Devletler ve jeopolitik tercihler

Kendini Kürd dostu olarak tanıtan Türkiyeli birçok insanın Suriye’de Araplar arası iç savaş başladıktan sonra Kürdlere verdikleri iki mesaj vardı. Birincisi Amerika’nın Ortadoğu ve Suriye’de kalıcı olmadığına dair ‘analizleri’, ikincisi de Barzanilerin ABD işbirlikçisi ve kötü olduğuydu. Aynı süreçte bizden aklı evveller de Güney’de bir, Rojava’da da ayrı bir olmak üzere iki Kürd devleti olmasını salık veriyorlardı. Toparlarsak, bir yandan ABD’ye güvenmeyip devlet istemeyecek, diğer yandan ABD yardımıyla devletleşen parçamıza kötü gözle bakacaktık.

Bu başlıkta devlet bahsine devam edeceğim.

Devlet deyince toprak ve toprak üzerindeki hükümran güçten bahsederiz. Anlaşılması için Rusya, Almanya ve Çin örneklerine kısaca değinmek istiyorum.

Rusya dediğimiz devletin tarihi bugünkü Ukrayna’nın başkenti Kiev’e uzanır. Yakın tarihe değin Rus denmez, Kiev Rus’u denirdi. Kiev’de kurulan siyasi bünyenin sınırları tarih boyunca defalarca değişmiştir.  Siyasi merkezi (başkenti, karargâhı) Moskova’ya, oradan St. Petersburg’a ve sonra oradan tekrar Moskova’ya taşınmıştır. Sınırlar değişirken, başkent taşınırken kimsenin Rusya diye bilinen siyasi yapının ne olduğuna dair şüphesi olmamıştır.

Diğer örnek Almanya. Fikir babalığını ve kurulması yönünde ilk siyasi angajmanlarını Napolyon’un yaptığı bir siyasi yapıdır bugünkü Almanya devleti. Hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşı’nda toprak yitirmiştir. İkinci Savaş sonrası Almanya ikiye ayrılır. Başkent Berlin Rus kontrolüne geçerken Bonn’da yeni bir Alman başkenti kurulur. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle ikiye ayrılmış Almanya birleşir ve Bonn’daki başkent Berlin’e taşınır. 1991’den galip çıkan Berlin’deki uydu devlet değil Amerikan kontrolü altındaki bölgeye hükmeden Bonn’daki devlettir. Olan biteni takip eden hiç kimse Alman devlet sürekliliğinin savaş sonrası Bonn’a taşınıp soğuk savaş bitince de tekrar Berlin’e taşınan başkent olduğundan şüphe etmedi.

Rus ve Alman örneklerini Çin ve Tayvan örnekleriyle zenginleştirebiliriz. İkinci Dünya Savaşı sonrası Mao liderliğindeki komünistler ülkenin kontrolünü ele geçirince, o güne kadar devlet olan siyasi yapı beraberinde iki milyon insanla ülkeyi terk edip Tayvan’a ‘taşındı’. Anakara Çin’i terk eden siyasi yapının adı o güne kadar hükümran olarak tanınan Çin Cumhuriyeti idi. Anakarada yeni hükümran kendine Çin Halk Cumhuriyeti dedi. Dünyada bugün Tayvan’da yerleşik siyasi yapıyı/entiteyi/varlığı Çin ülkesinin devleti olarak tanıyan yok. Çin’in hükümranı Çin Komünist partisinin başında bulunduğu Çin Halk Cumhuriyeti’dir.

Yukarıdaki örneklerle anlatmaya çalıştığım ülke, devlet, başkent ilişkisi. Bizde bunları anlamada ciddi sorun var.

Bir önce yayımlanan başlıkta devletin topluluk, aşiret ve mirliklerden sonra kurulan daha büyük siyasi birlik olduğuna değinmiştim. Elman Service’in bu tanımlamasına göre topluluk ve aşiretler eşitler toplumu iken mirliklerle birlikte toplumda uzmanlaşma görülür. Modern devletse içinde yaşadığımız dünyadır. Tapu kayıtları, miras hukuku, nüfus işleri, üniversiteler, şirketler hukuku, maliye, para basan ve para politikalarını düzenleyen merkez bankası vs. derken modern devlette toplumun tamamı katman katman örgütlüdür. Bu kadar büyük nüfus, ekonomi ve toprağın başka işleyen bir düzenle bir arada tutulmasının bilinen başka yolu yok. Milyonlara varan bürokratlar, teknokratlar ve askeriyesiyle modern devlet toplum işlerini düzenleyen devasa bir mekanizmadır.

Peki devlet dediğiniz hangisidir? Elinizi üzerine koyun desem, devlet, örneğin, Merkez Bankası mıdır? Maliye midir? Nüfus İşleri midir? Tapu Müdürlüğü müdür? Polis midir? Mahkemeler midir? Ordu mudur?

Kuvvetler ayrılığını hepiniz elbette duymuşsunuzdur. Buna göre yasaları çıkaran parlamento, çıkarılan yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi – yasaları uygulayan mahkemeler ve devletin işleyişini temin eden, diplomasisini yürüten ve ordusuna komuta eden yürütme – hükümet – vardır.

