Kürtlerde Felsefe Geleneği - Antik Temeller: Mitraizim

06-10-2020
Etiketler Kürtlerde Felsefe Geleneği Günrün Karaman Felsefe Mitraizm
A+ A-

Kürtlerde Felsefe Geleneği (3)

Bir önceki makalemizde felsefi geleneğimizin “Tarih, Temeller Ve Timeline” başlığı altında tarihsel temellerine inmeye çalışmış ve bir dönemlendirme yapmıştık. Bu makalemizde felsefi yönelimin antik temellerini ve kodlarını ele alacağız. Çünkü insan aklının evrimine paralel olarak düşünsel izlekler de bu kodlara göre kendilerini inşa ederek var olmuşlardır. Bu açıdan felsefe de diğer disiplinler gibi birikimsel olarak ilerlemiştir. Filozofların, düşünürlerin ortaya koydukları sistemler, kümülatif olarak kendilerinden önceki gelenekler üzerinden yükselir.

Antik dönemde Kürtler arasında iki temel inanç yaygın olup bunlar Mitraizm ve Zerdüştlüktür. Mitraizim dinsel bir inanç, Zerdüştlük ise dini-felsefi bir akım olarak karşımıza çıkar. Zerdüştlük ve Mitraizim arasındaki ilişki bakımından hangisinin öncelikli olduğu bilim insanları arasında tartışma konusudur. Fakat bize göre tarihsel veriler, Zerdüştlüğün Mitraizm’den sonra var olduğu noktasında daha güçlüdür.

Bu iki akımdan önce M.Ö. 3000’li yıllarda Anadolu’da tunç çağını başlatan ve Kürt coğrafyasında da var olan Luvilerin yani “Güneşin İnsanları” (Işık İnsanları) varlığı, bu tarihsel süreklilik hakkında bize bir fikir vermektedir. Luviler’e ait arkeolojik çalışmalar Mersin çevresinde yoğunluklu olarak yapılmakla birlikte haklarında çok az somut veri vardır.

Fakat Luvilerin, Hititler (Orta Anadolu merkezli) ve Mikenler’den (Yunan merkezli) önce var olduğu ve yüksek kültür düzeyleriyle bunları etkilediği yine kimi arkeolojik verilere dayanmaktadır. Luvilerin, Güneş İnsanları olarak Mitraizim ve Zerdüştlükle olan ilişkisi bağlamında rasyonel veriler olmamakla birlikte aralarındaki etkileşimin bir süreklilik içerdiği noktasında çıkarımlar yapmak mümkündür.

Buradaki amacımız dinler tarihini ve dinin kökenlerini salt metafiziksel bir soyutlama olarak anlatmak değildir. Gayemiz, düşünsel faaliyetlerin insan aklının evrimiyle birlikte gelişimi üzerinden felsefi düşünmenin temellerini bulmak ve bu temeller üzerinden Mezopotamya’nın en kadim halkı olan biz Kürtler açısından nasıl bir sürekliliğe sahip olduğunu ve bu sürekliliğin neye tekabül ettiğini tespit etmeye çalışmaktır. Dolayısıyla antik dönemi ele alırken dini açıdan tüm detaylara girmeyecek, dini-felsefi merkezden hareketle felsefeyle nasıl bir etkileşimin olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.

Diğer taraftan şunu da belirtmek de fayda vardır; dinler tarihinin, felsefi ve bilimsel düşüncenin ana vatanının Mezopotamya olduğu noktasında güçlü tezler olmakla birlikte her şeyi Batı merkezli temellendirme ve Ortadoğu açısından da bu hakikatin odağında Kürtlerin varlığının diğer milletler tarafından üstünün örtülmesi, görmezden gelinmesi, manipüle edilmesi hatta adeta talan edilerek kendilerine mal etme çabalarının olduğu da izahtan varestedir.

Antik temeller açısından Kürtlerde Mitraizm ve Zerdüştlük, iki dini-felsefi yönelim olarak karşımıza çıkar. Bu antik temeller, bugün için bile hala Kürtlerin belleklerinde ve yaşam pratiklerinde varlıklarını devam ettirmektedir.

Mitraizm

Mitra, asırlarca Hindistan ve İran’da etkisini sürdürmüş antik Arilere ait bir ışık tanrısıdır. İsminin geçtiği en eski yazılı kaynak M.Ö. XIV yüzyılın sonlarına ait olan bir antlaşma metnidir. Hititlerle Mitanniler arasında gerçekleşmiş olan bu antlaşmada Varuna, Mitra ve Nasatyaslar adına yemin edilmiştir. “Mitra” isminin geçtiği ikinci yazılı kaynak ise Hintlilere ait Rig Veda metinleridir. Diğer bir yazılı kaynak ise isminin Mithra olarak geçtiği Zerdüşt’ün Avesta’sıdır. (1).

Mitraizm Hindu-Ari halklarının en eski kültür ve dini olup Ari halkların bu inanca bağlı oldukları fikri genel kabul görür. Mitraizm, bir din olmaktan ziyade evreni, varlığı kendi dönemi içinde bir kavrayış, duyumsama, düşünme ve felsefedir.

Kısacası, "ilkel" denilen insanların muhayyileleri, dü¬şünme tarzları, mantık kategorileri ve kültürel tasnifleri ilkel değildi; sadece kendini insanlığın ve evrensel uygarlığın kaçınılmaz yazgısı olarak takdim eden Batı'dan farklıydı. (2).

Mitarizm’in bilinen bir peygamberi ve bir kutsal kitabı yoktur. Mitra, güneş tanrısı olup sözleşme, sevgi, merhamet, doğruluk, dürüstlük, vefa, sadakat demektir. Mitra tam anlamıyla, adının etimolojisiyle, "sözleşme" dir ve insanlar arasındaki ittifakları ve anlaşmaları bağlar, kolaylaştırır… Mitra "dostane" (adının aldığı manalardan biri de bu olmuştur), iyi niyetli, güven vericidir ve adım adım ilerler; Varuna ise şiddetli ve kaygı vericidir, hareketleri anidir. Mitra, Mitra eylem tarzıyla hayvancılık üretiminin refahına ve barışa dayanır. (3).

Bu da Mitraizm’in insan ve dünya merkezli bir düşünüş olduğunu gösterir. M. Eliade’nin de belirttiği gibi “Mezopotamya geleneğine göre insan "dünyanın göbeği"nde, uzu (ten)'da, sar (bağ)'de, ki (yer, yeryüzü)'de, Dur-an-ki, yani "Gökle Yerin Bağı"nın bulunduğu yerde yaratılmıştır.” (4). 

Bu anlayış sonraki süreçlerde de devam etmiş; İslam tasavvuf geleneğinde “insan küçük âlem, âlem büyü insan” olarak konumlandırılmıştır.

Sanskritçede dost, arkadaş anlamına gelen “Mitra”, “Mithra” olarak geçtiği Avesta’da “anlaşma, sözleşme” anlamlarında da kullanılmıştır. Her iki sözcüğün yani Mitra ve Mithra’nın, “akit, anlaşma, antlaşma, ittifak ve söz” anlamlarını çağrıştıran aynı isimden mitrá “contract-sözleşme’den” türediği belirtilmiştir. Bu sözcük Ari mitolojisinde, ışığı temsil eden ve Ari Tanrı panteonunda önemli bir mevkii bulunan bir tanrıyı ifade etmektedir. Hint Avrupalıların en eski tanrıları arasında yer alan Mitra hakkındaki en eski bilgiler M.Ö. 1380’lere kadar ulaşmaktadır. Bu tarihte, Hititler ile Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmada Varuna, İndra ve Nasatya ile birlikte Mitra da şahit tutulmuştur. Ortaya çıktığı ilk dönemlerden itibaren Mitra, İran, Hindistan, Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa gibi dünyanın farklı yerlerine yayılmış hatta bir dönem Roma İmparatorluğunda en etkili din olan Mitraizm’e kaynaklık etmiştir. (5).

Mitra, kişileştirilmiş “Sözleşme”dir. İnsanlar arasındaki anlaşmaları kolaylaştırır ve insanların, taahhütlerini yerine getirmesini sağlar. Güneş, Mitra’nın gözü olarak kabul edilir, böylece hiçbir şey gözünden kaçmaz. Eliade’a göre Mitra’nın dinsel düşünce ve etkinlikteki önemi, özellikle hem antitezi hem de tamamlayıcısı olduğu Varuna’yla birlikte anıldığında ortaya çıkar. Varuna’dan soyutlandığında ikincil düzeyde kalmaktadır. (6). Zerdüşt döneminde etkisi azalan Mithra tapımı, Zerdüşt’ten sonra özellikle Akamenidler/Ahamenişler (M.Ö.550–330) döneminde tekrar önem kazanmıştır.

Mitraizim, kadim dönemlere ait bir hakikat arayışı olarak sonraki süreçlerde Hint dinlerine dâhil edilmiştir.

 "İnsanlar onu Indra, Mitra, Varuna ve Agni, hatta güzel Garntman olarak isimlendirdiler. Hâlbuki hakikat tektir, azizler onu farklı isimlerle çağırmaktadırlar." (7). Hintlilerin Kutsal kitabı olan Rig Veda’lardaki bu söylem, Tanrı’nın tekliğinin ifade biçimi olup bu anlamdaki arayışın yansımasıdır. Bu ifadedeki hakikatin tekliğine olan atıf, zaten başlı başına felsefi bir soru ve soruşturma konusudur.

Hakikat, kadim metinlerde düalistik bir yapıda sunulmuş oluyor gibi görünse de insanın hakikat arayışı ve varlık sancısı dikkate alındığında aslında bu durumun hakikatin farklı veçhelerdeki tezahürü ve insanın buna olan tepkisi biçiminde ele alınmalıdır. Çünkü insanın anlam arayışı tekdüze, basmakalıp bir arayış değildir.

Politeizim yani çok tanrıcılık olarak adlandırılan kadim dönem inançları, bu açıdan salt irrasyonel bir inanç arayışı olmayıp aynı zamanda düşünsel/felsefi bir arayıştır. Bu arayışlar, kimi zaman ışıkla, kimi zaman karanlıkla, kimi zaman somut totemlerle, kimi zaman da göksel bir arayış olarak tezahür etmiştir. Mitra inancı da Mezopotamya’nın en kadim inanç ve düşünme sistemi olarak tarihsel varlığını farklı izleklerde devam ettirmiştir.

Kürdistan’daki bu arayış, yoğun bir şekilde ışık/nurla kendisini göstermiştir. “Işık âlemi açısından öncelikli olarak yapılması gereken şey, bu ilk sıcak çarpışma sonucunda karanlık âleminde esir edilen mitolojik İlk İnsan ve onun beş silahının kurtarılması işidir. Bunun için Yüce Işık Tanrısı aktif mücadeledeki ikinci safhayı yürürlüğe koyar ve "Yüce Mimar" ya da "Hayat Ruhu" adı verilen kurtarıcı varlığı yaratır. Bu kurtarıcı varlığın İran geleneğindeki ismi Mitra'dır.” (8).

Mitra, Güneş ışığı ile ilişkilendirilen ve kurtarıcı tanrısal varlık (Tanrı) olarak kabul edilmiştir. Sonraki süreçlerde Mitra’nın da diğer tüm dinlerde olduğu gibi politeizme kaydırıldığı görülmektedir. Roma ve Hint politeizmleri içinde farklı şekillerde yer almıştır. Özellikle Roma İmparatorluğunda M.S. 1-4. Yüzyıllar arasında belirleyici bir din olarak varlığını devam ettirmiştir. “Kısaca, eski Hindliler için MİTRA parlak, düzenli, sakin, lütufkâr, kutsal, makul bir veçhe altında yüce; VARUNA ise karanlık, etkilenmiş, şiddetli korkunç ve savaşçı, saldırgan bir görünüm altında yüce olarak tasarlandığını hatırlatalım.” Mitra’nın bu özelliği insanın, evreni diyalektik bir yapıda algıladığını göstermektedir.

Bu anlamda “Âlem zıddıyla kaimdir.” sözü, kadim olanın bilinçteki yansımasıdır. Özellikle İslam tasavvuf geleneğinde âlemin bu şekildeki bir kavranışı, felsefi anlamda zihnin diyalektik işleyişidir. Burada büyük bir Müslüman Kürt Filozof olan Ş. Sühreverdi’nin, Henry Corbin’in deyimiyle “iflah olmaz bir diyalektçi” olduğunu belirtelim. Yine büyük bir filozof olan İbni Arabi’nin düşüsel sistemi, büyük oranda negatif teoloji ve diyalektik üzerine kuruludur. İbni Arabi’ye göre âlem “zıtlıkların cem’idir.” Bu zıtlıkları anlamanın yegâne yolu da onları çakıştırmaktır. “Hindde, Mitra ve Varuna'da bedenleştiği hissedilen iki kutupsal prensip, dünyanın izahı ve insan durumunun diyalektik yapısının izahına örnek model teşkil ediyordu (esrarengiz şekilde erkek ve kadın, hayat ve ölüm esaret ve hürriyet şekline ayrılarak).” (9).

Evrenin, insanın, kısacası tüm varoluşun böyle bir diyalektik kavranışı, hem varoluşu bir bütünlük içinde kavrama imkânı doğuracak hem de bilimsel gelişmelerin önünü açacak niteliktedir. Çünkü diyalektik bir düşünüş olmadan yeni sentezlere varmak çok zor, hatta imkânsız gibidir. İşte tüm var oluşun bu şekildeki kavranışı, Mezopotamya’da aynı zamanda bilimsel gelişmenin de önünü açmıştır. “Ayrıca arkaik toplumlarda insanlar bitkilerin yaşamını ‘nesnel olarak’ gözlemleyemezlerdi. Mezopotamya'da yapay döllemenin, hurma ve incir ağaçların aşılanmasının keşfedilmesi buna kanıttır. Bunlar çok uzun süredir var olan işlemlerdir; çünkü Hammurabi Yasaları'nda en az iki paragraf bu konuyu yasaya bağlar. Bu tür faydalı bilgiler sonradan İbranilere ve Araplara geçmiştir.”

Mezopotamya, tarihte büyük çatışmaların alanı olagelmiştir. Bu durum, kendisiyle birlikte tamiri çok zor olan tahribatlara yol açarken Mezopotamya halklarının bu tarihsel travmalara karşı kazandıkları bağışıklık sistemi de ancak diyalektik bir düşünüşle mümkün olabilirdi. Bu açıdan “Mezopotamya halklarının bireysel veya kolektif acılara katlanabilmesinin nedeni, bu acıların tanrısal ve şeytani güçler arasındaki çatışmadan kaynaklanması, yani kozmik dramanın bir parçasını oluş¬turmasıdır.” (10).

Mitraizm, M.S. 1-4. yüzyıllar arasında Roma İmparatorluğunun elit ve asker sınıfı arasında yaygınlaşmıştır. Mitra, Işık Tanrısıdır. Güneş, Mitra’nın gözü olup aydınlığın kaynağıdır. Mitra tapınaklarının yer altında yapılması, Mitra’nın karanlığı yok edip ortaya çıkmasıyla ilgilidir. Mitra tanrısı, Romalılar tarafından Perslere karşı bir güç kaynağı olarak konumlandırılmış ve bu nedenle de hızlı bir şekilde yayılarak Avrupa içlerine kadar yayılmıştır. Bugün bile Avrupa’nın bazı yerlerinde Mitra tapınakları bulunmuştur.

Mitraizmin Hristiyan ve Kürtlerdeki kolektif bilinç açısından tarihsel sürekliliği dikkate alındığında burada temel olan birkaç şeyi belirtmekte fayda vardır.

Romalılara göre Tanrı, Mitra’yı savaşçı peygamber olarak göndermiştir ve Mitra, Tanrı’nın oğludur. Mitra, yanındaki on iki savaşçı ile 21 Aralık günü yeryüzüne iner. 21 Aralık, en uzun gece olup karanlığın da en koyu olduğu bir kötülük durumunu imler. Tanrı tarafından ona üç gün süre verilmiş olup bu üçüncü günün sonunda Mitra zafer kazanır. Bu zaferin sonunda Tanrı, ona bir kurban olarak boğa gönderir. Mitra bu boğayı kurban eder. Boğanın kanı yeryüzüne akıtılır ve yeryüzü onun kanıyla kutsanarak bereketlenir. On iki savaşçı havarisiyle birlikte boğanın kanından içer ve etinden yer.

Bu ritüel daha sonra Hristiyanlığa İsa’nın kanının şarap, etinin ekmekle sembolize edilmesine yansıyacaktır. Üçüncü günün sonunda yani 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece Mitra, zafer kazanmış bir şekilde tekrar Tanrı’nın katına yükseltilir. 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece aynı zamanda Hz. İsa’nın doğum günüdür. Mitra’nın zafer kazandığı bu tarih, aynı zamanda onun dünyadaki görevinin bittiğini ve gücünün de tükenmeye başladığını gösterir. Çünkü Hz. İsa’nın ortaya çıkışı olan miladi tarihsel başlangıçtan M.S. 4. yüzyıla kadarki süreçte Hristiyanlık Roma İmparatorluğu topraklarında önü alınmaz bir şekilde yayılır ve M.S.325 yılında Roma’nın resmi dini haline gelir ve Mitraizm’in gücü de ortadan kalkar. Mitra, Roma içinde yeni bir form kazanmıştır. Mitra’nın on iki savaşçısı, Hz. İsa’nın on iki Havarisine dönüşür. Bu “on iki” miti daha sonra Müslümanlarda on iki sahabeye (aşere-i mübeşşere: cennetle müjdelenen on iki sahabe), Şiilerde on iki imama uyarlanır.

Aslında bu olgu, politik durumların teolojik inşasından başka bir şey değildir. Mitra’nın üçüncü günün sonunda Tanrı’nın katına yükseltilmesi ile İsa’nın yükseltilmesi de aynı şeydir. Hakeza Sünni ortodoksideki mehdi, mesih inancı ile Şii ortodoksideki on ikinci imamın gaib oluşu da buradan kaynaklanmaktadır.

Biz Kürtler arasında da Mitra inancının kodları, varlığını bugün için hala devam ettirmektedir. Mihrican Bayramı, bugün bile Kürtler arasında kutlanan bir bayramdır.

Bu makalede, dinler tarihi ve mitoloji alanında otorite olan iki önemli isim olan Claude Levi-Strauss’un “Mitraizm’in, bir din olmaktan ziyade evreni, varlığı kendi dönemi içinde bir kavrayış, duyumsama, düşünme ve felsefesi” ve M. Eliade’nin de “Mitraizm’in, insanın dünyanın merkezinde yer alması ve kozmik dramanın bir parçası olması” tespitleri, tarihsel süreklilik açısından felsefi temellerin belirlenmesi hakkında çok önemlidir. Dolayısıyla felsefe, varlığı ve evreni kavramanın çabası olarak karşımıza çıkar ki antik dönemlerde Mitraizm ve Zerdüştlük de bu kavrayışın temellerini veren iki akımdır. Avesta’nın temeli olan Gata’lar, Zerdüşt’ün varlığı, iyilik ve kötülüğü, kozmik hareketi, doğa olaylarını vb. birçok var oluşsal problemi ele aldığı bölümdür. Bir sonraki yazımızda bu felsefi soruşturmaları yapmak üzere Zerdüşlüğü ele alacağız.

 (1)        e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com Sayı:X Kasım 2013.

(2)        Claude Levi-Strauss, Mit ve Anlam, İthaki Yayınları, İst. 2013, s.9.

(3)        Georges Dumezil, Mit ve Destan, Yapı Kredi Yayınları, İst. 2012,   S.164-165.

(4)        Elıade, Ebedi Dönüş Mitosu, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 29.

(5)        e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com Sayı:X Kasım 2013

(6)        Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, c.I, s.249.

(7)        Prof.Dr. Şinasi Gündüz, Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlar, İst. 2007, s.291.

(8)        A.g.e. s.498.

(9)        Prof.Dr. Mircae Elıade, Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, s.179.

(10)      Elıade, Ebedi Dönüş Mitosu, İmge Kitabevi, Ankara 1994

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

 

 

 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli