Kürtler 20. ve 21. yüzyılda modern devlet kurma şansını kaçırdıktan sonra jeostratejik konumları ile toprakları beş devlet arasında sahiplendirilerek acımasızca parçalanmaya mahkûm edildi. Bu parçalama sadece fizikî sınırlarla sınırlı kalmamış aynı zamanda devam eden 100 yıllık süreç içinde tarihte eşi benzeri görülmemiş -silahlı ve silahsız- yöntemlere başvurularak parçalanma farklı boyutlarda sürmüştür. Öyle ki Kürtler bu süreçte hem sosyolojik açıdan parçalanmış hem psikolojik açıdan “kusurlu insan” statüsüne konularak yönetilmeye çalışılmıştır.
Kürtler üzerinden “tanrı”cılık oynamayı kendilerine görev edinen bu kolonyal hevesli devletler, Kürt sosyolog Dr. Sharo Garip’in “protez akıl” dediği yöntemle Kürtlerin kim oldukları, nerden geldikleri, nasıl bir tarihî okuma yapacakları vb. hususlarda çarpıklaşmasını sağlayacak şekilde ve hangi yöntemlerle tamamen onların hükümranlığı altında kalacak şekilde yaşamaya mahkûm etmiş durumdadırlar.
Kürt ve Kürdistan inkârı üzerinden birbiriyle yarışan bu devletler; Kürtlerin tarihin hiçbir döneminde var olmadıklarını, onları kendilerinden farklı kılan dil, din ve kültürel özelliklerini bazen yok sayarak bazen de küçümseyerek devletleşemeyeceklerini ve bu yolda başarılı olamayacaklarını sürekli dillendiriyorlar.
Bazıları bununla yetinmeyip Kürt ve Kürdistan ismini yağan karda yürürken çıkan seslerden türediği şeklinde akla hayale gelmeyecek bilimsel (!) yöntemlerle açıklamaya çalışmış; hatta Kürt böreği ve Kürdistan tilkisi gibi özdeşleşmiş isimlendirmeleri dahi çarpıtarak kendilerince değiştirme gayreti içine girmişlerdir.
Zihinlerdeki bu çapraşıklığa neden olan inanç üzerinden ve fakat Kürt ve Kürdistan isminin tarihteki ilk prototipine inmeden ve semantiğini açıklamadan kutsal kitaplardaki atıflarla Kürtlerin varlığı ve ülkesini keşfe çıkalım.
Kitâb-ı Mukaddes’te geçen Nuh Tufanı ile bazı bilgilerimizi harmanlayalım. II. Mabet Döneminden itibaren Kitap, dönemin ihtiyaçlarına göre tercüme -targumim- edilmiştir. M.S. 2. yüzyılda yazılan Targum Onkelos’ta tufanın anlatıldığı pasajda -Beşerit 8:4- “Turey Kardu” ile kastedilen Kürt Dağı’dır. Bu kayıt, Orhun Yazıtlarında geçtiği iddia edilen Türk ibaresinden yaklaşık 6 asır öncesine ilişkin olduğu gözetildiğinde son derece dikkat çekicidir. Bir diğer tercüme olan Filistin Targum/Targum Neofiti’de de “Kardun Dağları”na yer verilmiştir. Aynı şekilde M.S. 12. yüzyılda yazıldığı düşünülen Targum Yeruşalim’de de “Kardun Dağları” geçmektedir. Babil Talmud’unda ise “Karduyim halkı”ndan bahsedilmektedir. Bu ifadeler Süryanilerin Peşitta kitabında da geçmektedir.
Diğer Targumlara baktığımızda dönemin siyasi egemenlerin değişmesiyle farklı birkaç isimlendirme de mevcuttur.
Müslümanların kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’de de Nuh Tufanına yer verilmiş ve Hud suresinin 44. ayetinde geçen geminin “Cudi” dağına oturduğu kısma değinmek gerekecektir. Buradaki Cudi isimlendirmesinin neden Tevrat’taki gibi “Kardu” şeklinde yazılmadığı/yer verilmediği konusunda aşırı dinî hassasiyet gösterilme olasılığına binaen üzerinde farklı yorumlarda şimdilik bulunmuyoruz. Fakat bu konuda dönemin Müslüman entelektleri kafa yormuşlardır.
Ebu’l Faraç Cudi’yi Kardu, Kardun Adası ve Kardu ülkesi olarak tanımlamıştır. İbn Hurdazbih ise el-Mesalik ve’l-Memalik eserinde “Karda dağındaki Cudi’de durdu.” şeklinde tercüme/tefsir etmiştir.
Buna benzer birçok örnek verilebilir, fakat burada Cudi isminin Kardu isminin bozulmuş hali olduğu kanaatindeyiz.
Talmud alimi olan Marcus Jastrow Cudi’yi “Cuthi” olarak tanımlayıp bunun da dağ olmaktan ziyade şehir ve ülke olarak tanımlamıştır.
Kürt tarihi hakkında önemli bir eser bırakan M. Emin Zeki Beg, Cudi ismi konusunda etimolojik olarak Guti isminin bozulmuş hali olduğu görüşünü belirtse de bunun etiyolojik açıdan değerlediğimizde pek mümkün görünmemektedir.
Yahudi din adamları ise son 100 yıl içinde yapılan kutsal kitap arkeolojisi çalışmalarında Kardu ismi yerine doğrudan Kürdistan ismine yer vermişlerdir.
Bu bağlamda son değerlendirmemizi yaptığımızda Cudi/Kardu isminin sadece Cizre (her ne kadar Arap işgali öncesi adı Kardu olsa da) lokasyonuna indirgenmesi bizleri yanıltacaktır, zira Kardu Dağı bugün ismi Kerkük ve Süleymaniye çevresinde olan Pir Ömer Dağının da eski adıdır. Dolayısıyla Kardu Dağının bütün Zagros Dağını kapsamakla birlikte ülke ve şehir terimlerini de içinde barındırdığını/kapsadığını göz ardı etmemek gerektiği kanaatindeyiz.
Tarih ve din veçhesinde hakikat tüm çıplaklığı ile bir halka açılmış olmakta ise de kolonyal hevesli devletlerin beynimizin içine yerleştirdikleri protez akıl nedeniyle hakikati görmekten mahrum kalıyoruz.
Bu hakikati görmekten mahrum bırakılan halkımız için başkaları gibi dağa taşa yazmak zorunda kalmadan protez aklı terk ederek kendi aklımızı ne zaman kullanacağız?
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın