ve farkında olmadan yeni bir mesleğe daldı. Yeni görevi Amerika’yı özgürleştirmekti.
1757'de Pennsylvania Meclisi, onu temsilcisi olarak Londra'ya gönderdi. İngiltere'ye giderken, Scilly Adaları yakınında, gemisi korsanlar tarafından saldırıya uğradı ve siste kayalara çarptı. Kurtuluşundan sonra yazdığı mektup yaşadığı günlere bir ayna tutmaktaydı.
Şöyle yazmıştı: “Bir Katolik olsaydım, belki de bu vesileyle bir aziz için bir şapel inşa etmeye yemin ederdim; ama öyle olmadığıma göre, eğer yemin edeceksem, bir deniz feneri inşa etmem gerekir.”
Benim gibi Orta Doğulu olan bu makalenin okuyucusuna bir soru:
Biz de, yakın geçmişimizde, İslam teokrasisi ile yüz yüze geldik—Benjamin Franklin ve çağdaşlarının Amerika Birleşik Devletleri'nde yaptığı gibi, bizim de yakında inanç çağından düşünce çağına geçmemiz mümkün mü?
Franklin, Londra'da sadece Pennsylvania'nın bir temsilcisi değil, aynı zamanda saygı gören bir bilim adamıydı. Philadelphia'da yıldırımın elektrik oluşunu keşfetmesi, onu Avrupa'da herkesçe tanınan biri haline getirmişti.
İngiltere'deki Kraliyet Cemiyeti ona üyelik verdi. Fransız Akademisi de aynı yolu izledi.
Franklin, İngiltere ve Avrupa'da 13 yıla yakın bir süre geçirdi. İngiliz Parlamentosu'nun kolonilere vergi koyma hakkına sahip olduğu fikrini reddetti. Önce temsil edilme sonra vergilendirilme tezini savundu. Ne yazık ki, argümanlarına kimseyi inandıramadı.
1770'ler yaklaştıkça, İngiltere ve kolonileri arasındaki ilişkiler kötüleşti. Londra, kolonilerde çaya vergi koydu. Amerikalılar çaylarını seviyorlardı ama vergiyi temsil ile eş tuttukları için Boston'da İngiltere çaylarını limana döktüler.
Londra, tahmin edilebileceği gibi öfkelendi. Britanya başkentindeki en yüksek rütbeli Amerikalı yetkili, Benjamin Franklin, İngiltere Kraliyet Danışma Meclisi önüne ifade vermek için çağrıldı.
Duruşma “kokpit” adı verilen bir odada yapıldı. O odada Henry VIII, saltanatı sırasında horoz dövüşlerini izlemişti. O salonda, Başsavcı Alexander Wedderburn şimdi Benjamin Franklin'e öyle bir ders verecekti ki—dileği—Franklin’i bir kopek yavrusuna ve Amerikalıları da bir koyun sürüsüne döndürecekti.
Ama dersi kendisi alacaktı.
Benjamin Franklin onu görmezden geldi—ona sessiz kalarak tepkisini dile getirdi. Şiddet içermeyen bir direniş biçimiydi bu.
Gandhi, aynı taktikle, yıllar sonra, milyonları yanına alıp, Britanya'nın adaletsiz yasalarıyla iş birliği yapmayarak, alt kıtayı özgürleştirdi. Dr. King, Stanley Levison gibi Beyazlar ile iş birliği yaparak, Amerika'da da aynısını yaptı ve ırkçı yasaları tek tek müzelere gönderdi.
Çok az Kürt şiddet içermeyen direniş hakkında bilgi sahibi. Belki Ahmet Türk ve yoldaşları, önümüzdeki yıllarda, Türkleri, Arapları ve Farsları yırtıcı bağnaz ırkçılıklarından ve Kürtleri de solduran esaretlerinden kurtarmak için bu yolu denerler.
