Almanya gezi notları (13): Devlet, insanın karanlık yüzüdür
İlk gençlik arkadaşım (Porga) beni aradı, konuştuk. O Bochum’da yaşıyor, uzak buraya; takriben 500 km. Arkadaşım bana kiliseler hakkında ilginç birkaç bilgi verdi. 1- Bütün anayolların kavşak noktalarında kiliseler yapılmıştır. 2-Kiliselerin yakınında kiliselerden daha büyük yapılar yoktur. Kiliselerden daha büyük yapılar ancak kiliselerin uzağında yapılır. Hiçbir şekilde kiliseler öteki yapıların gölgesinde kalamaz.
Bu da Avrupa’nın kiliselere verdiği değeri gösteriyor. Dinsiz hiçbir toplum yoktur. Tapınmak fiziki-görünen varlıklara da yapılabilir, metafizik-görünmeyen varlıklara da yapılabilir. Avrupa’nın dini Hristiyanlıktır, kilise mabetleridir. Halkın azımsanmayacak bir kesimi düzenli olarak kiliselere gitmektedir. Ortaçağ karanlığı bu kadar koyu ve aşırı olmasaydı şimdi kiliseler daha güçlü, heybetli ve saygın olurlardı.
*
İncil okumaya devam, Luka ile. Hemen başlangıçta Luka 100 küsur yaşındaki Zekeriya ile 90-100 yaşlarında olan Elisa’dan (Elizabeth) doğacak Yahya peygamberden bahsederek insanları babasız olarak dünyaya gelecek Hazreti İsa mucizesine hazırlıyor. Kuran’da bu kıssa Ali İmran süresinin 38-40. ayetlerinde geçiyor. Hazreti İsa’nın doğumu İncil’de ve Kuran’da aynı şekilde geçiyor ama ölümünde farklılar ortaya çıkıyor. Dört İncil’de de Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmesi uzun uzadıya anlatılır. Kuran’da aynı kıssaya yer verilmektedir (Ali İmran; 54-55, Nisa; 157-158). Ki başta Barnabas İncili olmak üzere birçok kaynakta İsa’nın yerine çarmıha gerilen kişinin İsa’yı ihbar eden Yehuda olduğu belirtilmektedir.
Luka’ya göre İsa’ya peygamberlik 30 yaşında tevdi edildi ki İsa’nın 33 yaşında göğe kaldırıldığı rivayet edilmektedir. Buna göre İsa’nın peygamberliği sadece üç yıl sürmüştür. Bu üç senede bir peygamber dini ne kadar tebliğ edebilir; zira buna pek fırsatı olmuyor.
*
İlk defa sokağın sesini duyuyorum. Almanlar gülüp eğleniyorlar. Bu gece cumartesi gecesi. Almanlar bu gece hiçbir şey yapmazlar, sadece eğlenirler, eğlencenin dibine vururlar. Herkes bu geceye bir isim vermiş. Kimilerine göre bu gece “kutsal gece”dir, kimilerine göre “hayata yeniden başlama gecesi”dir, kimilerine göre “özgürlüğü gerçekleştirme gecesi”dir, kimilerine göre “insanın özünü keşfettiği gece”dir, kimilerine göre “içindeki çocukla barışma gecesi”dir, kimilerine göre “yuvaya dönüş gecesi”dir, kimilerine göre “vatanıyla bütünleşme gecesi”dir, kimilerine göre de “ruh ile bedenin birleştiği gece”dir.
*
İnsan hayatı boyunca ya Tanrı’dan uzaklaşır ya da Tanrı’ya yakınlaşır; hayat bu iki gerçek üzerine kurulu. İyi niyetli bir insan olursak insanca yaşarsak Tanrı’ya yakınlaşırız, art niyetli olup insan-dışı yaşarsak Tanrı’dan uzaklaşırız. Bunu Kant’ın ödev ahlakıyla da açıklayabiliriz peygamberlerin vaazlarıyla da açıklayabiliriz, aklın yolu birdir: İnsan ve Tanrı arasındaki duvarlar/perdeler/engeller vs. artıkça insan Tanrı’dan uzaklaşır; tersi durumunda yani aradaki duvarlar/perdeler/engeller vs. azaldıkça insan Tanrı’ya yakınlaşır. Bu işin uç noktasında insan Tanrı’dan uzaklaştıkça önce Tanrı’yı unutur, sonra Tanrı’yı inkar eder, nihayetinde kendini Tanrı olarak görür; tersi durumunda yani insan Tanrı’ya yakınlaştıkça önce mutlak manada Tanrı’yı bilir, sonra Tanrı’da kendi mevcudiyetini görür, nihayetinde Tanrı’da yok olur.
*
Hakkari’de tanıdığım en sade yaşayan insandı Hacı İsa. Bilmiyorum, neden aklıma geldi durduk yerde, buralarda. Sade yaşantısıyla hep beni etkilemiştir. Kalbinde ne varsa hep onu söylemiştir ve olduğu gibi görünen, göründüğü gibi yaşayan bilge bir insandı. Bu bilgeliğe kitaplar okuyarak ulaşmamıştı. Bu bilgelik hep içinde, özünde vardı; onun bu özelliği zamanla ortaya çıktı. Hiçbir zaman sadeliğinden taviz vermedi. Sade yaşamak, bilgeliğin ulaşabileceği en son noktadır. Sade insanın özü ve sözü birdir. O neyse öyle yaşar; aklında başka hesap kitap yoktur. O kadar sade ve göz önünde yaşar ki bırakın hayat ajandasında gizli maddeler olmasını, bir hayat ajandasına bile ihtiyaç duymamıştır. Böyle olduğu için kimseyi kırmaz. Ben Hacı İsa’nın birini kırdığını ne duydum ne de gördüm. Sade yaşayanlar insan sarrafı ve yaşam bilgesi olurlar. Hacı İsa da böyle bir insandı. Kalbinin ekmeğini hem kendi yedi insanca hem ailesine yedirdi gönül rahatlığıyla hem de başkalarına verdi cömertçe.
*
Çeyrek asırdır tanıdığım eski bir arkadaşım aradı, o da bir iki ay önce gelmiş Berlin’e. Nereden nereye! Onunla burada, bu şekilde görüşmek aklımın ucundan geçmezdi. Çeyrek asırlık bir geçmişimiz var. Besni’de tanışmıştık, sonra yollarımız ayrılmıştı. 2003’te tekrar Sivas’ta karşılaştık. 2014’te Nizip’te görüşmüştük. Ara ara telefonda görüşüyorduk. Bir ara İstanbul’a gitmişti, iş bulup çalışmıştı. Tekrar köyüne dönmüştü, tarla işlerine bakmıştı; ama olmamıştı, hiçbir yere sığmıyordu, hiçbir yerde tutunamıyordu. Sonunda o da gurbetin yolunu tutmuş, Berlin’deki akrabalarının yanına gelmişti. Hayat çok garip, çeyrek asırda neler olmuş. Ben burada misafirim, o kalacak. Türkiye’de hayat koşulları çok zor. Uzun yıllar boyunca iş kapısını aralamayan bir diplomanın gölgesinde bekledikten sonra çareyi Almanya’ya gelmekte buldu.
*
1945 yılında ABD baktı ki Sovyetler Birliği’ne ve Japonya’ya yenilecek insanlık tarihinde bir ilki yaptı, Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atom bombası attı. Bu insanlık tarihinin ilk nükleer saldırısıdır. Bu saldırıda Hiroşima’da en az 140 bin, Nagazaki’de en az 80 bin insan hayatını kaybetti. Sonradan ölenler olduğu gibi, nesiller boyunca sakat doğan çocuklar olmuştur. ABD’nin bu yaptığını ilk bildiğimde insandan umudumu kesmiştim. İnsanların çıkarları için neler yapabileceğini, nasıl büyük katliamlara girişebileceğini görmüştüm. Atom bombasını yapanlar ve yaptıranlar aramızda, sayıları çok ve dünyaya hakimler. Onlar her türlü kötülüğü, zulmü ve katliamı yapabilecek imkana sahipler. Atom bombasının masum insanların üzerine atılması olayı bunun ispatıdır. Mesele şurada, bu haliyle Rusya’nın, Çin’in, Almanya’nın, Fransa’nın, Japonya’nın birbirinden farkı yoktur; tarihin herhangi bir döneminde her türlü böyle bir katliama imza atmıştır. Devletleri devlet yapan bu tür katliamlardır. Bu tür katliam yapamayan devletler tarih sahnesinde gözükmezler. Tarih göstermiştir ki hep en acımasız ve gaddar insanlar devletin başlarına geçmiştir. Devlet, insanın karanlık yüzüdür. Devlet insanın şeytanla pazarlık masasına oturmasıdır. Devlet, sadece güçlü olanların konuşmasıdır.
*
Kırkından sonra insan içindeki toprağın kokusunu daha iyi alıyor, üzerindeki mezar taşlarını daha net görüyor, ölüm ile hayatı birbirine bağlayan pamuk ipliğini daha derinden hissediyor. Kırkından sonra buradaki konukluğunu her açıdan görüyor ve yaşıyorsun. Gitme vakti yakın, diyorsun. Ne de olsa çoğu gitti, azı kaldı ömrünün. Hayatın ilkbaharı gitti, yazı bitti, sonbahar ve kış iç içe geçmiş, ne kadar zamanın kaldığını hiç bilemiyorsun ama toz pembe hayaller döneminin geride kaldığından tam eminsin. Önünde az zamanın ve acı gerçekler vardır. Ne yapacaksan, geride kalan az zamana sığdırman lazım. Ne yapmak istiyorum? Sahih eser. Arkamda amel defterimde sevap yazdıracak, insanlara faydalı olacak sahih eserler bırakmak.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)