Kürtlerin sahip çıktığı HDP’liler mi, yoksa ‘Türkiyelileşme’ mi?

“Türkiyelileşme”ydi, “Kürt sorununun çözümü”ydü, dokunulmazlıkların kaldırılması, meclisten tekme tokat atma girişimleri derken, HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasıyla yolun sonuna geldik sanırım…

 

Bu sürece gelinceye kadar devlet, Kürt politikasını değiştirmediğini her adımda gösterdi. Son olarak zaten sahada olan vekilleri, eşzamanlı olarak yaptıkları bir baskınla, neredeyse istisnai olarak gittikleri evlerinde, adeta darbeyle gece yarısından sonraki bir saatte alındılar.

 

Oysa düşmanlığın dahi bir usulü olmalıydı öyle değil mi?! Peki şaşırdık mı? Kuşkusuz şaşırmadık. Çünkü devlet Kürtlere yönelik ilk darbesini kurulduğu aşamada gerçekleştirmişti ve sonraki süreçlerde hep devam ettirdi. Dolayısıyla bu “akıl”dan demokrasi beklemek çok da akıl işi olmasa gerek. Öte yandan Kürdün sorunu demokrasi sorunu da değildir zaten.

 

Şayet Kürt hareketi de bu ideolojik körlüğünden kurtulabilmiş olsaydı, karşısında çırılçıplak duran bu hakikati görür, ona göre bir politika izleme şansı bulurdu. Ancak ne yazık ki Kürtlerin hassasiyetini ve dolayısıyla yeterli desteğini görmedi…

 

Peki, bu durumda Kürtler HDP’ye sahip çıkar mı?

 

Kurulduğu günden bu yana, ana akım Kürt hareketi  ile Kürt milleti arasında bir mecburiyet ilişkisi var. Bu süreçte HDP’ye değil ama HDP’liye sahip çıkmak, Kürtler için “namus belası!” Zira devletin, HDP üzerinden aşağıladığı, hakaret ettiği kesim Kürtler. Devletin en temel sorunu Kürtlerin kimlik talebi ve kimliklerinin görünür olma olasılığıdır. Aksi halde öyle sandıkları gibi devleti korkutan şey HDP’nin Türkiyelileşme projesi veya demokrasi talebi filan değildir. Bu projenin neden başarılı olamadığı ve olamayacağının nedenlerini tekrar sıralayacak olursak;

 

- Türk siyasi aklı tarihsel bir geçmişi olan çok köklü bir akıl. Bu akıl niteliği itibariyle iktidarcı ve hiyerarşiktir.

 

- Bundan ötürü Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi aynı zamanda darbeler tarihidir. Bu darbeler farklı Türk kesimlerinin birbiri üzerinde hâkimiyet kurma çabasından başka bir şey değildir. 

 

- Farklı Türk kesimlerinin birbiriyle yürüttüğü kavgalar, salt kendi aralarındaki iktidar kavgası olup Kürde bir hayrı yoktur. Bu kesimlerin, devletin temel niteliklerine dair itirazları yoktur. Bu yönüyle Kürtler olmasa dahi Türkiye’de bir “Demokrasi sorunu” hep olacaktır. Nitekim bu kesimlerin darbe karşıtlığı kendilerine dokunduğu noktadadır. Demokrasi talep edenleri, darbeye maruz kalanlarıdır. Demokrasi talebinde bulunanları, iktidara sahip olmalarının hemen akabinde, bu iktidarcı akla uygun hareket etmekte beis görmezler. AK Parti bunun en bariz örneğidir. Hepsinin ortaklaştığı tek şey Kürt politikasıdır ve Kürtlerle köle-efendi ilişkisinin yerine, eşit bir ilişki ikame etme talepleri de yoktur. Birbirine düşman gibi görünen Türkler,  Kürtler söz konusu olunca dostturlar.

 

- Birbiriyle kavga halinde olan Türklerin Kürt karşıtlığında buluşmaları, Kürt kimliğinin kendi egemenliklerini tehdit etmesindendir. Kürtlerin kimlik talebi Türk egemenliğini tehdit etmek zorundadır; çünkü Türk devleti ve toplumu için bütünlüklerini ifade eden sınırlar, aslında Kürtleri bölmektedir. Devlet, Kürtlere binlerce yıldır üzerinde yaşadıkları topraklarında kendi kimliklerini dayatmaktadır.

 

- İktidarcı, hiyerarşik Türk aklı toplumsallaşmıştır. Yani devlet-birey ikilemi yoktur. Öte yandan birkaç vicdanlı Türk’ün Kürt kimliğine gösterdiği duyarlılık toplumsallaşmamıştır ve toplumsallaşma zemini de yoktur.

 

- “Türk aklı” kendini bir düşmanla var etmek zorundadır. Fakat birbirleriyle düşmanlıkları, Kürtleri her daim yanıltmıştır. Bir kesim Kürtler, Türk İslamcıları, diğer kesimi ise Türk soluyla birlikte hareket etmek suretiyle bu iktidarcı aklı kendi karar mekanizmalarına dahil etmekle en büyük yanlışı yapmışlardır. Türk aklının karar mekanizmalarındaki varlığı, Kürtleri Türklerin kendi aralarındaki kavgada araçsallaştırmıştır.

 

İktidar aklı, değerler üzerinden şekillenmez. Onu şekillendiren tek unsur “mecburiyet”tir. Bu niteliği, “Türkiyelileşme politikası”nın iflasının da izahıdır.  Kürt Hareketi gerçekten de Türkler dahil olmak üzere, tüm halklar için hayırlı bir şeyler amaçlıyorduysa; Türk kimliğine vurgu, Türk kimliğini onure etmek, bu projeyle Kürtleri “Türkiyelileştirmek” yerine, keşke Kürtleri Kürtleştirmeye çalışsaydı. Zira bu politika ne yazık ki devletin asimilasyon politikalarını desteklemekten başka hiçbir işe yaramadı!

 

Bu durumda “Türkiye’yi demokratikleştirmek” gibi bir misyonu Kürtlere yüklemek, canıyla, malıyla bedellendirmek, Kürde zulmünden başka bir şey değildir. Dolayısıyla gelinen bu noktada Kürt hareketi temel politikalarını sorgulamalı ve “Kürt halkının öncülüğü”nü bırakıp halkın yanında, halkla beraber bir politika geliştirmelidir.

 

Bugün HDP yetkililerinin parlamentodaki görevlerini dondurdukları ve halkla istişare süreci başlatacaklarını belirttikleri bir açıklamaları vardı. Burada “halk”tan kastın Kürt halkı olmasını umuyorum. Aksi halde “Kürtler HDP’ye sahip çıkar mı?” sorusuna tekrar bir cevap olarak;

 

Kürt milleti şüphesiz bugün HDP’lilerin yanında olmak zorundadır ve olacaktır da. Ancak Kürt hareketiyle kurduğu ilişki “mecburiyet” arz ettiği müddetçe, Kürtlerin desteği hep son kertede ve “namus belası” arzettiği durumda olacaktır.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)