"Kokpit’teki" hesaplaşmadan sonra Franklin eve dönme zamanının geldiğini biliyordu. Amerika’ya giden gemide, torununa daha güzel günlerin Amerika’yı beklediğini söyleyecekti. Ona göre, Amerikalılar özgür olmak istiyorlarsa üç şartı yerine getirmeliydi:
“Para kazan, para biriktir ve çocuk sahibi ol.”
Para kapıları açıyordu. Tutumluluk, kişinin tasarruflarının güçlü bir araç haline gelmesini sağlıyordu. Yeni doğan çocuklar ile Amerika elli yıl içinde Britanya’nın nüfusunu yakalayıp geçecekti
Franklin kanlı devrimle değil, barışçıl evrimle Britanya İmparatorluğu'nun aklını başına getirecekti.
Ama Philadelphia'ya indiğinde Amerika tam bir isyan içindeydi. Bir gün sonra, Amerikan Kongresinin Pennsylvania temsilcisi seçildi. İlk müzakerelerde ılımlı siyasetine devam etti. Yani ne Britanya'ya boyun eğecekti ve ne de saldıracaktı.
Ancak kolonilerde zorbalık eden binlerce İngiliz askerinin varlığı, izlediği siyaseti imkânsız hale getirdi.
Benjamin Franklin, Amerikalıların istemediği halde döğüşe itildiğini hissetti. Artık o da diğerleri gibi başkaldıran bir vatanseverdi. New Jersey valisi olan oğlunu da başkaldıranların saflarına davet etti. Ne yazık ki, oğlu İngiltere'ye sadık kaldı.
Kongre, Franklin'i Paris'teki temsilcisi olarak atadığında, hemen Paris’in yoluna düştü. İngiltere Yedi Yıl Savaşında Fransa'yı yenmişti. Şimdi, Fransa'yı Amerikalıların yanına alıp skoru eşitlemek de Franklin'in planı ve duasıydı.
Paris buna razı olacak mıydı?
Yaşlı adamın cazibesi efsaneydi. Arkadaşları arasında Voltaire, Brillon ve Helvetius gibileri vardı. Marquis de Lafayette, Baron von Steuben ve Casimir Pulaski, onu ziyaret edip her şey için hazır olduklarını söylediler. Franklin onları hemen Amerika’ya gönderdi.
1777'de Saratoga'daki Amerikan zaferi, Britanya'nın aldığı ilk yenilgi oldu. Bu, Fransa’nın Amerika’ya diplomatik, askeri ve mali destek yapmasının önünü açtı. Yorktown muharebesi ile Amerika özgürlüğüne kavuştu.
Savaşın sonunda Fransa, kolonilere 25 milyon livre borç vermiş ve kendisi de bir milyardan fazla para harcamıştı.
Fransız yardımı üzerine düşünen Franklin şunları not edecekti:
“Eğer [Amerikalıların] savaşa harcadıkları paranın dörtte birini bana verselerdi, bir damla kan akıtmadan bağımsızlığımızı elde edebilirdik. Bütün Parlamentoyu, bütün Britanya hükümetini satın alırdım.”
Franklin'in yorumu, Makedon Kralı II. Philip'in şu gözlemini hatırlatıyor: "Altın yüklü bir katır her şehre girebilir!"
Kürtler, Franklin'in yanı sıra Kral II. Philip'e kulak verirlerse iyi olur. Kan, özgürlüğün tek para birimi değildir. Bağımsızlığın cephaneliğinde başka aletler de vardır.
Bu milyonlar harcandığında ve Amerika'nın bağımsızlığı garanti edilmiş gibi göründüğünde, Fransızlar ve Benjamin Franklin Amerika Birleşik Devletleri'nde sevgi ile anılıyorlardı. Massachusetts'te yeni bir kasaba, Exeter olan adını, Franklin olarak değiştirmeye karar verdi.
Birkaç yıl sonra, o şehrin sakinlerinden biri Franklin'e bir mektup gönderdi ve kiliseleri için bir çan satın almasını rica etti. İhtiyatlı bir adam olan Bay Franklin, adama yanıt vermek için Boston’da ikamet eden kız kardeşine danışmaya karar verdi.
Kız kardeşi istenilen ricaya karşı çıktı. “Bir kurbağanın kuyruğa ihtiyacı olduğu kadar onların bir çana ihtiyaçları var,” diye yazdı.
Onunla aynı fikirdeydi. Kiliseye bilim ve yönetim sanatı üzerine 116 kitap içeren bir sandık gönderdi. Bu kitaplardan doksan ikisi hala var ve Amerika’daki halk kütüphanesi kitaplarının ilkini oluşturuyorlar.
Eğer bir kitap aşığıysanız—makalenin bu paragrafına kadar da gelmişseniz, öylesinizdir, Amerika Birleşik Devletleri'ni ziyaret ettiğinizde Franklin’e gidip bu kitapları mutlaka ziyaret etmelisiniz. Sadece cumhuriyetin yaşlı adamını değil, onun en büyük değişimin şahıslarda yaşandığı tezini ve kitapların bu serüvende ana rol oynadıklarını tekrar hatırlamış olursunuz.
Benjamin Franklin daha sonra bir mektubunda kendisini onurlandıran Franklin halkına niçin çan yerine kitap gönderdiğini yazar. "Ses yerine düşünceyi tercih ettim," der. Bir bakıma, karısına, hediyelerinin bir koşulu olarak faydalı olmalarını tercih ettiği eski mektubu yeniden dile getirir.
Bu küçük hediye, bugünün standartlarına göre mütevazı olmasına rağmen, Andrew Carnegie'ye kendi fonlarıyla Amerika Birleşik Devletleri genelinde 1.689 halk kütüphanesi inşa etmesi için ilham verir.
Benjamin Franklin’in eksiklikleri yok muydu? Tabii, vardı. Örneğin, iki köle sahibiydi. Biri kaçtı ve İngiltere'de özgür oldu. Diğerinin akıbeti bilinmiyor.
Amerika'nın bağımsızlığından sonra, Franklin kölelik karşıtı biri oldu ve Pennsylvania Köleliğin Kaldırılmasını Destekleme Derneği'nin başkanlığına seçildi.
Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk Kongresi'ne verdiği bir dilekçede, yalnızca köleliğin kaldırılması için değil, aynı zamanda “yıpranmış ırka” mali yardım için de çağrıda bulundu.
Kongre dilekçesini dikkate almadı.
Franklin’in elinde başka kozlar da vardı. Örneğin, Afrika'nın kuzeyinde yer alan Beyaz köleliğini savunan komik bir parodi yazıp gazeteler aracılığı ile dağıttı.
“Sidi Mehemet İbrahim” adına yazılan makalede, Beyazların dayanıklı köle olduklarını, tarlalarda iyi çalıştıklarını ve yakıcı güneşe Afrikalılardan daha iyi dayanabildiklerini yazdı!
Franklin ayrıca, kölelerini serbest bırakmaları karşılığında, mülkünün bir kısmını kızı Sally ve kocası Richard'a bıraktı.
Kızı Sally, babasının bu dileğini yerine getirip, kölesini özgürleştirdi.
Fransız devlet adamı Turgot, Benjamin Franklin hakkında şöyle yazmıştı: "Tanrıdan şimşeği, Tiranlardan asayı aldı." Doğrudur. Franklin ikisini de yaptı ve dünyadaki mutluluk oranını arttırdı.
Ortadoğu’nun "yıpranan" Kürtleri onu örnek alırlarsa iyi ederler.
Not I: Eğer Ahmet Türk, Benjamin Franklin'in kendi hayatında yaptığını yapabilse, ben ilçemizin ileri gelenlerini ikna edip, ilçenin adının Türk olması için elimden geleni yaparım. Türk ilçesi, Franklin ilçesi gibi, belki 300 yıl sonra başka bir makalenin konusu olur.
Not II: Kürtler bir gün Türkleri affedebilir. Türkler kendilerini affetmeyecekler. Suçlarıyla yaşayacaklar. Taşıdıkları ağır bir yüktür.
Kani Xulam @AKINinfo
İngilizce aslından çeviren: Netice Altun Demir @ropasorra
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)