Bir dönemdir Güney Kürdistan’da siyasi partilerin onayıyla, parlamento yeni bir anayasa üzerinde çalışıyor. Ancak çalışma, başkanlık sistemi ve yetkileri üzerinde bir tartışmaya takılmış görünüyor. Bazıları da olayı Mesud Barzani'nin başkanlığına karşı bir kampanyaya dönüştürme çabasındalar. İnternet basını, bu tür yorumlarla dolu.
Doğrusu çoğumuz, özellikle Güney'den olmayanlarımız, bu tartışma için hazır değildik, içeriğini kavramak da zordu. Olayın fark edemediğimiz bir geçmişi mi var? Yoksa doğal bir gelişme midir? Ya da bazılar kasıtlı mı kışkırtıyor ve olayın yönünü çıkmaza ve siyasal bir bunalıma doğru mu sürüklüyor?
Bunlar tesadüfi midir?
Kuzey ve Batı Kürdistan'daki son olayları, Barzani yönetimine karşı yorumlamak isteyenlerimiz hiç de az değil.
Ayrıca, konumuz olan tartışmalar ile Barzani'nin kimi Körfez ülkelerine yaptığı ziyaretlerin aynı döneme rastlaması dikkat çekicidir. Bu ziyaretler, bazılarını rahatsız mı ediyor? Çünkü sözkonusu Körfez ülkeleri, Sunni ve Tahran, Bağdat ve Şam yönetimleriyle ölümcül çelişkiler içinde. (Bu vesileyle vurgulayayım; DAIŞ birçok yönüyle bu ülkelerin ürünüdür. Diplomasiye evet, yine de bu ülkelerin herhangi bir şekilde Kürt davasına katkılarının olabileceğini düşünebilmek çok zor).
Tartışmaların, Barzani'nin devletleşmeye ilişkin açıklamaları eşzamanlı olması diğer bir ilginçlik. Yoksa amaç, devletleşme çabasının önüne geçmek midir? Ya da devletleşme demeçleri, tartışmaya konu olan mevzuların ciddiyetini örtmeye mi yöneliktir?
Olayda iç dinamiklerin rolü
Acıları, direnişi, başarıları, ekonomik olanakları ve verdiği umutla Güney Kürdistan gündemimizde hep merkezi bir yer tutmaktadır. Fakat israfı, ihmalkarlığı, particiliği ve yozlaşma nedeniyle de eleştirilerimizin hedefi olmaktadır.
Dünün acılarını çabuk unutabiliyorlar. Diğer Kürdistan parçalarına karşı sorumluluklarını kulak ardı edebiliyorlar. Uluslararası insani hak ve kuralları ismen, hatta kanunen kabul ediyorlar, ama pratikte onları kavramaktan ve içselleştirmekten çok çok uzak görünüyorlar.
Güney, 1991 statükosunu elde ettiğinde sorunlarla doluydu. Ayrı Kürtçeler ve alfabe sorunu, bölgesel ayrımlar, şehircilik, sivil yaşam ve davranışı eksikliği ve bu farklılıklar ile zayıflıkları varlık gerekçesi yapan partiler ve çelişkileri....
Halbuki 25 sene hiç de az bir zaman değil, aktif bir kampanya ile; ayrı diller ve birbirinden uzaklaşmış bölgeler, aşiretler ve partiler birbiriyle bütünleşmeli, aynı ulusal potada içiçe erimeliydi. Okul, üniversite, polis, ordu ve her çeşit devlet kurumundan spor kulüplerine kadar tümü, bu değişmenin yuvaları olmalıydılar.
Sivil bir toplumda partiler farklı toplumsal grupların çıkarlarını temsil ederler. Örneğin; Güney'de Türkmen ya da Asuri partisi, İslami partiler ya da işçi köylü çıkarlarını temsil eden partiler, anlaşılabilir. Ama aynı halk ve ülkenin bölge ve dil farklılıkları, geçmişin önyargıları ve düşmanlıkları üzerinde varlıklarını sürdürmek isteyen partileri anlayışla karşılamak mümkün değildir. Bu durumun devamı, ulusal zihniyet ve davranışın zayıflamasına neden olmaktadır. Bu zayıflıkları gidermek için Güney Kürdistan'ın başarılı bir sınav verdiği söylenemez.
Dünyada benzer sorunları başarı ile çözen ülkeler çoktur. Kürtlerin potansiyeli ve Kürdistan'ın olanakları, sayılan sorunları çözmeye fazlasıyla yeter. Ama biz ne yaptık? Dubai, Katar, Kuveyt gibi yanlış örnekleri izledik. Halbuki o örnekler, Kürt halkına hiç uymuyor. Çünkü onlar, varlıkları petrole ve bilinen devletlerin doğrudan korumasına bağlı olan aile devletleridir. Güney Kürdistan ise, halkı ve ülkesiyle büyüktür, gurur duyulan bir direniş mirasına ve özelliklere sahiptir. Ama biz o mirası bıraktık, kendimizi sadece petrole dayadık.
Petrol aklımızı başımızdan aldı, iç çekememezlikler ve çürümenin nedeni oldu. İnsanlığımızı unuttuk. Yukarıdaki hayati sorunlarımızın çözümünü bir yana bıraktık. Kişiler ve gruplar zenginleşti, ama toplum yoksullaştı, ulus zayıf düştü.
Peki, yaratılan ve oluşan fiili duruma rağmen, petrol halen Bağdat'ın kararlarına bağlı değil midir? Bölgedeki başka örnekleri bir yana bırakıyorum, yaşadığımız acı olaylar ortada, bağımsızlık olmadan petrol zenginliğinin ne anlamı var ki?
Diyelim ki petrolümüz yok, bağımsızlık yine de bir hak değil midir? DAIŞ'in bizi gafil avlamasının nedeni, o rehavet ve çürümeden gelen inanç zayıflaması ve zihin yorgunluğu değil miydi? Acaba ders aldık mı?
Ulusal bünyeyi güçlendirmek, halen başat sorundur
Tartışmadan partilerin beklentileri nelerdir? Gündem konuları yeterli midir? Tartışma, günümüzün şartlarına uyuyor mu? Sorular çok ve cevapları farklı olabilir, ama sıralanan konuların gündemleştirilmesi kaçınılmazdır. Çünkü çözümsüzlük, toplumu kilitliyor.
Yürütmenin şeffaflığı, petrol gelir ve giderleri, ulusal güvenlik kurulu, ortak ordu ve daha pekçok konu üzerinde parlamento denetimi, güzel ses veriyor. Biliyorum ki pekçoğumuzun YNK ve Goran demokrasisi hakkında kuşkuları var. Çünkü Süleymaniye valiliği konusunda sergiledikleri "demokrasi anlayışı" çok berbattı. Şimdiki demokrasi iddiaları inandırıcı olabilir mi? Hem de bir nevi İran’ın gözetimi altında. İran'ın şeytana bile pandik attığı, parmağı hangi işte varsa o işin hep aleyhimize sonuç verdiği bilinen birşey değil midir?
Güney'in nüfusu belki 5 milyonu aşıyor. İnsan böylesi büyük bir nüfusu bir parti, bir aşiret gibi yönetemez. O, çağdaş bir toplum gibi yönetilmeyi çoktan hakkediyor. Evet, partilerimizin kafasında Kürdistan vardır, ama maalesef her birinin Kürdistan'ı farklıdır. Tabii ki durumdan yararlananlar Kürt düşmanları olmaktadır.
Eğer mevcut tartışma sadece Barzani yönetimine muhalefet amacıyla oluyorsa, tabii ki bir tuzaktır, başarı şansı yoktur ve daha fazla bölünme demektir. Bu oldukça zor ve hassas dönemde Barzani'nin son derece önemli rolünün tartışma dışında kalması, Kürt davasına daha fazla katkı sunacaktır.
Öte yandan, Barzani'nin kendisi, anılan sorunların çözümüne yolu açması ve öncülük etmesi gerekmektedir. "Tartışmaları önlüyor" görünümünden kaçınmalıdır. Devletleşme iddiaları, bu sorunların çözümünün kulakardı edilmesine gerekçe yapılmamalıdır. Çünkü o sorunların çözümünün kendisi, devletleşmek demektir.
Güney yöneticilerinden, "devlet Kürtlerin hakkıdır" sözünü çok sık işitiyoruz. Ancak bu sözün sürekli tekrarlanmasının bir yararı yoktur. Çünkü zaten artık çocuklar bile Kürtlerin devlet hakkını biliyor. Önemli olan bu hakkın nasıl elde edileceğine dair formül, yol yöntem sunmaktır.
Kim ne amaçla konuyu gündeme getirdi bilemeyiz, ama bildiğimiz şu, formül ayağımıza geldi. Bizler içsel zayıflıklarımızı giderme gücünü gösterebilmeliyiz. Eğer bu cesaretimiz yoksa, boşuna devlet iddiasında bulunmayalım.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın