Diyarbakır Barosu seçimleri ve Kürtlerin siyaset anlayışı

Orta Amerika’da tehlikeli tiplerle dolu on cezaevinden birer mahkum alınıp bir adaya bırakılır. Dört tarafı kameralarla çevrili bu adada mahkumlar bir ölüm kalım yarışına girer. Hiçbir kuralın olmadığı bu oyunda önce kendi aralarında gruplara ayrılıp rakip grubu yok etmeye çalışırken sayı azaldıkça aralarındaki ittifaklar değişir. Bazen bir yarışmacı rakip gruptaki biriyle birlikte hareket edip ortak düşmana yönelir, mücadele ilerledikçe daha önce işbirliği yaptığı kişi artık öldürmek istediği rakibi olur. Çünkü bu oyunun tek bir amacı vardır, hayatta kalan son mahkum hem hayatta kalmış olacak hem de büyük para ödülünü alacaktır.

Amerika’da vizyona giren 2007 yapımı Yaşamak İçin Öldür (The Condemned) isimli bu film sinema tarihi açısından kayda değer bir yerde olmasa da insan doğasındaki kaba şiddeti, güven duygusunu, yaşama içgüdüsü ve insanın hayatta kalmak için geliştirdiği stratejileri yalın ve sert bir  şekilde göstermesi açısından ilgi çekicidir. En kötü filmin dahi hayatta bir karşılığı vardır.

2024 itibariyle yüzüncü yılını doldurmak üzere olan Diyarbakır Barosu 12-13 Ekim’de başkan ve yönetim organlarındaki üyelerin seçileceği olağan genel kurula gidiyor. Tüm adayların mesleki kariyerlerinden tutun da ideolojik kimliklerine kadar, etnik ve dini aidiyetleri, liyakatleri, barodan ne kadar kişiyi tanıdıkları  ve hatta özel yaşamları gibi bir sürü parametre karmaşık bir denklem ortaya çıkarmakta ve nihayetinde baro dengelerini bilen çok az kişi dışında hiçkimsenin pek bir şey anlamadığı bir seçim sonucu önümüze serilir. Özellikle 10 kişilik yönetim kurulu listesine girmek için 20-30 bağımsız adayın kıyasıya çekiştiği bu seçimde bir noktadan sonra işler çığırından çıkar. Çünkü kimin gerçek rakip kimin tehlike arz etmeyen aday olduğu belirsizleşir ve adaylar arasındaki mücadele bir kör dövüşüne dönüşür artık.  Başkan adayları yönetim kurulundan bazı adaylarla açık ittifak, bazı adaylarla ise gizli işbirliği yapar, bir aday kendisine potansiyel tehlike olarak gördüğü rakibinin liste dışı kalması için başka bir rakibine oy kaydırır, bu şekilde herkes herkese bir şekilde blokaj uyguladığı için adaylar ister istemez birbirine düşmanca duygular beslerken seçmenlere düşen ise oy rengini mümkün olduğunca belli etmeyip gri alanda kalmaya çalışmak olur. Bir önceki seçim döneminden kalan hesaplaşmalar, kişisel hırs ve sevgiler, avukatlık ofislerinde sabahlara kadar süren oy pazarlıkları, değişen duruma göre bozulan veya kurulan yeni ittifaklar, kumpaslar, yeri geldiğinde ihanetler, kırgınlıklar ve kızgınlıklar sonrası seçim mahalli tam bir cadı kazanına döner ve sandıklar kapanıp oylar sayılınca birileri seçilir, geri kalanı liste dışı kalır. Tam da Yaşamak İçin Öldür filminde anlatılanlar gibi.

Diyarbakır Barosunun seçim sistemi yüzyıldır bu şekildedir. Tipik çarşaf liste usulünün uygulandığı bu sistemin doğal sonucu karmaşa ve güvensizlik ortamı olunca, üstelik baroya üye sayısının son yıllarda çok artması ve bu üyelere ulaşmanın giderek zorlaşmasıyla her bir başkan adayının kendi listesiyle seçime girmesi fikri son dönemlerde tartışılıyor. Blok liste olursa başkanla çalışacak daha uyumlu bir yönetim ve denetleme kurulunun oluşacağı ve safların daha belirgin olacağı iddia edilmekte, ayrıca  çarşaf liste usulü ile yönetime gelenlerin birbirine zerre kadar güveninin kalmadığı, çoğu seçim döneminde birbirine bıçak bileyen bu kişilerin iki yıl boyunca birlikte Baroyu güven ve huzur ortamında yönetemeyeceği düşünülmektedir.

Gerçekten öyle midir?

Yeni Şafak gazetesi 2015 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait bir belge yayımlar. Bu belgeye göre, bir köprü açılışı için Elazığ’a giden M.Kemal Atatürk kör makasta bekleyen treninde yaveri ile yemek yiyip içki içerken hakkındaki idam fermanı onaylanan Dersim İsyanı lideri Seyit Rıza huzura çıkarılır. Barış için Atatürk tarafından çağrıldığını düşünerek gittiği Erzincan Valiliğinde tutuklandığını aktaran Seyit Rıza, belgeye göre Atatürk’ün yüzüne karşı “Sözlere güvenerek kendi ayağımla gelmeme rağmen beni idam edeceksiniz. Sizlere daha nasıl güveneceğim" ifadelerini kullanır. Seyit Rıza düşmanına güvenmenin bedelini önce 18 yaşından küçük oğlunun idamını izlemekle ve hemen akabinde kendisinin darağacında sallanmasıyla öder. Güven sanıldığı kadar iyi bir şey olmayabilir. 

Güvenmek paradoksal bir duygudur. Çünkü birine güvendiğiniz takdirde artık iplerin bir kısmı sizin elinizde değildir. Şüphe duymamamanız karşı tarafın insafına kalmayacağınız anlamına gelmez.  Oysaki güvenmediğinizde ihtiyatlı davranmak zorundasınız. Bu güvensizlik duygusu bir nevi içsel güven sağlar.  Güvenmenin olduğu yerde ancak ihanet gerçekleşebilir, güvenmediğiniz biri size ihanet edemez. Kürtlerin siyasi tarihi ise güvenmeyle, aldanmayla ve ihanetlerle doludur.

Devletler birbirine güvenmez, karşılıklı menfaatleri vardır. Bu yüzden dost veya düşman kavramı, aralarındaki ittifaklar kalıcı değildir. Siyaset ve diplomasi  tamamen güvensizlik ve menfaat  üzerine kuruludur. Baro ise meslek örgütleri arasında siyasetle en fazla organik bağ geliştirebilen ve siyaset sahnesine en çok transfer veren kurumdur. Diyarbakır Barosunun seçim usulü bazı adayları küstürse de mevcut sistem  başkana karşı daha dengeli ve frenleyici bir yönetim kurulu çıkarmakla kalmaz, bu kaotik mücadeleden başarıyla çıkıp baro organlarında tecrübe kazanan avukatlar Kürtler adına daha faydalı politikalar geliştirebilir. Yerel veya uluslararası müttefiklerine bazen çok bel bağlayan Kürtlerin dengeler değiştiğinde hayal kırıklığına uğrayıp devletleri vicdana davet etmek yerine yeni konjonktüre uygun pozisyon alması akla daha yatkındır. Bu ise hükümetlere veya partilere güvenmekle değil, aksine uzatılan her eli diplomasi gereği sıkan ama buna şüphe ile bakacak olan temsilcilerin varlığıyla mümkündür. Güvensizlik, güven duygusuna kıyasla daha güvenilir olabilir.

Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman imzalı, 30 Aralık 2004 tarihli kriptoda, R.Tayyip Erdoğan’ın kişiliğiyle ilgili sıra dışı bir tespit vardır. Wikileaks’ten sızan bu belgeye göre, büyükelçi Erdoğan’a yakın bir danışmanın kendisine ‘Tayyip bey Allaha inanır ama güvenmez.’ dediğini aktarır. Aynı Erdoğan inandığı ama güvenmediği Allahının yardımıyla 20 yılı aşkın bir süredir iktidarını sürdürüyor.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)