Bölgesel denklemde yeni denge: Aliyev–Barzani görüşmesi nasıl okunmalı?
Ukrayna-Rusya savaşının birinci yılı geride kalırken, 17-19 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilen 59. Münih Güvenlik Konferansı, Almanya’da gerçekleştirildi. Zirveye farklı devletlerden çok sayıda yetkili katılırken, konferans sırasında önemli ikili görüşmeler de gerçekleştirildi.
Bu noktada dikkat çekici görüşmelerden biri de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı (IKBY) Neçirvan Barzani ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev arasında yapılan görüşme oldu. Basına yansıdığı şekliyle olumlu bir görüşmenin gerçekleştirildiği görülüyor. Barzani görüşme için Aliyev’e teşekkür ederken, IKBY ve Azerbaycan’ın ortak tarihi ve kültürel bağlara sahip olduğuna ve Türkiye ile ilişkilere vurgu yapması dikkat çekici oldu. Aliyev de Azerbaycan’ın Ortadoğu’ya artan ilgisini gösterir bir biçimde Erbil’de bir başkonsolosluk açmak istediklerini dile getirirken, Türkiye, Azerbaycan ve IKBY arasında üçlü bir mekanizmanın kurulabileceğini ifade etti.
Nitekim Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ'daki yasadışı Ermeni işgaline karşı elde edilen zafer ve Zengezur koridorunun kurulmasıyla Azerbaycan'ın uluslararası ilişkilerde özellikle Ortadoğu'ya yönelik olarak daha aktif olması bekleniyor. Zira koridor ile Azerbaycan, Türkiye üzerinden Ortadoğu'ya ve Batı dünyasının geri kalanına bağlanacak. Bu bağlamda IKBY, bu mekanizma aracılığıyla ulaşılabilecek ilk hedef noktalardan biri olabilir. Türkiye'nin hem Azerbaycan hem de IKBY ile yakın ilişkileri de hem Bakü hem de Erbil için ortak zemin oluşmasını kolaylaştırdı.
Bununla birlikte Azerbaycan’ın İran’la yaşadığı gerilimin de Azerbaycan’ın IKBY konusunda attığı ve atacağı adımları beraberinde getirmiş olması mümkün. Zira IKBY’nin de İran’ın bölgeye yönelik politikasına dair endişeleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle IKBY’nin kontrolü altında bulunan alanlarda yer alan İran rejimi muhalifi Kürt grupların İran tarafından sıklıkla hedef alınıyor olması IKBY açısından ciddi bir endişe kaynağı. İran bunu yaparken aynı zamanda da Bağdat’taki gücü ve etkisini de kullanıyor. Bunun yanı sıra İran’ın, IKBY içerisinde Irak’taki Kürt siyasi hareketinin KDP ile birlikte en etkin güçlerinden biri olan KYB üzerinden de IKBY de etki alanı oluşturma çabası içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu noktada IKBY’nin yürütücü gücü olan KDP’nin de İran’la sorunlu ilişkilere sahip Azerbaycan’ı yanına çekerek bir denge kurmaya çalıştığı görülüyor.
İran ve Azerbaycan Gerilimi
İran ve Azerbaycan arasında bir süredir devam eden gerginlik, İran’ın başkenti Tahran’daki Azerbaycan Büyükelçiliği’ne yapılan saldırı ile iyice keskinleşti. Özellikle 2020’deki Dağlık Karabağ’da Azerbaycan’ın zaferinden sonra, İran’ın Orta Asya ve Kafkasya’da da çevrelendiği hissiyatına sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira nükleer müzakerelerden sonuç alamamasının ortaya çıkardığı baskı İran’ın ABD ve Avrupa ile ilişkilerinde gerginliği arttırdı. Bununla birlikte İran’ın Ortadoğu’daki harekat üssü olarak tanımlayabileceğimiz Irak’ta zemin kaybetmesi, Suriye’de Türkiye ve Rusya’nın gerisinde kalarak başat aktör olma konumunun zayıflaması İsrail’in bazı Körfez ve Kuzey Afrika ülkelerinin yanı sıra İran’ın bölgesel rakip olarak gördüğü Türkiye ile de normalleşme sürecine girmesi gibi faktörler de İran’ı dış politikada sıkıştırmış görünüyor. Diğer taraftan Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı işgal girişimi ile birlikte askeri, siyasi, diplomatik ve hatta ekonomik ağırlığını bu meseleye yöneltmesi, bölgesel ve küresel siyaset açısından İran’ı yalnızlaştıracak bir etkene dönüştü.
