Kürt sorunu ve Türkiye'nin stratejik hatası
Kürt sorunu toprakları işgal edilen ve ezilen bir halk olması hasediyle tek bir mesele olsa da dört devlet arasında bölünmüş olması nedeniyle Kürt davasının özellikleri Kürdistan’ın her bir parçasında farklı bir karaktere bürünmüştür. Bu bölünme Kürdistan'ı işgal eden egemen ulus-devletlerin tanımına da yansımıştır. Öyle ki Kürdistan'ın herhangi bir parçasında Kürtlerin sadece topraklarını işgal eden devletle sorunları varmış gibi yorumlanmıştır.
Türkiye, İran, Suriye ve Irak’ın her biri, bir yandan Kürdistan topraklarının birer parçasını kontrol ederek Kürt ulusunu ezerken bir yandan da belirli koşullarda ve belirli aşamalarda aralarındaki çatışmalar nedeniyle Kürtleri birbirlerine karşı bir baskı aracı olarak da kullanmışlardır. Bu da Kürtlerin yalnızca kendi parçası üzerinde egemen olan ulus devleti işgalci olarak görmesini ve diğer devletleri sanki dostmuş gibi görmesini sağlamıştır. Dolayısıyla bu durum Kürtlerin ulusal duygularının bölünmesi tehlikesini doğurmuştur.
Farklı baskı yöntemlerine sahip olmalarına rağmen bu devletler Kürtleri temizlemek için farklı mekanizma, araç ve yöntemler kullanmışlardır fakat yine de ortak bir stratejileri olmuştur: Kürtleri yok etmek.
Kürtlerin bu devletleri tanımlarken dikkate almaları gereken şey, işgalcilerin kullandığı yöntemlerin sonuçlarıdır.
İşgalciliğin, “direniş ruhunu” bitiren yol ve yöntemleri vardır ama insanların kalplerini ve zihinlerini işgal eden yöntemlere de sahiptirler. Birkaç yıldır Kürtlerin sanki tek tek egemen devlet ve ulusla, yani Türkiye ile sorunları varmış gibi dikkat ve düşüncelerini değiştirmeye yönelik tehlikeli bir gündem yaratıldığını fark ediyorum.
Sekiz yıl önce, Davutoğlu Türkiye'nin başbakanıyken ben de dahil Güney Kürdistan'dan bir aydınlar heyeti kendisi ile görüşmek üzere Çankaya Köşkü’ne davet edildik. Orada kendisine “Bunları size bir stratejist olduğunuz için anlatıyorum, başka biri başbakan olsaydı anlatmazdım” dedim. “Kürtlerin sadece Türkiye devleti ile sorunları varmış gibi zihniyetini değiştirmek için bölgesel bir planın yoğun bir şekilde işletildiğini hatırlatmak isterim. Bu Kürtler için ne kadar zararlı olsa sizin için de en az o kadar zararlıdır. Bu izlediğiniz politika sizi Rojava ve Güney Kürdistan’ın derinliklerine çekiyor. Türkiye bundan Irak ve Suriye’deki Kürt sorununun da kendi sorunu haline gelmesi dışında hiç bir kazanç elde edemeyecektir. Şimdi bu denklemi önleyebilecek tek kişi Abdullah Öcalan’dır. Bu nedenle serbest bırakılmalıdır. Bunu yapmazsanız, Kürt meselesinin stratejik düşmanlarınızın elinde bir kart haline dönüşeceğini ve tüm bölgedeki Kürt meselesinin bir Kürt ve Türk meselesi haline geleceğini yakında göreceksiniz. Politikalarınızı değiştirmez ve bu yanlış stratejiye devam ederseniz, yakında bu hatanın bedelini siz de ödersiniz biz de öderiz” dedim. Bana cevaben, “Söylediklerinizi yapabilmek için tüm güç ve yetkinin elimde olması gerekiyor ama tek karar mercii ben değilim, yine de bahsettiğiniz tehlikeyi gözden geçireceğim” dedi.
Bu sözler Çankaya Köşkü’nün protokol arşivinde mevcuttur ve bir gün gelir yayımlanır. Sesli kayıtlar bende de bulunuyor fakat Türkiye politikasını değiştirmek bir yana, bahsettiğim değirmene daha fazla su taşıdı. IŞİD'e karşı yürütülen savaş ve ardından 16 Ekim komplosunun bir parçası olması, Kürdistan Bölgesi ve Rojava’nın derinliklerine yönelik askeri operasyonlar, Suriye ve Irak'taki Kürtlerin büyük çoğunun Türkiye'yi Kürtlerin başlıca düşmanı olarak görmesine neden oldu.
Türkiye'nin bu yanlış stratejisini kanıtlayan başka bir şey de Kürdistan petrolünün pazarlanmasını engellemesi ve medyada söylenenin aksine Güney’in merkeze bağımlılığının önünü açması da Ankara’nın Kürdistan'a yönelik komplonun bir parçası olduğu ortaya koyuyor.
Bu Irak'ta Kürtleri Bağdat'a daha bağımlı hale gelmeye zorluyor. Türkiye'nin amacı Kürtleri gemlemek için kurulan bölgesel planın bir parçası olmak ise sonra da bunun en büyük bedelini kendisi öder. Zira Rojava Kürdistanı gibi Şam ve Bağdat'taki devlet merkezleriyle sorunları çözüldüğünde bu iki coğrafya Türkiye'yi başat düşman olarak gören gündemin bir parçası haline gelecek.
İran, Türkiye’nin aksine çıkarları için Kürt sorunu konusunda daha akıllı bir politika izliyor. Doğu ve Güney Kürdistan’daki bilim ve medya merkezlerinde birer ordu oluşturmakla kalmayarak Kürtleri İran milletinin bir parçası olarak tanımlıyorlar. Sorani lehçesinin Farsçaya yakınlığı nedeniyle Kürtçenin kökenlerini İran dillerine bağlıyorlar. Oysa Kürtlerin büyük çoğunluğu Kurmanci lehçesini konuşuyor ve Kurmanci ile Farsça, Çince ve Arapça kadar birbirlerine uzaklar.
Bunun yanı sıra bir işgalci ve düşman olan İran, bir şekilde Kürtlerin kalplerini ve zihinlerini işgal etmek için çalışıyor. Şimdi Doğu, Güney ve Rojava Kürdistanı'nda Kürtlerin büyük bir kısmı İran'a işgalci gözüyle bakmıyor.
Bu işgal yönteminin sonucu sadece kin ve savunma ruhu yaratmakla kalmayıp işgal edileni işgalcinin aracı haline getiriyor. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda bölgedeki Kürt sorununun karakterini değiştirerek Kürtlerin bu kartı yitirmesi ile kalmayacak, aynı zamanda Kürtleri Türkiye’ye karşı İran'ın elinde bir kart haline getirecektir. Hiç şüphe yok ki Türkiye Kürdistan'ın büyük bölümünü işgal etmiş, Güneyi ile Batısına da göz dikmiştir ancak Türkiye’nin böyle tanımlanması Tahran, Bağdat ve Şam'ın dostumuz olması pahasına olması da tehlikelidir.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)