Devlet hangisidir?

Kuvvetler ayrılığı formülü bir ideal olarak doğrudur ama işin özünde devlet dediğimiz yapı yukarıdaki üç kuvvetten ikisi olmadan da varlığını sürdürebilir. Örneğin otokratik bir devlet kurallarını giderayak yaptığından pek öyle yasalarla falan ilgisi yoktur. Ortadoğu devletleri buna örnektir. Kâğıt üzerinde bir anayasa olsa bile pratikte anayasa değil iktidarda olan grubun kuralları geçerlidir. Dolayısıyla parlamento da anayasa da yasalar da bir tiyatro oyununun dekorlarından öte işlev görmezler.

Devlet, işin özünde, tanımlı toprak parçası üzerinde hükümran olan siyasi yapıdır.

İyi devlet, ideal devlet, insanlığı daha iyi yaşatan medeniyet tartışmaları elbette sağlıklıdır ve olmalıdır. Kürdçe’ye çevirisinin kendi medeniyetimize çok şey kazandıracağına emin olduğum Amerikan anayasasının alt metinleri kabul edilen Federalist Yazılar böylesi metinlerin en önde gidenlerindendir. Toplam 85 makaleden oluşan Federalist Yazılar’da ABD’nin kurucu babalarından Alexander Hamilton, James Madison ve John Jay kuruluş sürecinde olan Amerika Birleşik Devletleri’nin nasıl yönetilmesi gerektiğini ve bu bağlamda anayasasını 85 makalede tartışırlar. Onuncu makalede Madison benim çok değer verdiğim “devletin çoğunluğun yönetiminde olmasının engellenmesi” tespitini yapar ve kurulacak devletin cumhuriyet olduğu önermesini yapar. Buna göre devlet demokrasiyle yönetilecek olursa bu önce bir çoğunluk sultasına dönüşür, sonrasındaysa kaçınılmaz olarak tiranlığa. Amerika Birleşik Devletleri anayasasının insanlık tarihinin en önemli metinlerinden biri olmasının önemli sebeplerinden biri çoğunluk sultasına ve popülizmle iktidara gelip devletin kontrolünü ele geçirecek tiranlığa müsaade etmemesidir.

Tartışma devlet eksenindedir.

Suriye’de iç savaş çıkınca “Amerika Ortadoğu’da kalıcı olmayacak; haddinizi bilin, güçlülerle aranızı bozmayın” tehditleriyle bize gözdağı veriliyordu. Öğütlenen çok açık bir şekilde devletsizlikti. Öteden beri Kürd olmayıp da Kürdler arası taraf tutanlara hep şüpheyle baktığımdan, Hewler’de bir Kürd siyasi yoğunlaşması varken bir yandan devletsizliği öğütleyip diğer yandan da Rojava’yı Hewler’e düşmanlaştıran bu tiplere iyi gözle bakmadım. Hewler’in hükümran alanını genişleten bir yapı öğütlemek ve bu yönde çaba harcamaktansa Hewler’den bağımsız rakip siyasi yapılar kurulmasını önerenlerse bizim okumuş cahillerdi. 

Yukarıda Rus, Alman ve Çin örneklerini verdim. Rusya ve Çin örneğinde başkentlerin temsil ettiği aynı zamanda Rus ve Çin medeniyetleridir. Almanya ve İtalya örneklerinde devletlerin tarihi nispeten yenidir ve her ikisinin de fikir babası Napolyon’dur. Napolyon Güney’de aynı dili konuşan İtalyanların, Kuzey’de de aynı dili konuşan Almanların kendilerine ait devletleri olması gerektiğini savunmuş, bu yönde ilk adımları atmıştır.

Napolyon aynısını Polonya için yapmamıştır. Rusya, Prusya ve Habsburglarla gözetmesi gereken dengeler Napolyon’un bu üçü arasında paylaşılıp yok edilmiş Polonya’yı tekrar sahnesine çıkarmasına müsaade etmemiştir. Polonya’yı tarihe gömense varlığı çıkarlarına ters gelen Rusya idi.

Polonya tarihinde Lehlere devlet istememelerini, devletten vazgeçip Prusya, Rusya ve Avusturya devletlerinin vatandaşları olmayı kabul ederlerse mutlu olacaklarını vaaz etmiş olanlar var mıydı acaba? Buna dair bilgim yok ama Polonya Cumhuriyeti’nin Birinci Dünya Savaşı sonrası savaşın galipleri tarafından Kasım 1918’de kurulduğunu biliyoruz. 1795’ten 1918’de tam yüzyirmiüç yıl Lehler kendilerine ait bir devlet olmadan yaşadılar.

Polonya Rusya’nın Almanya’yla yeniden anlaşıp aynısını tekrar isteyeceğinden şüphe etmiyor. Bu sebeple ABD’ye yanaşıyor ve Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesini istiyor.

Jeopolitik böyle bir şey.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)