‘İslami cephe’ ve mezhep savaşı

Önce "İslam Birliği". Kavram, bugünkü gerçekliğe uymuyor. İslami diye tabir edilen ülkelerin her biri kendi içinde ve çoğu birbirleriyle derin çelişkiler ve hatta savaş içindeler. Karşılarında ortak bir tehdit ve düşman yok, kendileri dışında. Daha önemlisi; ülkelerin İslam’ı yorumlaması farklı. Netice olarak bir tek değil, çok çeşit İslamla karşı karşıyayız.

 

Tarih sözlerimin şahididir. 12. yy'daki Haçlı Seferleri ve Selahaddin Eyyübi döneminden beridir ortak bir İslami duruş yoktur. 13. yy'daki Moğol istilası ve vahşetine karşı bile ortak tutum olmadı. İslam iddiasındaki devletlerin kendileri işgalci ve asimilasyoncu idiler. Emeviler ve Abbasiler öyleydi. Osmanlı ve Safavi İmparatorlukları öylelerdi. Onlardan türeme Türkiye, İran, Irak ve Suriye halen öyledirler. Sonuç: İslami ittifak ya da cephe, yanlış birşeydir ve olamaz da.

 

Mezhep savaşı mı?

 

O savaş, İslamla yaşıt. 1980'lerdeki İran-Irak savaşıyla kızıştı, genişledi, diğer ülke ve toplumları içinde çekti, bugünkü karmaşık ve tehlikeli düzeye ulaştı.

 

Sorunun tümü, İslamın farklı yorumlayışından mı ileri geliyor? Tabii ki hayır. Sorun, milliyetçi ve sınıfsal çıkarlardan kaynaklanmaktadır. Din, o çıkarlarla bütünleşmiştir. Din mezhep kavgası sözkonusu olduğunda, arkasında hep o çıkar ve güçleri aramalıyız.

 

Örnek mi? Suudi Arabistan'ın Vahabistliği ve Katar'ın Selefistliği, İslamın radikal milliyetçi Arap versiyonlarıdır. Arap ülkelerinde yeterli Şii nufus olmasına rağmen, Şiilik resmi İran milliyetçi ideolojisine dönüşmüştür. Türkiye Sunnidir, ama Sunniliği devlet çıkarlarına uyarlamış, devlet İslamına dönüştürmüştür. Şimdi soralım: Hangisinin İslamı diğerinkine uyuyor ki? Hiçbirinin. Herbiri İslami çıkarlarına uydurmuş, suistimal etmiş, yozlaştırmıştır.

 

Bu nedenle, "İslam birliğinden" bahsedildiğinde, hangi İslamın, hangi milliyetçi çıkarların kasdedildiğini sormalıyız.

 

İslam ve demokrasi

 

İslami coğrafyanın genelinde alabildiğine sefalet ve karmaşıklık var. Demokrasinin zerresinden bahsedilemez. Kadın hakları ve çevreyi koruma bilinci, lüks şeylerdir. Şimdi de savaş hummasına tutulmuş, nereye gittiği belli değil.

 

Din, insan ürünüdür. İnsanlar onu değiştirebiliyor, koşullara uyarlayabiliyor. Ortaçağda Hıristiyan papazlar kadın satıyorlardı. Cennet tapusu satıyorlardı. Yenilikçi insanları yakıyorlardı. Ama Hıristiyanlar, cesaret ettiler, softalığın üzerine gittiler, dini bilimsel eleştiri ve reform süzgecinden geçirdiler. O cesaretlerinin ürünü, bugünkü demokrasileri, uygarlıkları ve de dünyadaki üstünlükleridir.

 

Bize gelince... Biz halen Ortaçağ hurafeleriyle kendimizi kandırıp duruyoruz. Cahilliğimizin üstüne gitmekten korkuyoruz. Bugünkü korkunç durum, o korkunun ürünüdür. Cesaret etmeyene kadar, başımıza daha neler gelecek...

 

Büyük devletler savaşın neresinde?

 

Batılı güçlerin demeçlerine bakıldığında, sanki olayla hiçbir alakaları yokmuş gibi. Masumları oynuyorlar. Ama gerçek, iddialarının tam tersi.

 

İran tarihini azçok okuyanlar bilirler ki, o ülkedeki demokratik dönüşümün yolunu ilk tıkayan ABD olmuştu. Yine 1930'lardan beridir ABD, Suudi otokrasisinin hamisi durumunda ve sonra da diğer Sunni Körfez devletçiklerinin. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğerleri, silah satışları, ihalleler ve petrol ticaretiyle her açıdan bölge sorunlarının tam içindedirler.

 

Somut örnek son yıllardaki petrol fiyatlarıdır. Petrolün varili %50-70 kadar değerinden kaybetmiş. Bu, petrol üreticisi ülkelerin kesesinden gidiyor. Yararlanan da Batılı sanayi ülkeleri. Peki onların kendi ürünlerinde; silah, ilaç, otomobil ve diğerlerinde fiyat düşürdüklerini hiç duydunuz mu?

 

Gürcistan ve Ukrayna sorunlarında ABD/NATO ve Rusya ciddi ölçüde karşı karşıya gelmişlerdi. Bir savaş durumunda, Avrupa'nın bir daha yıkımla tanışması muhtemeldi. Ama şimdi savaş ülkelerinden binlerce km uzaklaşmış. Petrolü su pahasına alıyor, istedikleri kadar silah satıyorlar. Ölenler de onlardan değil...

 

Rusya’yı unutmadım. Onsuz düğün olmaz, o da gırtlağına kadar işin içinde. Haziran 2015'ten beridir İran'la bir ittifakı var. O zamandan beri bölgemiz olayları üzerinde ağırlığını açık hissettiriyor.

 

Suudi Arabistan'ın meydan okumaları, geçen ay parayla ve satın alarak sözde "İslam İttifakı"nı kurması ve idam provakasyonu, ABD-Rusya çelişkilerinden, İran'la olan atom anlaşmasından, Viyana Konferansı sonuçlarından ve Suriye, Irak ile Yemen savaşlarının mevcut aşamasından ayrı düşünülemez.

 

Böylece son aylarda Erdoğan'ın üst üste Körfez başkentlerini ziyaret etmesinin sırrı da açığa çıkıyor. Şu ilginçlik dikkatini çekmiş olmalı. Vahabist kral ve yeni Türk padişahı, kafa kafaya vermiş, dünyanın hakimleriymiş gibi ellerinde kalem, hesaplarına gelmeyeni "terörist listesine" alıyorlar. Sanki bölge teröründe en büyük pay sahibi onlar değil! Sanki devlet terörü estiren onlar değil!

 

Çelişkilerin keskinleştiği, komploların birbirini izlediği böylesine belirsiz bir ortamda, iyimser olmak çok zor, aksine tarafların yeni kışkırtma ve provakasyonlarıyla olaylar çok daha tehlikeli bir yön alabilir.

 

Kürt tutumu

 

Resim, Kürtler için siyah beyaz netliğindedir. Gerçekte Kürtler, İslamın suistimal edilmesinin laboratuvarıdırlar. Bizi Hristiyanlar, Yahudiler, Hindular, Budistler ya da ateistler öldürmüyor. Aksine bizi öldüren ve özgürlüğümüzden mahrum edenler, Müslümanlar. Halen de bizi oyunlarına alet etmek için çaba içindeler.

 

Kürtler ağırlıklı olarak Sunnidir. Ama Sunnilik, Kürt halk varlığının bir temel öğesi değildir ve olmamalıdır. Zaten diğerleri, ondan yararlanacak birşey bıraktılar mı ki bize?

 

Her Kürt biliyor ve biliyor olmalı ki İran ve Suudi kavgası, bizim kavgamız değildir. Evet, coğrafyamız olayların merkezinde duruyor. İlişkilerden ve belki bazı belalardan kaçamayız, ama mezhep maskeli o ırkçı milliyetçi savaşta taraf tutmak, faturası çok ağır olacak bir akılsızlık olacaktır. Çekinmesem bırakın birbirini yesinler diyeceğim. Zaten en iyisi de bu değil midir?