Roboski mezarlığını da yıksalar nafile!

5 yıl önce 19’u çocuk, 34 kişi, TSK’ya ait savaş uçaklarınca hepimizin gözü önünde, aleni bir biçimde bombalanarak katledilmişti. Bombaların tonlarca ağırlığı ile bir insanın ortalama ağırlığı arasındaki kıyaslanamayacak orantısızlık, katliam ve sonrasına dair bütün süreçlerde istikrarla devam etti.

 

Mesela katliam sonrasında kaymakama atılan bir tokat, Roboskili onlarca gencin gözaltına alınması, tutuklanarak cezaevlerine atılmasıyla sonuçlandı. Sonra mesela TBMM İnsan Hakları Komisyonu yayınladığı ilgili raporunda bu katliamı “masumane bir operasyon” olarak tanımladı.  Sonra dava alakasız bir biçimde gönderildiği darbe ürünü ve suç örtme aracı olan Askeri Mahkeme’de “ustaca” kapandı.

 

Bu katliam asla “faili meçhul” değil, çünkü emir-komuta zinciri içerisinde ve “sınır ötesi” bir operasyonla işlenmiş.  Yani siyasi bir sorumlusu var. Böyle bakıldığında devletin hoyratlığının “Roboski”de tavan yapması “anlaşılır” oluyor.

 

Devletin bu davayı unutturma girişimi son hız devam ediyor ve devlet bu girişimden vazgeçecek gibi görünmüyor. Bununla birlikte adalet talepleri her defasında devletin zulmüyle karşılaşan, mezarlıkları ziyaret etmeleri dahi kendilerine yönelik tehdit gerekçesi oluşturan Roboski köylüleri de bu taleplerinden vazgeçmiş değiller. Masumların daha kanı kurumadan, bir özür dahi dilenmeden kendilerine teklif edilen tazminatı halen de almamış olmaları, kararlılıklarının ayrı bir göstergesi. Kendilerinin deyimiyle “köyleri modern bir şehre dönüştürülse dahi” adalet yerini bulmadan anlamı olmayacak.

 

Hele de mücadelelerinin önemli bir parçası haline gelmiş olan mezarlık etkinliklerinin Roboskili köylüler için algıladığımızın ötesinde bir anlam taşıdığını da belirtmek gerek. Katliamdan sonraki ilk Ramazan bayramında kendilerini ziyaret ettiğimde gördüm. Normal şartlarda bayram hazırlığına dair arefe günü evlerde dip temizlik ve yemek yapımı hız kazanırken o gün hepsinin hazırlığı mezarlığa dönüktü. Mezarları süsledikleri rengarenk naylon çiçekler arefe günü yıkanıp temizlenmiş, mezarlığa giden yollara çakıl taşları dökülmüş, mezarlar temizlenip paklanmış, güzelleştirilmişti(!)

 

Bayram sabahı herkes evinin kapısını kapatıp geldikleri mezarlıkta yapmışlardı bayramlaşma faslını. Kuşkusuz bu bildiğimiz anlamda bir “bayramlaşma” değildi! İlk gün tazeliğinde yakılan ağıtlar, edilen dualar, yapılan açıklamalardan sonra nihayet mezarlık boşalmış, 13 yaşındaki kardeşinin mezarı başında, Vahit Encu ile yalnız kalmıştık. Vahit yüzünde tarif edemeyeceğim acı dolu bir ifade ile bana dönüp başında oturduğumuz kardeşinin mezarını işaret ederek şöyle demişti:

 

“Aslında bu mezarın içerisinde sadece bir bacak var biliyor musunuz?! Katliamda katır, insan, tüm etler parçalanıp birbirine karıştığı için bazıları öylece gömüldü. Aslan’ın elini, katliamdan çok sonra olay yerinde bulduk. Söylemedik annesine, mezarını açıp öylece koyduk. ‘Kardeşimin’ diyerek sahiplendiğimiz mezarda sadece bir bacak var biliyoruz. Ama yine de bir mezar taşı işte!....”

 

Bu mezar taşlarının aslında kendileri için bir teselli olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Diyebilirim ki bir mezar taşının önemini o an bir başka anladım. Hatta Vahit’in anlattığının ötesinde (ya da anlatamadığı) bir anlamı vardı bu mezar taşlarının. Roboskililer için mücadelenin en temel simgesiydi bu “taşlar”…

 

Görsel simgelerin zihinlerde kapladığı yerin etkisi yadsınamaz. Bir resim, bir heykel, bir elbise, bir bina çoğu zaman kendinden öte anlamlar içerir ve geride kalan yaşanmışlıklarla aramızda adeta bir kapı, köprü oluverir. “Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur” atasözü, bu durumu tarif etmenin en yalın hali olsa gerek.

 

Görsel simgeler zihinlerde algı oluşturmanın etkili bir aracıdır. Dolayısıyla anıtlar/mezarlar da tarihsel süreç içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Eski dönemlerde yapılan mezar taşlarının üzerine işlenmiş çeşitli şekiller, sadece mezarın sahibi değil, o dönemin sosyal, siyasal meselelerine dair de veriler içerir. Bu nedenle bir algıyı cezalandırma veya yok etme süreci, onun temsil ettiği sembol üzerinden gerçekleşir. Nitekim Kürtlerin tarihinde de çokça karşılaştıkları mezar/mezarlık/cenaze saldırılarının anlamı budur.  Çok değil, 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde, hayvan barınağının hemen yanında yapılan “Hainler Mezarlığı” uygulamasını hatırlayalım. Kaldı ki bu uygulama sadece Türk devletinin değil, geçmişten bu yana, siyasal iktidarların da sıkça başvurduğu bir yöntemdir. (Bu noktada merak edenlere HDP’nin Bingöl Milletvekili Hişyar Özsoy’un “Tarih Mezarda Başlar” başlıklı makalesini okumalarını öneririm)

 

Diyarbekir’e atanmış kayyımın talimatı ile Roboski Anıtı’nın yıkılmış olmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Yani devletin Roboski Anıtı’nı yıkmasının unutturmaya dayalı böyle bir arka planı var. Katliamı çağrıştıran her sembol üzerinden unutturma ve cezalandırma yöntemine devam edecek gibi görünüyor. Fakat başaramayacaklar. Çünkü bazı anlamlar zihinlere öyle bir nakşolur ki bir müddet sonra o sembollere ihtiyaç duymaksızın reflekse dönüşerek varlığını devam ettirir.

 

Bu durumu ifade etmeye yardımcı olacak bir anekdot aktarayım: Bir arkadaşımın 80 yaşında alzheimer hastası bir annesi vardı. Yaşlı kadının hastalığı o derece ilerlemişti ki evlerine her gittiğimde aramızdaki tanışma faslının yeniden başlaması bir yana, bazen üçüncü sorunun ardından tekrar başlardı: “Adın neydi kızım, nereden geldin?” Ramazan aylarında oruç tutma ısrarıyla sahura kalkar, ertesi günü oruçlu olduğunu unutup buzdolabındaki yemekleri yerdi. Buna rağmen kızı ona oruçluymuş gibi muamele eder, ana - kız iftar sofrasında oruç açmak için beraber akşam ezanını beklerlerdi. Ancak bu yaşlı kadının unutmadığı tek bir şey vardı, o da çocukluğundan beri kıldığı namazı. Vakti geldiğinde gider abdestini alır, namazını kılar ve bunu hiç aksatmazdı.

 

Aradan geçen 5 yıla rağmen Roboski’ye dair detayların halen yüreğimizi ilk günün tazeliğinde yaralaması sanki biraz böyle bir şey. Bir kere katliama dair bütün verileri ortadan kaldırmanın imkânı yok. Velevki böyle bir imkân olsa bile Roboskililer ve dostlarının adalet talepleri reflekse dönüşmüş durumda, bu işin geri dönüşü yok.

 

Bütün kalbimle inanıyorum ki Allah, bu katliama şahit kıldığı bizleri, adaletin tecellisine de şahit kılacak. Önünde sonunda hakk kazanacak, biz kazanacağız. Kuşkusuz bu, kutlayamayacağımız bir “kazanmak” olacak ama önünde sonunda olacak. O yüzden anıtı yıkmalarından korkmuyoruz! Hatta daha ötesinde Roboski mezarlığını da yıksınlar! Değil zihnimize, yüreğimize nakşolmuş bu adalet arzusuna dokunamayacaklar!

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)