Öte yandan Mahsa Amini isimli genç bir kızın İran’da gözaltındayken hayatını kaybetmesi sonrası başlayan protesto gösterilerinin iç siyasi dinamik üzerinde meydana getirdiği etki de İran’ı halen ciddi bir biçimde zorluyor. Bu düzlemde bir süredir Azerbaycan’ın İsrail ile işbirliği yaparak İran’a yönelik İsrail saldırılarına alan açtığına yönelik iddialarla birlikte, İran ve Azerbaycan arasında yaşanan diplomatik ve siyasi gergin, Tahran’da Azerbaycan Büyükelçiliği’nin silahlı bir saldırgan tarafından basılarak 1 kişinin yaşamını yitirmesine 2 kişinin de yaralanmasına yol açan gelişme, İran – Azerbaycan gerilimini farklı bir boyuta taşıdı. Nitekim Dağlık Karabağ’ın tekrar Azerbaycan kontrolüne geri dönmesiyle birlikte İran’ın kuzey sınırında bir statüko değişikliği yaşandı.
Her ne kadar İran, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgal edilmiş olmasının haksız bir durum olduğunu resmi olarak dile getirmiş olsa da Dağlık Karabağ savaşında Ermenistan’a açık destek vermesi, hem bölgedeki statükonun değişmemesi yönünde izlenen politikanın hem de Orta Asya ve Kafkasya politikasında Rusya ile paralel hareket etmenin bir tezahürü. Diğer taraftan bu gerginlik Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ zaferinden sonra, İran’da yaşayan ve milli kimliği güçlü Türk nüfusa ilişkin yaşadığı endişenin de bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Zira Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Kasım 2022’deki bir konferansta İran’ın bugüne kadar Azerbaycan’a karşı bu denli bir tehditkar tutum sergilemediğine yönelik bir açıklama yaparak, “Azerbaycan'ın laik yaşam tarzını ve İran'daki Azerbaycanlılar dahil, dünyadaki Azerbaycanlıları korumak için elimizden geleni yapacağız. Onlar bizim insanımızın bir parçası” ifadelerinde bulunması, İran’da bir tehdit algısı ortaya çıkarıyor. Şimdi de Azerbaycan’ın Kürtlerle de temas sağlaması, İran açısından bir başka hassasiyetini kaşıması anlamına gelebilir. Bu noktada İran açısından Azerbaycan konusundaki tehdit algılamasının birden fazla boyutu var.
Yeni denge
Nitekim İran ve Azerbaycan arasındaki meselenin iki ülke arasındaki ilişkilerin haricinde bölgesel ve küresel boyutlarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Zira son dönemde ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın bugünlerde gerçekleştirdiği Ortadoğu turuna ilişkin açıklama yaparken, İran’ın nükleer programı konusunda “Başkan (Joe) Biden, İran'ın nükleer silah edinmemesi konusunda kararlı olduğumuzu ve bunun olmamasını sağlamak için her seçeneğin masada olduğunu da açıkça belirtti” gibi bir ifadede bulunması, İran’ın nükleer silah üretmesinin önüne geçilmesi için askeri seçeneğin de gündeme getirilebileceğini ortaya koydu. Nitekim İran’ın nükleer silah üretebilecek kapasiteye sahip olabilecek düzeyde uranyum zenginleştirmeyi başardığı konuşuluyor.
Tam da bu dönemde İran’da Devrim Muhafızları’na ait silah ve mühimmat depoları, yakıt depoları gibi stratejik noktalara insansız hava araçları ile saldırılar düzenlenmiş olması zamanlaması açısından önemli. Daha da ötesinde her ne kadar İsrail bu saldırılarla ilgisi olmadığını açıklasa bile ABD basınında çıkan bazı haberlerde söz konusu saldırıları İsrail’in gerçekleştirdiğine yönelik ifadelerin yer alması dikkat çekici. Bu noktada İran’ın Azerbaycan’ı İsrail’e alan açmakla suçladığı görülüyor.
İran perspektifinden bakıldığında ABD ve İsrail birbirinden farklı değil. Yani İran’ın ABD ve İsrail’i tek cephe gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Aslında ABD’nin nükleer müzakerelerden çekildiği dönemde beri İran ve İsrail arasında bir gölge savaştan bahsetmek mümkün. Zira İsrail’in İran içerisinde operasyon yaptığına yönelik işaretler de yok değil. Nitekim 2020’de İran'ın nükleer programının mimarı olarak görülen nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade’nin öldürülmesinde İsrail’in parmağı olduğuna yönelik güçlü iddialar ortaya çıkmıştı. İran da zaman zaman İsrail’le bağlantılı olduğunu iddia ettiği kişilerin yakalandığına yönelik haberleri basına servis ediyor.
Öte yandan ABD’nin de son dönemde İran üzerindeki baskıyı arttırdığı bir gerçek. Özellikle Irak üzerinden İran’a yönelik ciddi bir ekonomik baskı söz konusu. ABD, Irak’taki döviz hareketliliğini kontrol alabilmek için Irak’taki ticari bankalara yönelik katı kurallar uygulamaya başladı ve dolar işlem blokesi koydu. Bunun en büyük sebebinin İran’ın Irak üzerinden yürüttüğü illegal ticaret ve para trafiğinin önünü kesmek olduğu düşünülüyor. Böylece İran nükleer silah çalışmalarından vazgeçirilmeye çalışılıyor. Ancak bu tutumun İran’ın daha saldırgan hale getirmesi de muhtemel. Zira bugüne kadar İran’ın genel refleksinin daha sert cevap verme eğiliminde olduğu görüldü. Nitekim İran’ın doğrudan ABD’yi ya da İsrail hedef almak yerine vekil unsurları üzerinden cevap verme eğilimi bilinen bir gerçek. Nitekim 1 Şubat’ta İran’a yakınlığı ile bilinen “gölge milis gücü” olarak tanımlanabilecek Ahrar el-Irak isimli Şii milis gücü, Türkiye’nin askeri varlığının bulunduğu Musul’a bağlı Başika bölgesinde konuşlu üssüne yönelik yapılan roket saldırılarını doğrudan üstlendi. İran’ın Lübnan’daki Hizbullah ya da irtibatlı olduğu Filistinli gruplar üzerinden İsrail’e yine Suriye ya da Irak’taki Şii milis güçler üzerinden ABD ya da ABD’ye yakın unsurlara yönelik saldırılar yapması muhtemel. Kudüs’te İsraillilere yönelik yapılan saldırı bu noktada akıllarda tutulmalı.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal girişiminde giriştiği savaşta İran’ın silah ve mühimmat desteğini arttırması, Rusya’ya destek olarak Şii milis grupların savaş bölgesine göndermesi (ki Rusya’ya destek için milis gruplar tarafından Irak’ta gönüllü savaşçı çalışmaları başlatılmıştı) ya da doğrudan savaşın tarafı olması da söz konusu olabilir. Bu noktada Azerbaycan – İran geriliminin etkileri sadece iki ülkeyi değil, bölgesel ve hatta küresel çatışma risklerini de beraberinde barındırdığı görülmekle birlikte, yeni bir güç dengesi ve ortaklıklar oluşturması muhtemel. Bu denklem içerisinde Türkiye, Azerbaycan ve IKBY ortaklığının doğması, bölgeyi yeni bir sürecin içerisine sokabilir.
ORSAM Irak Çalışmaları Koordinatörü Bilgay Duman
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)